I
Bir 24 Nisan’ı daha meselenin özünü gözlerden kaçırmaktan başka bir işlevi olmayan kısır tartışmalarla daha geride bıraktık. Bu tartışmalarda yine, bol bol küfürleşme, iç ve dış düşmanların tespiti çalışmaları bir türlü uzlaşılamayan rakamların tekrarlanması gibi artık kanıksadığımız eylemler tekrarlandı.
Neyse ki Obama bu yıl da “soykırım” ifadesini kullanmadı da hepimiz rahatladık!
Aylar süren, daha da süreceği kesin olan tartışmalarda gözlemlediğim ve kesin olan bir şey varsa o da Türk tarafının büyük çoğunluğunun empati yoksunluğu oldu.
Bu yazıda Türk tarafında gözlemlediğimi söylediğim empati yoksunluğunun bir nebze de olsa aşılmasını sağlayabilecek iki kitaptan bahsedeceğim: Salyangoz ve Gollik.
Bu iki kitabı birbirini tamamlayan iki ayrı kitap gibi de görebilirsiniz ya da tek bir kitap gibi de algılayabilirsiniz. Ben ikinci tercihe daha yakın olduğum için Salyangoz ve Gollik’i beraber değerlendirmeye çalışacağım.
II
Hayko Bağdat, Gollik’e yazdığı giriş yazısında Salyangoz’un ortaya çıkış öyküsünü anlatır. Bu yazıda kendisine “Müslüman mahallesinde salyangoz olmayı anlatan bir kitap” yazması önerildiğinde tepkisi sert olur:
“Dalga mı geçiyorsunuz yahu? Anlatıldı ve bitti o işler. Ben yeni kurtulmuşum beni her görenin ‘Ermeni muamelesi’ yapmasından. Başka kavgaların içine girmişim. Her Türkiyeli köşe yazarı gibi gündemle, güncel siyasetle uğraşıyorum. Bu zamanda dönüp yok mahallede Ermeni olmak şöyleydi, askerde böyleydi diye kitap mı yazılır? Milleti dalga geçirtmeyin benimle…” (s. 18)
Bağdat, önce bu tepkiyi verse de sonrasında fikrini değiştirir ve Salyangoz’u yazar. Süreç, yayıncıları haklı çıkarır ve Salyangoz kısa sürede epeyce bir okura ulaşır.
Salyangoz’u biçimsel olarak iki bölüm halinde inceleyebiliriz. Kitabın ilk bölümünde Hayko Bağdat, çocukluğundan başlayarak yarı Rum yarı Ermeni bir çocuğun gözünden yaşadıklarını anlatır.
Bu sayede, dışardan bakılınca “azınlık” üst başlığı altında değerlendirilen ve “çoğunluk” tarafından aralarındaki farkların dahi bilinmediği iki farklı ulusun kendi aralarındaki ilişkilerine, bu ulusların devletle, bürokrasiyle, Türklerle yaşadıkları sorunlara, doğdukları andan itibaren bir türlü kurtulamadıkları güven problemlerine, içeriden ve son derece samimi bir bakış açısıyla yazılmış yazılara ulaşabiliriz. Bu yazılarda, Bağdat, akıcı bir dille, içten ve mizahi bir ton tutturarak anlatır çocukluğunu.
Kitabın ikinci bölümünün başladığı yazının adı, “Hayatımın İkinci Yarısı” Hayko Bağdat, daha yazmadan kitabın devamının ilk bölümünün aksine pek de şen şakrak olmayacağını biliyor ve bir türlü başlayamıyor yazmaya:
“Bu kitabı yazıyorum. İkinci yarısını anlatmam lazım. Yazamıyorum. Günlerdir kıvranıp duruyorum işte. İşi yokuşa sürüyorum. Huysuzluk ediyorum. Suratım kızarıp duruyor.” (Salyangoz, s. 116)
Kitabın adı konmamış ikinci bölümü, Hrant Dink’in öldürülmesiyle başlıyor. Ölümlerle devam ediyor. Hrant Dink’le başlayan yazılar, Sevag Balıkçı’ya, Ceylan Önkol’a, Uğur Kaymaz’a, Ali İsmail Korkmaz’la birlikte, Gezi Direnişi sırası öldürülen tüm çocuklarla beraber Bekin Elvan’a kadar uzanıyor.
Salyangoz’un 115 ile 158. Sayfaları arasında insanlığın vicdanını yaralayan olaylara bir de Hayko Bağdat’ın penceresinden bakma fırsatı buluyoruz. Fakat Bağdat, Salyangoz’u asık suratlı yazılarla bitirmek istememiş. Kitabı en azından yarı tebessümlü bir ifade ile kapatabilmemiz için, Az Daha Milletvekili Oluyordum’la başlayan dört ayrı yazıyla kitabını sonlandırmış.
III
Gollik, Salyangoz’u bitirdiğimizde, yüzümüze yerleşen buruk gülümsemeyle kalakaldığımız noktadan başlıyor ve yüzümüzdeki gülümsemenin silinmesine fırsat vermeyen ama boğazımızdaki yumrunun da yerinde durmasını sağlayan yazılarla devam ediyor.
Bağdat, Gollik’te, Salyangoz’da kısaca değindiği, evlilik sürecini, askerde yaşadıklarını, radyo programı yaptığı dönemde yaşadıklarını anlatmış bizlere.
Yurtdışı hatıraları, koruma polisleriyle ilişkileri gibi konularda da ağzımıza adeta bir parmak bal çalmış. Sanıyorum, bu iki konuda yaşadıklarının detaylarını Hayko Bağdat’ın sonraki kitaplarında okuyacağız.
Hayko Bağdat, Gollik’i, kitabın bütünlüğünün zedelenme ihtimalini de göze alarak, tarihe not düşmek adına, 27 Ağustos 2014 tarihinde Taraf Gazetesi’nde yayımlanan “Palyaço Ermeniler” isimli yazısıyla sonlandırmış.
Çok da iyi yapmış.
IV
Salyangoz ve Gollik, günlük konuşma diliyle yazılmış son derece rahat okunan iki kitap. Yazıları okurken bende, Hayko Bağdat’la karşılıklı otursam ve sohbet etsem, bu hatıraları dinlemeye doyamayacağım, düşüncesi oluştu.
İlk kitapta 59, ikinci kitaptaysa 19 yazı var. Her iki kitapta da Kemal Gökhan Gürses tarafından önsöz niyetine yazılmış iki yazı bulunuyor. Ayrıca, yazılarda anlatılanları destekleyen fotoğraflar da kitaplara önemli bir görsel katkı sağlıyor.
Bağdat, Gollik’te, “Mademki ilk seferinde beni duydunuz…” (s. 21) diyerek devam etmişti anlatmaya. Görünen o ki, Hayko Bağdat anlattıkça onu dinleyecek epeyce bir okur kitlesi var.
Dileriz ki Bağdat, anlatmaya devam eder biz de dinlemeye…
Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (11 Mayıs 2015)