Sanatçının gündüz düşleri | İsmail Gezgin

Şubat 27, 2015

Sanatçının gündüz düşleri | İsmail Gezgin

ismailgezginyeniSanat bir şey hakkındadır ve bir anlam taşır. Bir şeyden, bir anlam çıkarmak mümkünken, anlamın bir şekli yoktur; anlam maddeler dünyasına dahil değildir. Onu bu dünyaya dahil eden nesnelerdir. Bu yüzden sanat, anlamın cisme gelmiş halidir; anlamın dünyayla irtibatını kuran zaman-ötesi araçlardır. Çünkü “dünya şeylerin değil olguların toplamını ifade eder”. Bunun içindir ki sanat eserini oluşturan maddesel nesnenin nitelikleri bir anlama dairdir ve kendi dünyasına dahil ederek bütünlük sağladığı izleyenini bir anlam yolculuğuna çıkarmayı vadeder.

Hiç bir sanat eseri seyirciden bağımsız anlam taşımaz. Onun anlamı seyircide içkindir. Tuval, taş ya da boya, anlamın bir parçası değildir ancak anlamı yüklenen, onu cisimleştiren nesnenin bir parçasıdırlar; bakanın, izleyenin gözüne taşınan anlamın seyahatine eşlik ederler. Anlam, tuvalde, taşta veya boyada aranmaz. Çünkü anlam görünür olanda değildir zira bir nesneyi sanat yapan görünür kısmının tersine görünmez olan nitelikleridir. Bir ayakkabı resmini sanat kılan, onun bir ayakkabıya öykünen görüntüsünün ötesinde yatan göstergelerdir.

Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan ve Zeynep Baransel tarafından çevrilen “Sanat Nedir?” kitabında Arthur C. Danto, okuyucuyu sanatın ne’liği üzerine düşünmeye davet etmiş. Freud’un rüyaları “bilinçaltına giden kraliyet yolu” diye tanımlamasından yola çıkarak Danto, sanata giden yolun da sanatçının gördüğü “gündüz düşleri”yle inşa edildiğini ima etmiştir ve hatta sanatı bu şekilde tanımlamıştır. Danto’ya göre düşler, görünüşlerden meydana gelir ancak bu görünüşler insanın kendi dünyasındaki şeylerin görünüşleridir. Bir zanaatkar ile sanatçı arasındaki fark da budur. Sanatçının, bir marangoz gibi masa sandalye yapmayı bilmesi gerekmez, görünüşü bilmesi yeterlidir. Gündüz düşlerini gece düşlerinden ayıran en önemli şey, gece düşlerinin kişinin kendisine ve tarihine özel görünüşler olduğudur. Oysaki “gündüz düşleri”, kişilere özel değildir; paylaşılabilir ve başkalarının gözlerine de sunulabilir bir görünüşten ibarettir. Onun anlamı, izleyiciyle paylaşılınca kendisini yeniden üretir. Anlamın nesnede mahkum olmaması izleyenin varlığına bağlıdır. İzleyen, ortada görünmese de sanat eserine ve onun cisimlendirdiği anlama dahildir.

Max Beckmann-Gece“Sanatın Sonu” tartışmalarında vaktiyle bir felsefeci gözüyle, sanatın onu oluşturan teoriden ibaret olduğuna inandığını ifade eden Dante, “Sanat Nedir?” kitabında şöyle demektedir:Sanatın sonunun dayandığı savlardan biri sanatla gerçekliğin bazı durumlarda birbirinden ayırt edilemez olmasından yola çıkıyordu. Sanat ile gerçeklik ayırt edilemez olmuşsa, bir şekilde sona geldiğimizi düşünmüştüm. Ancak, sanat ile gerçeklik, prensip olarak, görünürde aynı olabilir. Fakat o zaman aradaki farkların görünmez farklar olmadığını düşünmemiştim… Sanat gerçeklikle arasındaki mesafeyi her zaman korur.

Danto, Kirk Varnedoe’den yaptığı şu alıntıyla sanat üzerine düşünenlerin pozisyonuna da açıklık getirmektedir:Biz anlam üreticiyiz, yalnızca imge-üretici değiliz. Sadece imgelerin farkına varmakla kalmıyoruz… biz şeylerden anlam çıkarmak için yapılmışız ve bunun nasıl yapıldığını başkalarına öğretiyoruz”.

Hegel’den oldukça etkilenen bir düşünür olarak Danto, kendi konumunu şu sözlerle ifade eder: “…bir eleştirmen olarak benim görevim, eserin ne hakkında olduğunu –anlamının ne olduğunu- açıklamak ve bunu neden açıklamaya değer gördüğümü okurlarıma anlatmaktı…

Son zamanlarda okuduğum en dikkate değer kitaplardan birisi olan Danto’nun bu kitabı, yolu sanattan geçenler için “okunmadan olmaz”lar arasındadır.

İsmail Gezgin – edebiyathaber.net (27 Şubat 2015)

Yorum yapın