Resimde ve günümüzde sinemada, sırtı izleyenlere dönük, karşısındaki açık alana bakan figürlerin tasvirine Rückenfigür adı veriliyor. Ressam Caspar David Friedrich bu akımın en önemli uygulayıcılarından. 19. Yüzyıl Alman Romantik dönem resimlerinde ilk kez görülen bu kullanımın ilerleyen zamanlarda pek çok sanatçıya da ilham kaynağı olduğunu görüyoruz.
Sanat ve edebiyatın önemli isimlerine göndermeler yapmayı seven NBC, Rückenfigür tarzında karelere Kış Uykusu (2014) ve Ahlat Ağacı (2018) filmlerinde olduğu gibi Kuru Otlar Üstüne afişinde de yer vermiş. Filmin afişinin, 1929 Nobel Edebiyat ödülü sahibi Thomass Man’in Can Yayınlarınca basılan ‘Büyülü Dağ’ ve Karbon Kitaplar etiketli Friedrich Nietzsche’nin ‘Böyle Buyurdu Zerdüşt’ kitaplarının kapaklarından hatırımızda kalan Caspar David Friedrich’in ‘Sis Denizi Üzerindeki Gezgin’ adlı eserine atıfla hazırlandığı, dikkatli gözlerce hemen fark edilebiliyor. Hatta Samet karakterinde, Büyülü Dağ’ın unutulmaz kahramanı Hans Castrop’un kişiliğine göndermeler olup olmadığı da tartışılan konular arasında.
Sırtını İzleyenlere Dönük Portreler
Bu tarz resimlerde ana figür, sırtı izleyene dönük insanmış gibi görünse de çevresini saran manzara veya obje/objeler de aynı derecede ilham vericidir. Sırtı bize dönük duran figürün yüzünü görmek mümkün olmadığından, ifadesinden ruh halini anlamamıza olanak yoktur. Ancak bulunduğu ortam ile ilişkisi bize pek çok ipucu verir. Sırtı dönük figürün ruh hali, beden dilini ve çevresini saran şey-şeyler ne ise onlar tarafından tanımlanır.
Rückenfigürler neye bakarsa baksın, o anın içindeymiş gibi görünse de bu bakış anılardan izleri de içine hapsetmiş ve aynı zamanda belirsiz bir geleceğin endişesini taşıyor gibidir. Romantik bir düşün ortasında uyandırılmış gibidir ana figür. O şaşkınlığı görmemizi istemez. Ancak bu tarz resimlere uzun uzun bakıldığında, çıkışsızdır da ve boğucu bir his verir. Bu izleyenin resim ile arasında, kendine has yorumların biricikliği dolayısı ile özel bir bağ kurmasına olanak sağlar dolayısı ile izleyen özgür değildir. Ressam, resme bakan kişinin hislerine gizli bir değnek ile müdahale eder.
NBC Gizli Bir Poe Hayranı Olabilir mi?
Dostoyevski, Tolstoy, Çehov: Her filminde karşımıza çıkardığı karakterlerle NBC’nin hayranlığını sergilediği yazarlar. Peki diyeceksiniz ki Poe ile konunun ne ilgisi var? Zira NBC filmlerinde cin, peri, vampir veya hortlaklar yok. Direkt gotik tarzda diyebileceğimiz bir imge olmasa da ilk başta temizlik hissi yaratan ancak pislikleri örtüp hayatı zorlaştırmaktan ve coğrafya gibi insanları ele geçirmekten başka işe yaramayan çeşitli doğa olayları var. Bunlardan en belirgini ise kar. Bu bir cins leitmotiv olabilir mi diye düşünmeden edemiyorum.
Pieter Bruegel’in karlı avcı resimlerinden birinden fırlayarak davetsiz bir misafir gibi gibi okulun bahçesine giren Samet’in, filmin başında pedofili sinyali çakan aynalı hediye sahnesinin yanıltıcılığının ardından başka bir şeye evrilen Sevim ile yakın ilişkisine karşın, diğer öğrencilerine karşı duyduğu ilgisiz tavrın seyircide uyandırdığı ve film boyunca süren tiksinti hissi mesela, bir leitmotiv mi? Bir hayalet gibi Samet. Kendi yok, kötü gölgesi var. Sınıfında mı değil mi pek umursamadığı lastik ayakkabılı öğrenci, kendisi için gönderilen botları alırken küçük bunlar sana dedikten sonra ilerleyen sahnelerde o botları çocuğun kardeşinin ayağında gördüğü halde hiç oralı olmayan, bakıp geçen ruhsuz bir gölge. Ölmüş olsa tiksinmezdik belki bu kadar.
Herkesin Yerine Konuşan Bir Hayalet
Dokunduğu veya konuştuğu kim varsa yaşam enerjisini bir vampir gibi emmesi ve tüketiciliğine bakınca baskın sesiyle Samet herkesin yerine konuşan, yaşayan bir hayalet gibi de. Öyle ki, filmin sonlarına doğru görüntü üstüne düşen dış sesin yanıltıcılığı ile bir süre sonra Samet’i intihar etmiş ve komada da geri dönüşlerle hayatını gözden geçiriyor sanabiliyor izleyici. Ancak esmâ i hüsnâlardan biri olan ve Allah’ın varlığının kendinden olup hiçbir yönden başkasına muhtaç bulunmadığı anlamına gelen ismiyle Samet, o denli cesur değil. NCB ise rengini belli etmemeyi tercih ediyor. Taraf tutmamaya özen gösteriyor. Kenan’ın eniştesinin şehre geldiği ilk saatlerde örgütçe istihbaratçı sanılarak infazı ile Feyyaz’ın dağa çıkma arzusu, siyasi tarafları terazide eşitliyor.
Öte yandan komşulardan gizlice girilen bir evde, yaşamak için devlete tâbi, devlet eli ile maaşları her ay düzenli ödenen, toplum içindeki saygınlıklarının önemli bir parçasının nedeni meslekleri olan iki öğretmenin solculuk tartışması, meyhane masasında konuşulup ertesi gün unutulan nutuklardan öteye gitmiyor. Politik doğrucu kadın kahraman Nuray’ın, gece güne dönüp ayıldığında, bu yaptığımızdan -asla sevişme kelimesini kullanmıyor- Feyyaz’a bahsetmeme isteği ise bir anda hepimizi başka bir sıkıntıyla yüzleştiriyor. Cinsellik ve hazzın konuşulması, hâlâ kirli bir tabu. Saklanılması ve dahi isminin söylenmesi ayıp bir şey.
NBC’nin, kendi içlerindeki labirentlere gömülen karakterlerinin kuyularını başkalarının kazmalarına ihtiyaçları yok. Bataklığa çekiliyormuşçasına bir hisle git gide yokluğa gömülüyorlar. NBC, İst Dergi’deki**** röportajında, ‘Siz Kuru Otlar Üstüne’nin hangi özellikleriyle öne çıkmasını istersiniz?’sorusuna verdiği uzun cevabın bir yerinde, ‘…Filmlerimin deyim yerindeyse “hiçbir şey”, dolayısıyla “her şey” hakkında olabilmesini tercih ederim.’ cümlesini kuruyor. Bu yanıt, ‘Benim resimlerim hiçbir şey anlatmayan görsel imgelerdir. Akla gizemi getirirler. Doğrusunu isterseniz, benim resimlerimi gören biri kendi kendine şu basit soruyu sorar: ‘Bunun anlamı ne?’ O resmin bir anlamı yoktur. Çünkü zaten gizem de aslında hiçbir şeydir, bilinmeyendir.’ sözleriyle resimlerini anlatanRené François Ghislain Magritte’in, bir Rückenfigür tasviri olan 1937 tarihli ‘Kopyalanmamış’** isimli resmine tekrar ve daha dikkatli bakmama vesile oldu.
Gördüğümüz her şey başka bir şeyi gizler.
Edebiyatla bağlantısı nedeniyle özellikle ilgimi çeken resminde, sırtı dönük figür (ki bu kişinin Magritte’in duvar kağıdı fabrikasında çalıştığı dönemlerdeki patronu ve aynı zamanda arkadaşı da olan sürrealist şair Edward James olduğu düşünülmektedir) bir aynaya bakmaktadır. Figürün aynaya yansıyan görüntüsü, biraz önceki görüntünün tekrarından ibarettir. Ayna sandığımız şey belki de bir kapıdır ve birebir aynısı başka bir odada resmedilmiştir. Ancak bu ikinci şıkkı hemen eleriz çünkü sırtı bize dönük figürün bel hizasında görülen kitap, yansıma kurallarına uygundur. Ne ilginçtir ki bu kitap Jorge Luis Borges’in, Edgar Allan Poe’nun “yazdığı en büyük eser” olarak yorumladığı 1838 yayın tarihli Nantucketlı Arthur Gordon Pym’in Öyküsü’dür. Romanın kahramanı Arthur Gordon Pym’in mürettebat olarak bindiği balina avı gemisi kaza yapınca isyan çıkar. Mürettebat başka bir gemi tarafından kurtarılır. Pym ve arkadaşı Güney Kutbuna doğru ilerlemeye başlarlar. Karaya ayak bastıkları yerde siyahi yamyamların saldırısına uğrarlar. Güney Kutbuna yani Antarktika’ya varacaklarken, roman bir anda biter. Eser, Poe’nun tamamlanmış tek romanıdır.
Rückenfigürlerin yer aldığı tablolarda hissedilen, geride kalan anların hüznü ile belirsizliklerle dolu bir geleceğin verdiği yalnızlık duygusuna eşlik eden sükûnet, gerçeküstücü Magritte’in resminde yerini merak duygusu yaratan bir ‘benden ne saklanıyor’ sorusuna yerini bırakır. Bu soruyu sorduğumuz anda da hakikatin peşine düşeriz. Hakikate giden yol da alternatifleri ‘hayal etme ve yeniden yaratma’ dünyasından geçer. Magritte bu hissi ‘Gördüğümüz her şey başka bir şeyi gizler. Daima gördüklerimizde neyin gizlendiğini görmek isteriz. Gizlenmiş ve görünür olanın bize göstermediğine ilgi var. Bu ilgi oldukça gizli bir duygu, gizli görünen ve mevcut olan arasında bir çeşit çatışma şeklinde olabilir’ sözleri ile anlatır.
Magritte, NBC gibi kapalıdır. Bir gizem yaratır ancak bu gizemin varlığından habersizdir sanki. Telafisiz kaybının acısıyla ilgisizmiş gibi davransa da annesinin cesedinin suyun üzerinde yüzerken elbisesinin kafasını örtmesinin, 30 yaşında sergilenen Les Amants/ Lovers/Aşıklar serisine ilham kaynağı olduğu söylendiğinde Magritte’in bu yorumlardan pek hoşlanmadığı biliniyor.
Boşlukta sallanan Hiçlik Duygusu
Resimde yer alan Nantucketlı Arthur Gordon Pym’in Öyküsü romanı, yayınlanmasından geçen 99 yılın ardından, bir Poe hayranı olan Magritte tarafından özellikle seçilmiştir. Poe ile Magritte’in yaşamöyküleri arasında önemli benzerlikler vardır. Magritte 14 yaşındayken Sambre Nehrine atlayarak intihar eden annesinin cesedinin sudan çıkarılışına tanıklık etmiştir. Babası tarafından terk edilen Poe’nun annesi de o 2 yaşındayken ölmüştür. Eleştirmenler, Poe’nun ‘güzel bir kadının ölümü’ temasını sıklıkla kullanmasının, eşi de dahil olmak üzere yaşamı boyunca bağlantılı olduğu kadınları kaybetmesinden kaynaklandığını iddia ederler.*** Boşlukta sallanan bir hiçlik duygusu yaratan bu kayıplar Poe’nun eserlerindeki izleklerin yönünü de belirlemiş gibidir. Genellikle gotik ve kara romantizmin tarzında yazan Poe’nun eserleri; ölüm, ölümün fiziksel belirtileri, cesetlerin çürümesinin etkileri, canlı canlı gömülme, ölümden sonraki hayat, işkence, yamyamlık ve matem duygusu temaları çerçevesinde şekillenmiştir. NBC de kuraklaşırken yok olan bir orman gibi yaşam sevincini kaybeden insanı, çeşitli doğa olayları vesilesi ile örtük bir tarzda ölüme hazırlar. Evlerin, işyerlerinin içinde hiçbir zaman pırıl pırıl bir güneş, dolayısı ile neşe ve umut yoktur. İster Vahit’in iş yerinde gün doğarken olsun, ister Nuray’ın akşam yemeğinde kurduğu masanın çevresi olsun… Film akarken zihninizin bir köşesinde sürekli ölümlü olduğunuz ve yavaş yavaş yer altının karanlığına çekildiğiniz fısıldanıyor gibidir. Dağa çıkarak kurtulmak isteyen Feyyaz’ın sonu da bilinmez. Gitmiş midir, ölmüş müdür? Hep bir muallak söz konusudur. Gitme, kaçma, kurtulma… gibi bir karar almış görünen karakterler, hareket ediyormuş gibi görünürlerken iki ileri bir geri ritimleriyle, aslında hep yerlerinde sayarlar.
Eserlerinde gerçeklik algısını yeniden üretmeye neden olacak ip uçlarını bilinçli bir farkında değilmişlikle sunan Magritte’in tarzına benzer NBC’nin yorumu da. Nasıl, boşlukta sona eren karanlık ve ürkütücü romanıyla Poe, Magritte’e harika bir malzeme sunduysa Samet de içimizde garip bir tiksinti uyandıran duyarsızlığı ile NBC için aynı yolun kapısını açar. Poe, ölüm temasını farklı açılardan direkt işlerken, iğdiş ederek tüketmekten çekinmez. Tiksinti apaçık bir histir. Bu yüzden de ilginç değil, sıradandır. NBC ise, resim tadında karelerinde bizi boşa düşürürken, o duygudan uzaklaşma, kaçıp kurtulma hissi yaratır.
Farklı sanat kollarında unutulmaz eserler veren, bu çok önemli sanatçılardaki ortak itici gücün bir parçası da varoluşa dair tamiri imkânsız hayal kırıklıklarının yarattığı öfke duygusu olmalı, diye düşünmeden edemiyorum. NBC aynı röportajda , ‘Fotoğraflanan kim olursa olsun, fotoğrafçının kendi dünyasının bir parçası olmaktan kurtulamaz. Ama filmde Samet’in çektiği fotoğrafları seçerken onun bu insanları kendi iç dünyasının, kendi kolonisinin insanları hâline getirdiğini bariz bir şekilde gösterebilmek önemliydi benim için.’ diyor. NBC filmlerini düşündüğümüzde, yönetmenin kendi iç dünyasında hoşnutsuz olduğu her bir parçasının bir başka filmde hesabının görülmüş olabileceğini düşünmeden edemiyorum. NBC üretme coşkusu vesilesi ile eksiklerini seyirci üstünde yarattığı etki ile iyileştiren bir sanatçı. İzleyicilerine ve dolayısı ile hayata arkasını asla dönmeyeceğini Kuru Otlar Üstüne’deki başarılı anlatımı ile bir kez daha kanıtlıyor.
* https://www.sanatlaart.com/sanatta-ruckenfigur-terimi/
** René Magritte, Kopyalanmamış, La Reproduction interdite (Not to Be Reproduced), Brüksel, 1937
***https://tr.wikipedia.org/wiki/Edgar_Allan_Poe
**** https://www.istdergi.com/roportaj/herkes-eninde-sonunda-kendini-masum-gorecek-bir-yol-bulur
edebiyathaber.net (15 Aralık 2023)