Zaten uzun yıllardır ağır aksak var olmaya çalışan ülkemiz sanatı darbe üstüne darbe yiyerek ilerlemeye çalışırken, en vurucu darbeyi vurmak üzere olan sanat kurumlarını kapatmaya yönelik TUSAK Yasa Tasarısı’nı beklerken, on yirmi sene sonra nasıl bir sanat ortamında yaşayacağımızı ya da bir sanat ortamının olup olmayacağını merak ediyorum. Peki nereden nereye geldik, nasıl bu noktalara geldik? Ne yapılabilirdi? Tarihten ders çıkarma şansımız var mıydı? O şans ne zaman elimizden alınmıştı?
Bunlar çok kapsamlı sorular ve eminim başta kapanacak sanat kurumlarının kadroları olmak üzere sanatsız nefes almakta zorlanan pek çok insan için özellikle bugünlerde üzerine daha fazla düşünülesi sorular. Bu düşünceler içindeyken Erhan Altan tarafından yapılan söyleşilerden oluşan bir kitap geçti elime: Sanatımızda Bir Dönemeç: 50’li Yıllar, Ankara. Kitap yukarıdaki sorulara cevap arayan bir kitap değil ama Erhan Altan’ın söyleşilerde gündeme getirdiği noktalar, onun aradığı yanıtlar 1950’li yılların sanat ortamındaki cesur çıkışlara ışık tutarken, diğer yandan bugüne kadar yapılması gerekip yapılmayan ya da yapılamayan tarihsel çalışmalara ve sanatseverlerin bu çalışmalara yönelik ilgisine bir kapı aralayabilir belki.
Erhan Altan, özellikle somut şiir üzerine yazıları ve çözümleyici metinleri ile tanınan bir yazar. 2011’de yayımlanan Ölçü Kaçarken isimli kitabında da şiirimizin biçimsel tarihini modernleşme tarihimizle ilişkilendirerek anlatıyordu. Son yayınlanan söyleşi kitabında ise 1950’li yılların Ankara’sında şiirde, müzikte ve resimde bir dönemeç olarak görülebilecek bazı atılımların neden Ankara’da yaşandığı ve bunlar arasında bir ilişki olup olmadığına yanıt aranıyor.
Kitapta şair, yazar ve gazeteci Ahmet Oktay, besteci ve müzik kuramcısı İlhan Usmanbaş ve ressam Lütfü Günay ile yapılan söyleşiler yer alıyor. 1950’li yıllar Ankara’sı şiirde dizenin işlevini yitirdiği, müzikte tonalitenin zorlandığı, soyut resim sergilerine ev sahipliği yapan bir kent. Bu dönem devlet desteğinin sanatın üzerinden yavaşça çekildiği bir dönem ayrıca. Bu nedenle Ankara sanatı ayakta tutmaya ve daha ileri götürmeye çalışan bir avuç “sanatçı”nın çabalarına da tanıklık ediyor.
Ahmet Oktay kitapta yer alan söyleşisinde, Ankara’nın hiçbir zaman sanatın merkezi olmadığını, zaten 1950’ler sonrasında Ankara’lı sanatçıların büyük çoğunluğunun da İstanbul’a kaydığını söylüyor. Ayrıca 1980’lerden sonra darbeyle ilintili olarak Ankara’nın itibarını kaybettiğini belirten Ahmet Oktay devamında diyor ki; “Yayınevlerinde müthiş bir patlama oldu, çünkü edebiyat müthiş bir endüstri olarak çalışıyor burada. Bir edebiyat endüstrisi vardır, onun içinde faaliyet göstermeye çalışıyoruz. Bu edebiyat endüstrisi romanı biçimlendirdi. Şiiri demiyorum, çok şükür şiire kimse karışamıyor, egemen olamıyor, ama roman dünyası artık bu endüstrinin ilkeleri doğrultusunda üretiliyor.”
Kitabın İlhan Usmanbaş’la yapılan söyleşisinde atonal müzik ve o dönemde aldığı tepkiler üzerinde duruluyor. Cemal Reşit Rey İlhan Usmanbaş’ın hocası olmuş. Bir gün derslerine Asaf Halet Çelebi’nin ve Mevlana’nın şiirlerine uygulanmış yaylı çalgılar dörtlüsü, piyano ve şarkıdan oluşmuş eserini getirmiş. Bu eserini bugüne kadar sadece bir grup 1995’te çalmış, yazılmasından 55 yıl sonra. CD kaydı 2007’de yapılmış. Bugün geldiğimiz durum şaşırtıcı mı?
Ressam Lütfü Günay söyleşisinde, Bülent Ecevit’i de 1950’li yılların Ankara’sında sanat eleştirisi yapan yazıları ile görüyoruz. Lütfü Günay’ın Adnan Çoker’le birlikte 1953’te açtıkları Orijinal Sergi Öncesi isimli soyut sergiye, birçok insan olumsuz eleştiri getirirken, Bülent Ecevit o dönemin Ulus gazetesinde Promete Zincirde başlıklı yazısı ile olumlu bir tepki vermiş.
Erhan Altan kitabın sunuş yazısında kitapta söz edilen sanatsal atılımların ülkeye kaçınılmaz olarak geleceğini belirttikten sonra ekliyor: “Ancak dönemin Ankara’sı, ‘yeni’ye kucak açan niteliğiyle sanatta da eskiden kopuşa cesaret veriyor ve bu alanda bir kırılmaya ve değişime mekan yaratıyordu. Başkent, özellikle de tutuculuk eğilimleri içindeki İstanbul olmadığı için bu büyük sanatsal dönemece ev sahipliği yapabiliyordu. İşte belki tam da bu yüzden modern sanatın ülkedeki bu büyük patlaması, Ankara’da gerçekleşmek zorundaydı.”
Erhan Altan söyleşileri ile bir döneme ve bir kente ışık tutmuş. Tarihi bu şekilde irdeleyen benzer çalışmaların çoğalması dileği ile.
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (5 Eylül 2014)