Sevim Gökyıldız’ın, Paris’te sık sık uğradığı Librarie Gourmande’da gördüğü seri kitaplar aklını çeliyor. Çoğu 19. yüzyılda yaşamış sanatçıların sofralarını anlatan kitaplar bunlar. Yazar da kitabını bu sanatçılar üzerinden kurmaya karar veriyor. Sırasıyla Balzac, G. Sand, Renoir, A. Dumas, Cezanne, Toulouse-Lautrec, Marcel Proust, Colette ve Monet; Fransız yazar ve ressamlar… Ardından ünlü İspanyol ressam Picasso, İtalyan besteci Rossini ve İngiliz polisiye roman yazarı Agatha Christie geliyor. “Sanatçı Sofraları” kitabı fikri böyle oluşuyor.
“Sanatçı Sofraları”nda her sanatçıya önce yeme içme kültürüyle ilişkisine de değinen çok kısa temel bilgiler, hemen ardından biraz daha genişletilmiş özlü bir biyografi ayrılmış. Bu biyografiler genellikle kitap girişlerinde bulunan kısa ve net hayat hikâyeleri gibi değil. Seçilen sanatçıların kişisel yeme içme kültürleriyle ilgili yazılan ve kaynakçada da değinilen kitaplardan ilgi çekici alıntılarla zenginleştirilmiş. Zaten yazar kitabı bu metinlerden okuduklarından hareketle kurgulamış. Belki de kitabın en dikkat çekici bölümleri her sanatçıya ayrılan, kendi geliştirdikleri ve adlarıyla restoranlarda sunulan yemek tariflerinin de bulunduğu son bölümler diyebiliriz.
Yazar yine giriş yazısının bir bölümünde yemek tariflerini aktarırken malzemelerin kolaylıkla bulunmasına, biraz da Türk damak tadına çok yabancı olmamasına dikkat ettiğini, okuyucuların mutfaklarında kolayca yapılabilir olmasına özen gösterdiğini belirtiyor. Yoksa, başta A. Dumas olmak üzere çoğunda istakoz sıra başı, ya da istiridye, kaz ciğeri, trüf mantarı tercih ediliyormuş. Kitapta istakoz ve trüf mantarı içeren tarifler var. Bunların genellikle lüks kategorisine giren yiyecekler olduğunu belirtmeliyim. Ayrıca şarap kullanılan tarifler de epey mevcut. Kitabın son bölümünde bulunan tarif dizini iyi düşünülmüş. Bu anlamda ben ortalama bir okuyucu olarak tariflerin genellikle üst sınıfların gittiği yeni moda lüks restoranlarda daha kolaylıkla denenebileceğini düşünüyorum.
19. yüzyıl, Paris’in yeme içme dünyasında önemli gelişmelerin başladığı bir devirdir. Büyük şefler restoranlar açmakta, gastronomi dünyasına yön vermektedir. Öteki taraftan yeni kıtaların keşfiyle mutfağa giren patates, pirinç, şeker pancarı ve biber gibi yeni ürünler vardır. Kömürlü kuzine tipi sobaların yapılması, mekanik hasat makinelerinin icadı, yeni pişirme tekniklerinin bulunması sanatçıların çoğunluğunun yaşadığı dönemde mutfak kültürünü derinden etkilemektedir. 2010 yılında UNESCO’nun “ İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası” na dahil ettiği, korumaya aldığı “mutfak” değil, gastronomik değeriyle “ Fransız sofrası”dır. Fransız sofrası bir yaşam biçimi, bir yaşam keyfidir. Sofra; porselen yemek tabakları, dantel işlemeli örtüler, kristal avizeler, gümüş servis takımları ve tabii ki çeşit çeşit yemeklerden daha fazlasıdır. Fransız sofrasında uzun oturulur, uzun konuşulur, ritüellik yemekler yenir, şaraplar sırasıyla yudumlanır.
“Sanatçı Sofraları” dönemin özellikle yeme içme kültürüyle yakından ilişkileri bakımından seçtiği ressam ve yazarların yapıtlarına olan merakımızı ve ilgimizi mutfakları üzerinden bir kez daha kışkırtıyor. Yeni okumalar yapmak, tablolara bir kez de bu gözle bakmak gerek. Kendi sanatçılarımızla ilgili bu tarz kitaplar çıkarmak için de heves uyandırıyor.
Serkan Parlak – edebiyathaber.net (18 Nisan 2019)