Marcel Proust son üç yılını büyük ölçüde yatak odasında geçirdi. Uykusuz geceleri düşüncelerle doludur. Dağınık günler, yazma krizleri, arada kalan bir sürü uzun boşluk. Bazen hem yazar hem düşünür; koltukta veya yatakta. Saatlerce yatakta uzanıp karanlıkta tavana bakar. Karanlıkta yatarken, karanlığı dinlerken, hayatını da anlamaya, anlamlandırmaya çalışır. Düşünceler dipsiz bir çukurun içine düşer durur; deliğin içinden bir şey çıkarmayı başarsa bile, onların uzun zamandır orada durup durmadığını, orada olmalarının sadece hayal ürünü olup olmadığını, hatta onları, oradan çıkarmaya çalışırken icat edip etmediğini bilemez. Zihni kendisine sağlanan kabın boyutlarından başka boyutu olmayan bir sıvı gibi, bir zamanlar belleğinin uçsuz bucaksız hacmini doldurabilecek şekilde genişlemiştir. Örneğin Leonie halasını aslında ne kadar hatırladığını merak eder bazen. Ve oturup yazarken, bütün sayfaları yerdeyken, çok fazlayken ve hiçbirinde sayfa numarası yokken geri dönüp yazılmış yığınlara bakamaz. Sayfa yığınları daha çok bir yaygınlık, bir genişlik- sanki hepsini havaya fırlatmış gibi yere saçılmış durumdadır. Yerlere boydan boya yayılan sayfalara bakınca; “Evet, bu konuyla ilgili bir şeyler yazmam lazım” diye düşünür. Yayılan sayfalar Leonie hala ile birlikte geçirilen günleri hatırlatır ona, bu duygu ile yine yazmaya devam eder. Birbirinden kopuk parçalardan yavaş yavaş bir roman derlemeye başlar. Kurgunun merkezinde, dört yüz sayfa boyunca adı ancak bir ya da iki kere geçen Marcel adlı başkahraman yer alır. Bir yazar olmak istiyordur, ancak hayatının “belleğini” bulmakta güçlük çektiğinden bir türlü yazıya dökemiyordur. Yazarlık serüveni yedi cilt boyunca sürer.
Proust Kayıp Zamanın İzinde romanını yazarken müzik, resim ve edebiyat gibi sanat dallarından yararlanmıştır, eserini bu sanat eserlerinin hazla yoğrulmuş coşkusu içinde, hayata ve sanata duyulan içten bir sevgiden kaynaklanarak ele alır. Çocukluğunun manzaraları, hayatın manzaraları, doğanın manzaraları; bunların hepsi, değişmez eşzamanlılıkları içerisinde bir bütün olarak verilir. Bu yedi ciltlik dev yapıt, dünyaya ait bir bütünlüğü kapsar. Her olay, hayatın akışıyla sonsuz bir karşılıklı ilişki içerisindedir.
Proust romanını yazarken ressam Elstir’in penceresinden bakmıştır. Bir yazarın düşünme hızına yetişmek için elini sözcük yağmuruna tutması gibi, Elstir de çoğu kez çizgi yağmuruna tutulur. Anlar, durumlar, dönüştürülmüş çizgiler barındıran bir resimdir bu. Gündeliğin gelişigüzelliği içinde insana sıradan görünen hareketler önem kazanır. Açıklanamaz olana düşürülen ışık, elle tutulmaz geçişler, ruh halleri, kesin tanımlara gelemeyen duygular, durumlar bir çizgi ve hareket yoğunluğu içinde figürler, nesneler arası ilişkilendirmelerle katmanlandırılır. Figürler biçimsel bir öğe olmaktan çıkmış, anlatımsal birer öğe olarak resimde yerlerini alır. Çizginin salt çizgi, rengin salt renk olmadığı, devingen bir tasarım mantığı içinde kendini her seferinde yeniden yapılandıran bir resimdir bu.
Yalnız yarattığı ressam Elstir karakteri değil, romanda gerçek veya kendisinin yarattığı birçok sanatçıya yer vermiştir. Bunu yapmasının sebebi yaşamla sanatı ayrı tutmamasındandır. Yaşamla sanat arasındaki sıkı ilişkiyi Balzac’ın savunduğu gibi her şeyin bir ilişkiler dünyası içinde olduğu prensibine dayanır. Mlle Vinteuil’ün Albertne ile olan ilişkisi, Charlus’un ilişkileri, Swann’ların yakası ile Guermantes’lerin yakasının birleşmesi, müzik, resim, edebiyat arasında ilişki kurulması bundandır. Bu bakış açısıyla yalnız resim sanatını değil, edebiyat ve müziği de eserlerine dâhil etmiştir. Ona göre resim sanatının sırrına ermenin imkânı yoktur. Nasıl yapıldığı anlaşılamaz, izleyende güzel kokular uyandırır, başınızı alır, soluğunuz kesilir. Ne ile yapıldığını anlayamazsınız. Sanat bir büyü, bir hile, bir mucize içerir. Çoklu bakış açısıyla, birçok edebiyatçıyı, müzisyeni ve ressamı onların bakış açılarını vererek yansıtmıştır. Edebiyatçıları Bergotte, müzisyenleri Vinteuil, ressamları da Elstir temsil etmektedir. Eltstir önce Monsieur Biche adıyla çıkar. Daha sonra önemli bir ressam olarak Elstir olarak anılır.
Proust ona en fazla yeri Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde adlı romanında yer verir. Onun etrafında hiçbir olay gerçekleşmez. Romanda düşünceleriyle, tablolarıyla yer alır. Okura yansıtıldığı özelliği ile ressam Elstir Proust’un bakış açısını taşır ve bu sebepten romanda Proust’un sözcülüğünü üstlenmiştir. Elstir’in en önemli özelliği tablolarında gördüğünü aktarmasıdır. Ancak önemli olan görülenin kopya edilmesi değil, önemli olan ressamın bakış açısının verilmesidir. Yani ressamın “nasıl gördüğü” dür. Ressam kendi öznel bakışını, iç dünyasında oluşan duygulanımları tablosuna resmetmiş, resmi şiirselleştirmiştir. Örneğin Elstir bir deniz tablosunda gökyüzü ile denizi algıladığı gibi birleştirir, gökyüzü ile deniz arasındaki sınırı kaldırır. Bir başka tablosunda denizle kara arasındaki sınır çizgisini yok eder. Bu tabloda “…deniz ortasındaki bir gemi (…)sanki kentin ortasında dolaşıyor gibidir; kayalıklarda karides toplayan kadınlarsa sanki (…)kayık ve dalgalarla kuşatılmış bir deniz mağarasının” içindedirler. Proust Elstir’in kendi resimlerini betimlerken “kent için deniz terimlerini, deniz için kent terimlerini” kullanmasına hayran kalır; ondan her şeyden önce bakmasını ve görmesini öğrenir.
Elstir gibi Proust da gördüğünü anlatma yanlısıdır. Bu görüş19. yüzyılın gerçekçilik algısına karşıdır. Proust’a göre gerçekçi edebiyat yalnızca dış görünüşü ele almakla yetindiği için gerçekçiliğin en önemli yanı olan “subjectif” bakıştan yoksun kuru bir anlatım tekniğini benimser. Proust bu yönden Flaubert’in üslubunu Balzac’inkine tercih eder. Çünkü Balzac genelde esinlendiğini değil, açıklamayı tercih eder. Birçok noktada Balzac’la aynı görüşü paylaşsa da Proust bu noktada Balzac’tan ayrılır. Balzac’in romanlarında araya girmesi, uzun açıklamalar yapması, yorumlar yapma gereği duyması Proust’un roman sanatına ters düşer. Çünkü Proust’a göre yazarın araya girerek açıklamalar yapması, realitenin sınırlarını belirlemesine yol açar. Oysa realite özneldir, kişiden kişiye değişir.
Proust’a göre dünya hepimiz için aynıdır ama her birimiz için farklıdır, her birey kadar milyonlarca beyin, milyonlarca göz vardır; kısaca milyonlarca dünya vardır. Dünyayı bir başkasının, milyonlarca başkasının gözüyle görmek, onların her birinin gördüğü ve her birinin sahip olduğu değişik bakış açısıyla dünyayı görmektir. Ve bunu yalnız Elstir, Vinteuil gibi sanatçılar değil herkes yapabilir. Gerçeğe ulaşmak için tek bir bakış açısı yeterli değildir. Buna en iyi örnek Monet’nin elli katedrali veya kırk nilüfer resimleridir. Aynı konuyu farklı ışıklar altında resmetmiş olmalarıdır. Bu ressamlardan biri de Van Gogh’dur. 1888’de “Cafe Terrace At Night” adlı tabloyu yapmaya, bu kafeyi gece gördüğünde karar vermiş. Renklerinden çok etkilendiği için, resmi gözünün gördüğü şekilde, az ışık altında gece resmetmiş. Bakın Van Gogh mektubunda bu resimden şöyle bahsediyor: Yıldızlı bir akşamda o kafenin dışarıdan görünüşü, en az yıldızlar kadar parlak. Tabloyu karanlıkta gördüğüm renklerle resmedeceğim. Kafenin sarısı benim gördüğüm sarı olmayabilir, hatta yerdeki taşların rengi başka bile olabilir… Şu bir gerçek ki, gece ışığında yeşil yerine mavi görebilirim, lilayı mor seçebilirim. Ama beyaz ışıktan, mum ışığına geçtiğin zaman en zengin sarıları ve turuncuları yakalayabiliyorsun.” Bu resim anlayışını Proust edebiyatta uygulamıştır.
Proust’un anlatısında zengin betimlemeleriyle resim sanatının izlerini her yerde görürüz. Bu betimlemeler manzara resimlerinde olduğu kadar kişileri portelerken de öne çıkar. Yapıtın büyük bir kısmı romanda ressam rolündeki Elstir’in tablolarının anlatısıyla doludur. Anlatıcı, “Elstir’in atölyesi bir bakıma dünyanın yeniden yaratıldığı bir laboratuvar gibi geldi bana” der. (Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde s. 361) Proust’un kendine örnek aldığı ressam Elstir gördüğünü resmetmektedir ama bu bir ayna yansıtması değildir. Tablolarında yansıttığı öznellik şiirde eğretileme (metafor)un ta kendisidir. Proust şöyle ifade eder: “ Allah Baba varlıkları isim vererek yaratıyorsa, Elstir onların isimlerini kaldırarak veya onlara başka isim vererek, onları yeniden yaratır.” Elstir’a göre resim sanatının büyüsü ressamın bakışında yani yansıtma gücündedir.
Dünya her sanatçı ile yeniden yaratılır, yeniden ortaya çıkar. Böyle bir görüş açısıyla yazılan roman da okuru bir tablo üzerine bakmayı öğretmiş olur. Tıpkı Proust’un Elstir karakterini yaratırken Turner, Renoir, Degas, Monet, Manet, Gustave Noreau, Whistler, Beughel gibi birçok ressamdan yararlandığı gibi, okur da Proust’u okurken bir tabloya nasıl bakması gerektiğini öğrenmiş olur. Bu formül Proust’un roman estetiğinin özünü oluşturur. Realizm sanatının yanlıları sanatın amacının gerçeği olduğu gibi verilmesini savunurken Proust sanatçının sanatını icra ederken kendi görüşüne ve estetiğine uygun kılabilmek için gerçeği değiştirme yetkisine sahip olması gerektiğini düşünür. Bu görüş açısına göre sanatçı “çirkin”i bile “güzel”e dönüştürebilir.
Aynı şekilde gökyüzü ile deniz, deniz ile kara arasında sınırlar kalkabilir, güzellik ve çirkinlik arasında kalan sınırlar yok edilebilir ve bu kavramlara yeni boyutlar getirilebilir. Bu görüşle eserini ele alan Proust, “Kayıp Zamanın İzinde”nin başlarında önemli bir bölüm Anlatıcının kırsal kesimdeki yaşantısına ayrılır. Proust bu bölümde Leonie halasının eski evini, küçük Combray köyünü tasvir etmekten zevk duyar, tıpkı Elstir’in fırçasında en bayağı şeylerin güzelleşmesi gibi, romanda çirkinlikler güzelleşir, basit şeyler önem kazanır.
Kaynakça
Camus ve Swann’ların Tarafı 100 yaşında, kitap-lık sayı 170, YKY Kasım-Aralık 2013
Muharrem Şen, A la recherche du Temps Perdu’de sanatçı bir roman kahramanı, Ressam Elstir, S:Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi 1997, sayı 11
Muharrem Şen, Proust’un Romanında Sanat Eserlerinin Yeri (dergipark.org.tr/download/article-file/152074)
Marcel Proust, Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, 9. Baskı, YKY, 2001
Marcel Proust, “Bir roman yaratmak” kitap-lık sayı 114, YKY Mart 2008
Rıfat Günay, Marcel Proust ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Kahramanlarının Resme İlgileri
(dergipark.org.tr/fsmiadeti/issue/6493/85999)
Raşel Rakella Asal – edebiyathaber.net (18 Temmuz 2019)