Şiir ve tarih ilişkisi hep karmaşık gelmiştir bana. Ancak şiir ve doğa ilişkisi iç içedir. Şiir doğanın büyüsünü kendi içine taşıyıp, yeniden doğaya gönderir. Doğa şiire ahengini armağan ederken şiir de doğaya coşkusunu sunar. Tarihle ilişkisine de biraz böyle bakıyorum.
İnsan, insan olma sürecini tamamlarken kendini şiirle anlattı. Şiir ona meydanlarda söz oldu. İçinde olan ne varsa onu şiirle sundu. İnananlar, inanmak isteyenler şiire koştu. Şiir insanlığın dünden bugüne uzanan evrensel bildirisidir, dersem yanlış bir cümle kurmuş olmam. Bunu tabletlerden, mağara duvarlarına yazılanlardan/çizilenlerden de anlıyoruz. Şiir, yazıdan önce de vardı. En eski aşk şiiri 4500 yıl öncesine dayanır. Değişik kaynaklara göre bu, Sümer kralı Shu-Sin’in sevgilisine okuyabilmesi için yazılmış kil tabletti. Bildiğimiz en eski destan şiiri, M.Ö. 3 bin yılına tarihlenen bir Sümer şiiri (bugün Irak’ın bulunduğu yerde bulunan bir medeniyet) olan Gılgamış’tır. William Shakespeare bugüne kadar en çok şiir satan yazardır. 38 oyunu (manzum), 150 sonesi, 2 uzun şiiri ve birkaç kasidesi dört milyardan fazla kopya satmıştır. Günümüzden 460 yıl önce yaşamış olan Shakespeare daha çok tiyatro oyunlarıyla tanınsa da sone formatında yazılan aşk şiirlerinin öncüsüdür. O dönemde aşk şiirleri sone formatında yazılırdı. Shakespeare’in soneleri ise oldukça gizemliydi çünkü “dark lady” (karanlık hanım) adı verilen gizemli bir leydiye yazılmıştı. Aşkın en gizemli halini evrensel bir dille sunan Shakespeare aynı zamanda sevdanın evrenselliğinin kanıtı niteliğindedir. Talat Sait Halman’nın çevirisiyle Sone 24’den kısa bir alıntıyı tadımlık buraya bırakıyorum.
Gözlerim ressam oldu senin güzelliğine,
Kalbimin levhasına nakşetti görüntünü
Bedenim de çerçeve oldu senin resmine
Derinlikle güçlendi sanatın en üstünü.
Göreceksin, ressamın ustalığı nasılmış
Gerçek yüzünü çizmek, olur ancak bu kadar.
21 Mart Dünya Şiir Günü. 1999 yılında “farkındalık yaratmak ve ulusal, evrensel, bölgesel şiir hareketlerine taze bir enerji sağlamak” amacıyla Unesco tarafından ilan edilmiştir. Dünyanın farklı dillerinden şiirlerin paylaşıldığı bir gün olması itibariyle çeşitlilikte farklı olan her dille yazılan şiire davet vardır. Bu da dil çeşitliliğini desteklemek ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan dillerin yaşatılması için fırsat demektir. Çünkü sanatı ve zihni geliştirmek aynı zamanda barışı ve barışın dilini geliştirmekten geçer. Şiir, halklar arasındaki anlaşmanın önemli müttefikidir. Dünyanın her yerindeki insanların aynı özlemlere sahip olduğunu, aynı duyguları ve aynı sorunları paylaştığını düşünürsek barış ve diyaloğun katalizörüdür. Ortak değerlerimize seslenir. Tüm kültürlerde insanî olanı bulur, sözcüklerin en dokunaklısının peşine düşer ve insanın başkalarına açılmasını sağlayan samimi bir dil geliştirir. Bu yanıyla tüm insanlığın kaynağı olan diyaloğu zenginleştirme aracıdır. Dil, bir toplumun anlaşma vasıtası, kültür taşıyıcısı ve aktarıcısıdır. Yediden yetmişe değerlerin aktarılmasında dil nasıl köprüyse şiir de o köprünün önemli bir ayağıdır.
Şiir şüphesiz insanoğlunun en sanatsal ve karmaşık ifade biçimlerinden biridir de. Şiirler, bir hikâye anlatmanın veya duyguları tanımlamanın yanı sıra diğer duyularla da oynar ve okuyucuları üzerinde etki yaratmak için dilin tüm yönlerini kullanır. Şiir, insanın duygu ve düşüncelerini farklı kılan özel bir aktarım biçimidir. İnsana anlam katan, bütün duyularını hareketlendiren, doğrudan ruhuyla konuşan bir inceliktir. Ölüm, ayrılık, aşk, hüzün, özlem gibi duyguları en iyi şiir ile anlarız.
Şiirin her dizesinde biriken felsefi bir kimlik kendini mutlaka ortaya koyar. Şiir okuru, bu felsefi yanı atlamaz. Yukarıda belirttiğim mağara duvarlarına çizilen resimlerle anlatı, şiire doğru gelen bir izlek olmuştur. Zaman içerisinde felsefe şiirden koparak düzyazıda gelişmeye başlamıştır. Ancak ruhu şiirin içinde kalmış ve şiir- felsefe ilişkisi devam etmiştir. Bilindiği gibi ilk şiir örneklerine eski Yunanda rastlanmaktadır. Eski Yunanda sistematik olan felsefe gelişmeden evvel filozoflar düşüncelerini şiirsel bir dille yazmışlardır. Sokrates öncesi filozoflardan Herakleitos’un, Parmenides’in, daha sonra Romalı şair ve filozof Lucretius’un yapıtları şiirle dile getirilen felsefe ve doğabilim yazıları olarak önemli örneklerdir. Yine Homeros’un İlyada’sı hem şiir, hem de Truva savaşının tarihidir. Ancak Platon, şiirle felsefenin yollarını ayırmıştır. Devlet adlı yapıtında ideolojik bir tutumla yani felsefenin ortak akıl, şiirinse tanrısal bir esinti olduğunu söyleyerek bu ayrımı kesinleştirmiştir. Bu konuda farklı tartışmalar da var. Ancak ben konuyu tartışmaya açma niyetiyle yazmadım. Amacım şiir tanımı yapmak gibi basit yaklaşmak da değil. Çünkü şairine göre farklıdır şiiri yaşamak, yazmak. Ben sadece şiirden aldığımı, şiirin bana kattığını aktarabilirsem ne mutlu! Çünkü ben bir şiir okuruyum. Şiirle aynı yola düşmüş bir düş yolcusuyum. Düşe yolculuk, düşünmeye yolculuk; sevdaya yolculuk gibidir benim için. Bazen beklemediğim an’lara giderim onunla ve o anı yaşarım. Şiir ne büyük bir sesmiş ki yüzlerce yıl öncesinden dünyanın herhangi bir yerindeki haykırışını bugün bulunduğumuz yere taşıyabiliyor. O yüzden tarihten günümüze uzanan toplumun hafızasıdır da diyebilirim şiir için. İşte severek okuduğumuz ortak paydamız olan şiirlerin perde arkasında oldukça ilginç hikâyeler de yatmaktadır. Bunu bir süre önce YouTube kanalımda yaptığım Şairden Şiiri okumaları için öğrendiğim şiir hikâyelerinden hareketle söylüyorum. Hikâyeler beni hep etkiler. Şiire yakın görürüm onları. Uzun dizelerdir onlar da. Yaşanılanın yazılmış olmasını şiirdeki hikâye olarak görürüm. Bana çok derin meselelerin, çok derin yaraların, çok içli sevdaların bir dizeye, birkaç dizeye sığdırılması olarak gelir. Öyledir de.
Şiir, konuşma dilinden ayrı olduğu kadar o dilin kendisi de olmalıdır diye düşünüyorum. Yanıbaşımızdaki insanların kullandığı, her hecesini etimde, canımda duyduğum sözcükler olmalı bunlar. Gerçeğin samimiyeti, dilin samimiyetinde saklıdır. Çünkü şiir bir anlamda kayıttır benim için. Toplumsal belleğin gizli bir arşividir. Tanıktır, bastırılmış olanla, susturulmuşla ilgilenir. Nesnelere de değer, insana da. Şiir dili güldürebilir, hayal ettirebilir, hüzünlendirebilir, coşturabilir, cesaretlendirebilir, geçmişe ve geleceğe götürebilir. Bütün bu farklılıkları yaşamak şiirlerle mümkün olabilir.
Bu kadar yıkımın, yangının ortasında şiir sorumluluk alır ve yıkıma karşı durur. Yangına su olur. Şiir her zor dönemde kaybolan tatları bulur ve onlara yeni tatlar ekleyerek zenginleştirir. Yani zora, zorbaya müdahale eder. Yeni bir yaşamda ısrarcı olur. Onu kurmaya çalışır. Şiir hem eskidir hem de yeni. Eski olanda yeni, yenide eskiyendir. Düştüğü yerde derin izler bırakır. İzin olduğu yerdir şiir. İz neredeyse oraya dokunur. Dağdaysa dağa, bahçedeyse bahçeye, avucun içindeyse avuca, kalbin kıyısındaysa kalbe.
Şiir doğadaki bütün sesleri bir araya toplar, o sesleri kendi içine taşır ve oradan seslenir. Biz şiirde doğanın bütün seslerini duyarız. Otların hışırtısını, rüzgârın uğultusunu, bülbülün ötüşünü, suyun akışını, insanın haykırışını. Aşkı her şairde farklı okuruz. Her şairde ayrı bir ormanımız, ayrı bir çiçek bahçemiz olur. Gürül gürül akan suların yanına kampımızı kurarız ve oradan ayrılmayız.
Şiir, bizi çevreleyen güzelliği görmemiz için insan ruhunun direncini gösterecek güce sahiptir. Dik durmanın sesi hep içimizde bir yerlerde haykırır. Tam da buradan hareketle şiirlerin güzelliğinin ve gücünün ulaştığı şey içimizdekidir, haykırdığımızdır. Şiir bize, biz olmayı öğretir. Yıllardır şiir üzerine farklı seslenişleri içeren programlar yapmış biri olarak şiiri hep bahar aylarının sıcaklığı olarak görmüşümdür. Pencereyi açtığımda içeri giren temiz hava, kuş sesleri, parkta oynayan çocukların neşesi, toprak kokusu gibi. Üstüne bir de düşlerimi çoğaltır ya. Daha ne isterim… Yine söylüyorum şiir samimiyettir. Dostun bahçesinde yeşermektir. Yeni dostlarla buluşmak ve çoğalmaktır. Zaman zaman sonbahar yaprakları gibi sararma da vardır o duyguda, hüzün de. Ancak en çok samimiyetin dili vardır.
Sadece ülke olarak değil dünyadaki farklı yerlerde de demokrasi, insan hakları, kadın, çocuk, mültecilik, çevre duyarlılığı gibi sorunlar katmerli. Bu yüzden günümüz sanatı ve sanatçısının toplumsal bir görevi de vardır. Bu görev her zamankinden daha çok elzemdir. Dolayısıyla şairi de bunun dışında tutamayız. Şiir, şairin beyninden, kalbinden beslenen en büyük malzemesi olduğuna göre bu malzemeye koyacağı dil onun sadece estetik duygularını değil sisteme gönderdiği eleştiriyi de göğüslemelidir. Bu dil ne bir çöküş ne de estetiğin yerle bir olmasına izin verir. Aksine insanların sığınacağı büyük bir ağacın dalı olabilir şiir. Şiir susarsa çocuk gülmez. Şiir susarsa her gün bir kadının sesi daha kesilir. Şiir susarsa ormanlardaki yangın hiç bitmez. Şiir savaşsız, sömürüsüz bir dünya istemenin dilidir. Barışın dilidir. Dünya her şeyiyle yanarken, yaşanacak bir yer olması için verilen çabanın adıdır. Bunlar kesin yargılar da değildir. Olması gerekenlerdir.
21 Mart aynı zamanda Newroz’dur. Yeni Gün olarak kutlanır Ortadoğu ve birçok Asya ülkesinde. Çok sayıda mitolojide, inançta, yaşamda vardır. Mezopotamya’nın en eski dinlerinden biri olan Zerdüştlüğün kutsal kitabı Zend Avesta, Firdevsî’nin eski İran efsaneleri üzerine kurulu manzum destanı Şehnâme, Ömer Hayyâm’ın Nevrûznâme ve Şerefxan’ın Şerefnâme’sinde geçtiği bilinir. Ancak en görkemlisi Kürt mitolojisinde olandır. Demirci Kawa’nın zalim Dehak’a isyanıdır bu. Tüm Mezopotamya halklarına inanılmaz zulümler yapan döneminin Asur İmparatorluğu’nun ünlü kralı Dehak’ın, Demirci Kawa tarafından düşürülüşünün tarihidir. M.Ö 21 Mart 612 gecesi Demirci Kawa, Ninova’yı kuşatarak Dehak’ı öldürmüş ve sarayını yıkmıştır. Efsaneye göre saraydan yükselen alevler özgürlüğün simgesi olarak günümüzde Newroz ateşi yakılarak kutlanmasına denk gelmektedir. Zulme, sömürüye, baskıya başkaldırdıkları bir gün olarak kabul edilir. Edebiyat ve şiire konu olan Newroz’un ateş, özgürlük ve kutlama ile birleşmesinin en büyük sebebi buraya dayanır.
Dünya Şiir Günü ve Newroz kutlu olsun.
edebiyathaber.net (18 Mart 2024)