Bloch’un açımlamasıyla, nesnel ön-görünüşte somutlaşan sanatsal biçimlendirim, “idealist bir düzeltmenin vesalt yeniden üretmenin de karşıtıdır.”Bunun dışında, “bütün diğer kültürel işlevlerde değiştirilmesi gereken dünyayı yalnızca sanat için ulaşılmaz bir usta yapıtı” olarak gören anlayışın da karşıtıdır. Dünya bir “usta yapıtı” değil, tam tersine bir yetidir; bu yeti için gerekli olan “nesnel-gerçek olanaktır.” Örneğin, “doğru boyanmış bir duvar, doğru oyunlaştırılmış (dramatize edilmiş) bir tarihsel eylem, konusunu özsellik bakımından aşar”; hatta bu tür üretimler, “sanat yapıtı olarak doğru olandır.” Bunlar sanatsal izleği “ulaşılabilir ön-görünüşte aşabildikleri, aşmak zorunda oldukları için” doğrudur.
Sanat kuramı açısından ön-görünüş nedir?
Bloch’un sanat kuramında merkezi bir anlam taşıyan ön-görünüş ise, “diyalektik olarak çok dallanmış, içinde her nesnenin estetik bakımdan serimlenebileceği açık bir uzamda olagelen, sonuna değin götürme ustalığı/becerisi ile ulaşılabilir olandır.” Estetik olarak demek, “bu nesnenin dolaysız-doğal veya dolaysız-tarihsel oluşundan daha içkin başarılan, özdek bakımından daha hakiki, daha özsel” olan demektir (Bloch1985b, s. 945- 947).
Bu açıdan “denenen estetik ön-görünüşün sloganı” şöyledir: “Bu dünya patlatılmadan nasıl yetkinleştirilebilir?” Buradan yola çıkarak şu söylenebilir: “Sanat, dünya figürlerini ve dünya manzaralarını, bunlar batıp yok olmadan içkin gizil-gücül sınırlarına değin iter.” Yalnızca “estetik hayal yaşamdan kopar“; estetik ön-görünüş ise, “gerçek olanın ufkunda olduğu için tektir.” Ancak bu “içinde tümlenmiş oyunların tüketildiği hayalci soyut görünüş değil, ütopik-gerçek içerikleri” demektir. Kendiliğinden anlaşılacağı gibi, bu yaklaşım, ön-görünüşü “ütopik anlamlı izleğinin ölçüsüne ve konumuna göre” bölümler; söz konusu izlek her şeye nüfuz eden sanat hazzının yerine, “bilgi ile ilişkilenir” ve bundan öte “kavranılmış umudun özdeğini” yaratır.
Olasılık veya olabilirlik, sanatın koşuludur
Bloch’un belirlemesiyle, bu ilişki, o denli belirgin ve kaçınılmazdır ki, “klasikçi estetik bile bunu yine de nesnel-ülküsel olarak anlatmaya başlamıştır.” Klasikçi estetik, bu anlayışın özelliğini, Schiller’in ‘KalliasMektupları’nda“Güzellik, görüngüdeki(ya da görünüşteki) özgürlüktür” sözleriyle dile getirmiştir. Klasik estetik, Kant’ın “bakışın sankisi” ya da “sanki estetiği” kavramından yola çıkarak, güzelliği,“olası bir var-oluş belirlenmişliği” olarak kavrar.
Goethe “şiirsel bir etki yaratan” nesneleri arasında özellikle “soyut görünüşü” değil, “ortak bir özdeksel derinlik açısından temsil edenleri, simgesel olanları, bunların şiirsel nesnede bir başlarına anlam taşıyan ve kendisini duyumsatan tekliğini ve çokluğunu” dile getirir. Buradan görüleceği gibi, ilgisiz uyumculuktan “yabancı olan” üretilir, bir başka deyişle, “bizzat nesnenin anlam yöneliminde nesnesel perspektif” önermesi türetilir. Bu anlam yöneliminde bir zamanın/dönemin “açıklık iç içe geçmeleri ve örtüklük içerikleri, insanlarda, durumlarda, izleklerde perspektifçi yaklaşımla ve gizil-gücül” olarak serimlenir.
Bloch’un belirlemesiyle, özellikle Goethe tümüyle nesnel tavırla şu istemi dile getirir: “Sanatta, bilimde veher türlü yapıp etmede önemli olan, nesnelerin katıksız kavranılması ve doğalarına uygun olarak ele alınmalarıdır.” Tam da bu “gerçekliğe içten zorlama” nedeniyle, Faust’un şairinde “gerçek olanın açık doluluğu” ile ilgili göndermeler vardır: “Olasılık, sanatın koşuludur; ancak olasılık alanı içinde başka türlü görünürlük kazanmayan en yüksek şey” oluşturulmalıdır. Perspektifin arka alanı, “sanatın altın temelidir” ve bu arka alan gerçek-olanaklı “arzu manzarası” olarak kalır. Perspektifin arka alanı, “çok çeşitli nitelikleri ve hiyerarşileriyle, sanatın pencerelerinde” bulunur. Henüz olmayan bir dünya tarafından “ışıtılan” içkin sanata değin uzanır ve“insan özendirmesinin içeriğiyle, nesnenin elde edilen özdeşliği olarak ön-görünüşte” bulunur. Bu geniş yelpaze içinde sanatta gerçekçilik, “açıklayıcı bir durum belirlemesi” değildir; sanatta gerçekçilik, “etkenleştiren bir tarzda, içkin öncelemeye ayna tutar”; bu gerçekçilik, “eğilimsel- ütopik gerçekçiliktir.”
Bütün bunlar, güzelin “istenildiği gibi duyumsanmasını ve tadına varılmasını” engeller. İstemek, “duyumsamanın insanı ilgilendiren bir duyumsama olabilmesi için, duyumsamanın önkoşuludur.” Devindirilmiş istenç, “oluşturmanın kendisinden, güzelin üretilmesinden en az uzaklaştırılabilir.” Bu yönüyle sanat, “dünyayı genişleten ve özsel olarak zenginleştiren etken bir yeniden işlemden geçirmedir.”
Sanat, dünyayı insana yakınlaştırır
Ernst Bloch’un ‘Umut İlkesi’ adlı yapıtındaki açımlamasıyla, hümanist Scaliger, şairi-yazarı“bir oyuncu gibi var-olanı anlatan” kişi olarak değil, tersine “bir başka tanrı yaratan ve temellendiren” kişi olarak tanımlar. Bu tanımlama, “bir istenç belirlemesi, yaratıcı ruh cesaretinin göründüğü bir deha belirlemesi” olarak Herder’denGoethe’ye değin uzanır (Bloch 1985b, s. 948- 951).
Schiller’in ‘görüngüdeki veya görünüşteki özgürlük’ olarak tanımladığı güzellik[1] (Kula 2012, s. 194- 196), “üretim yönünden” de hayal değil, tersine “serimlenen şeyin, derin bir insana yakınlık anlamında nesnel özselleştirilmesidir.” Sanat kendi tarzında dünyayı “bu insana yakınlığa yönlendirir ve getirir.” Kendi tarzında demek, estetik ön-görünüşün açıklanan tarzında demektir. Sanat, ön-görünüşü biçimlendirmek suretiyle,“henüz açığa çıkmayan özsel olanı/önemli olanı, doğumuna ve var-oluşuna” önemli bir adım daha yaklaştırır. Bu yaklaştırma çalışması, “yol belirlemesi olan” alegorinin tersine “simgenin gücüyle erek belirlemesidir.” Sanat, yolu yöneten amaca uygun olarak “simgesele yükümlü kaldığı” gibi, kendi yolunda “büyük ölçüde alegoriktir” Sanat bu niteliği içinde “doğru olana mesafeyi içkin olarak yansıtır; aynı şekilde sonuna değin götürülen nesnelerde, olumlulaşan ön-görünüş içinde yapmaya cesaret eder.”
Sanat, Bloch’un nitelemesiyle, ulaşılabilir bölümüyle “ön-görünüşte kalmak zorunda olan cesaret etme” değildir. Ulaşılabilir bölümüyle demek, “etken oluşu salt bakan güzelliğe ait olmayan”yapım alanıyla birlikte demektir.
[1]Onur Bilge Kula (2012): “Kant, Schiller, Heidegger- Estetik ve Edebiyat”; İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
edebiyathaber.net (26 Ekim 2018)