Logokrasi ve özgürlükçü sol aydınlar
Sanatta/edebiyatta yanlılık tartışmasını Walter Benjamin’in bir önceki yazıda kaynak olarak kullandığım denemesi çerçevesinde sürdürelim. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, Almanya’daki “belirleyici politik-yazınsal hareketleri”, sol aydınlar ve yazarlar geliştirmiştir. Benjamin’in öne-sürümüyle, “aktivizm” veya eylemcilik ve “yeni nesnelcilik” akımları da bu çevrelerin üründür. Bu akımlar temel alınarak, “yazar düşünsel olarak proletarya ile dayanışmadığı sürece, politik eğilim karşı devrimci bir işlev görür” tümcesi açıklanabilir. Bu düşünürün savlamasına göre, aktivizmin istemleri, “logokrasi”, diyesi, “tinin/Düşüncenin egemenliği” veya “tin üretenlerin egemenliği” kavramında toparlanabilir. “Tin üretenler” anlatımı, “sol aydınlar arasında yerleşmiştir” ve Heinrich Mann’dan Alfred Döblin’e değin uzanan bir yelpazede yer alan sol aydınların “politik bildirgelerini” belirlemektedir.
Ayrıca, bu kavram “aydınların üretim sürecindeki konumunu” biçimlemektedir. Örneğin, aktivizm akımının kuramcısı olan ve “parti yöneticilerine hayır diyen” Hiller, tin üretenleri “belli bir meslek dalının mensupları” olarak değil, “belli bir öz-yapısal tipin temsilcileri” olarak niteler.
Aktivizm yanlıları, “materyalist diyalektiğin yerine, sınıfsal açıdan tanımlanması olanaksız bir büyüklük olan sağduyu” kavramını koymuştur. Böyle bir “kolektif oluşturma ilkesi, gerici bir ilkedir”; nitekim bu “kolektifin etkisi hiçbir zaman devrimci olmamıştır.” Alfred Döblin de “Bilme ve Değiştirme” adlı irdelemesinde bu ilkeye bağlı kalmıştır. Döblin bu yazısında, kendisine “Ne yapmalı?” sorusunu yönelten genç bir adamı “belli koşullar altında sosyalizm davasına katılmaya” çağırmıştır. Sosyalizm, Döblin’e göre, “özgürlük, insanların kendiliğinden bir araya gelmeleri, her türlü dayatmanın reddedilmesi, haksızlığa ve zora karşı öfke, insancılık, tolerans ve barışçılık” demektir.
Döblin, bu ilkelerden yola çıkarak, “radikal işçi hareketinin kuramı ve edimine” karşı çıkmıştır. Döblin’in kanısınca, diye yazar Benjamin, “hiçbir şeyden, o şeyin özünde olmayan bir şey çıkmaz; cani boyutlara ulaşan sınıf savaşından adalet çıkabilir; ancak sosyalizm çıkmaz.” Bu nedenle, proleter cepheye katılmak yerine, “insani-bireysel özgürlük, kendiliğinden dayanışma ve insanların birleşmesi” için çalışmak gerekir. Döblin’in bu belirlemeleri, “yazarın üretim sürecindeki konumunu değil, onun tin üreten olarak görüşlerini veya yetilerini” öne çıkarmaktadır. “Proletaryanın ‘yanında’ (vurgu, Benjamin’indir) yer almayı” öneren Döblin, “sınıf savaşımında entelektüelin yerinin yalnızca onun üretim sürecindeki konumuyla” belirlenebileceğini yadsımıştır.
Bu bağlamda sosyalist ülkelerdeki tarihsel gelişmenin, Benjamin’i değil, “Berlin Aleksander Meydanı” adlı ünlü romanın yazarı Alfred Döblin’in yukarıdaki felsefi derinlikli belirlemesini doğruladığını ve haklı çıkardığını özellikle vurgulamak gerekir.
Sol edebiyatın işlevi nedir?
Benjamin’e göre, Döblin aktivizmi öne çıkarırken, Brecht “üretim biçimlerinin ve üretim araçlarının ilerici aydınlar anlamında değişimini” anlatmak için, “yeniden işlevlendirme” kavramını önermiştir. Brecht, entelektüellere “üretim aparatını/aygıtını sosyalizm anlamında değiştirmeksizin, onun gereksinmelerini gidermeme” çağrısını yapmıştır. Brecht, bu görüşü uyarınca, “Denemeler” adlı yapıtını, “bazı çalışmaların büyük ölçüde bireysel yaşantıyı” öne çıkardığı, “belli kurumların yeniden biçimlendirimini” ihmal ettiği bir zamanda gerçekleştirmiştir. Bilindiği gibi, faşistler, “tinsel/düşünsel yenilenmeyi” değil, “teknik yeniliği” önerir.
Yeni nesnelcilik ise, Benjamin’in değerlendirmesine göre, “üretim cihazının değiştirilmesine değil, onun gereksinmesinin giderilmesine” hizmet etmektedir. Bu kapsamda “burjuva üretim ve yayım aparatının kendisini hiçbir biçimde sorunlaştırmaksızın, devrimci konuların şaşırtıcı bir miktarını özümsediği, hatta propaganda için araçsallaştırdığı” olgusu gözlenmektedir.
Burjuva üretim ve yayım mekanizmasının gereksinmesini gideren “rutinciler” olduğu sürece, bu mekanizma hiçbir şekilde sorgulanmaz ve sorunlaştırılmaz. Rutincilerin “devrimci” olmaları da pek bir şey değiştirmez. Rutinci, Benjamin’in tanımı uyarınca, “üretim aparatını, sosyalizm yararına iyileştirmeler yoluyla egemen sınıflara yabancılaştırmaktan vazgeçen” kişidir. “Sol edebiyatın önemli bir bölümü, okurları eğlendirmek için politik durumdan sürekli yeni efektler kazanmaya uğraşmaktan başka toplumsal bir işlev” karşılamamaktadır.
Bu saptama, özellikle “yeni nesnelciler” için geçerlidir. Yeni nesnelciler, “röportaj” türünü öne çıkarmıştır. Peki, “bu yeni teknik kimin işine yaramaktadır?” Görünürlük açısından “fotoğraf biçimini” öne çıkarmayı yeğlediğini belirten Benjamin’e göre, “fotoğraf için geçerli olan, yazınsal biçime de uyarlanabilir.” Bu iki tür de gelişimini “yayım tekniğine”, diyesi, “radyoya ve resimli basına” borçludur. Bu açıdan geriye dönüp “Dadaizm’e bakılabilir.” Dadaizm’in “devrimci gücü, sanatı, özgünlüğü açısından” değerlendirmede yatar.
Bu kapsamda “Dünya güzeldir” sözü, Renger-Patzsch’ın “yeni nesnelci fotoğraf sanatının doruklaştığı” resimli kitabının başlığıdır. Bu yazarlar, “modayı ve yetkinci tarzda kavradıkları sefaleti de haz almanın nesnesi” durumuna getirmeyi başarmıştır; çünkü fotoğraf sanatının “ekonomik işlevlerinden biri de daha önce yığınların tüketiminden uzak tutulan konuları, modaya uygun olarak işleyerek yığınlara yöneltmiş olmasıdır.”
Bu sanatın “politik işlevlerinden biri, dünyayı olduğu durumda içten”, diyesi, “modaya uygun olarak yenileştirmektir.” İşte tam da bu, “bir üretim aparatını değiştirmeksizin, onun gereksinmesini gidermeye” hizmetin en somut örneğidir. Üretim aparatını veya mekanizmasını değiştirmek, “entelektüel üretime zincir vuran sınırlardan birini yıkmak, çelişkilerden birini çözmek” demektir. Bu durumda söz konusu çelişki/sınır, “yazı ile resim arasındadır.” Fotoğrafçıdan talep edilen şey, “çekimlerine, onları modanın aşındırmasından uzak tutan ve onlara devrimci kullanım değeri kazandıran yazılamaları” yapmaktır.
Benjamin’in açımlaması uyarınca, yazarlar “fotoğraf çekmeye koyulduklarında” bu istem çok daha köklü biçimde dile getirilmelidir. Dolayısıyla, burada da “üretici olarak yazar için teknik ilerleme, kendi politik ilerlemesinin de temelini” oluşturur. Bir başka anlatımla, “tinsel üretim sürecinde burjuva düzeninin ve onun bakış açısını oluşturan yeteneklerin aşılması, bu üretimi politik bakımdan işe yarar duruma getirir.” Böylece, “her iki üretim gücünü ayırmak için oluşturulan yetenek sınırları birlikte aşılmak zorundadır.” Üretici olarak yazar, “proletarya ile dayanışmasını deneyimlemek” suretiyle, aynı anda dolaysız olarak “daha önce kendisi için pek bir şey ifade etmeyen diğer bazı üreticileri” de deneyimler.
Nitelikli sanatın görevi, sürekli yeniden-işlevlendirmedir
Benjamin’in Hans Eisler’den aktarımı uyarınca, “hem üretimde, hem de yeniden üretimde artan ölçüde bir rasyonalizasyon” müzik alanına da yansımaktadır. “Plak, sesli film, müzik otomatları, konserve biçiminde ‘mal’ üretimi” söz konusu rasyonalizasyonun dışa-vurumlarıdır. Bu sürecin bir sonucu olarak müziğin “yeniden üretimi, giderek artan ölçüde yüksek nitelikli uzman gruplara” kalmaktadır. Konser kurumlarının “bunalımı/krizi, yeni buluşlardan ötürü eskimiş ve aşılmış bir üretim biçiminin bunalımıdır.” Dolayısıyla güncel görev, “konserin biçimini yeniden işlevlendirmektir.” Bu yeniden işlevlendirme, iki koşulu, diyesi, “icracı ile dinleyici arasındaki çelişkiyi” ve “teknik ile içerikler arasındaki çelişkiyi” aşma koşulunu yerine getirmelidir. Eisler’in belirlemesiyle, “orkestra müziğine gereğinden fazla değer vermekten ve onu tek yüksek sanat saymaktan sakınmak gerekir. Sözsüz müzik, büyük önemini ve tam yaygınlaşmasını kapitalizmde kazanmıştır.”
Benjamin’in bu belirlemeden yaptığı çıkarım uyarınca, kriz içinde olan bir sanatsal etkinlik olan “konseri köklü biçimde değiştirmek, sözün katkısı olmaksızın olanaksızdır.” Ancak böyle bir görevin başarılması, “konserin değişimini politik bir mitinge dönüştürebilir.” Nitekim böyle bir değişimin “müziksel ve yazınsal tekniğin en üst noktasını” oluşturduğunu, Brecht ve Eisler, “Önlem” adlı yapıtla kanıtlamıştır.
Benjamin’in savlaması uyarınca, yazınsal türlerin kaynaşması sürecinde “fotoğraf ve müzik” de iç içe geçen yeni biçimler kapsamında değerlendirilebilir. “Her türlü yaşam koşulunun/ilişkisinin yazınsallaştırımı”, söz konusu kaynaşma sürecinin “kapsamını” anlatan kavramı türetmeye elverişlidir. Yazınsal bir akım olan yeni nesnecilik, yalnızca “modaya uygun bir şekilde sefaleti tüketimin nesnesi” yapmakla kalmamış; “‘sefalete karşı savaşımı’ (vurgu, Benjamin’indir) da tüketimin konusu yapmıştır.” Bu yazınsal akımın “politik önemi/anlamı, birçok durumda devrimci reflekslerin uygulamaya koyulmasıyla tükenmez”; burjuvazi içinde ortaya çıkan “büyük kentlere özgü kabare kurumuna uymayan eğlenme nesnelerini” de işin içine katar.
Benjamin’e göre, “politik savaşımın dayatmadan/zorlamadan çıkıp, izleyici zevkinin nesnesine, bir üretim aracından çıkıp, bir tüketim maddesine dönüşümü, bu edebiyatın belirleyici özelliğidir.” Bu düşünürün, “kavrayışlı bir eleştirmen” diye adlandırdığı kişiden yaptığı aktarımı uyarınca, “sol radikal aydınların işçi hareketiyle ilgisi yoktur.” Bu aydınlar “burjuvaziye özgü bozuma uğramış bir görüngüdür.” Kaestner, Mehring ve Tucholsky türünden “sol radikal yazarlar/yayımcılar, çökmüş burjuva sınıfların dışsal olarak proletaryaya uyum sağlamış” olanlarıdır. Politik açıdan bunların “işlevi, partiler değil, klikler”; yazınsal açıdan işlevi, “ekoller değil, modalar”; ekonomik açıdan işlevi, “üreticiler değil, ajanlar” yaratmaktır. Bunlar, “kendi yokluklarıyla büyük harcama yapan ve genleşen boşluktan bir şölen yaratan ajanlar ve rutincilerdir.”
Benjamin’in değerlendirmesi uyarınca, Yeni Nesnelcilik, “kendi yoksulluğuyla büyük harcama yapan” ekoldür. Bu akım söz konusu tavrıyla “kendisini günümüz yazarının ivedi görevinden muaf/bağış tutmuştur.” Sovyet devleti, “Plâtoncu devlet gibi”, hem şairi/yazarı “sınır dışı edecektir”; hem de yazara/şaire “yaratıcı kişiliğin çoktan sahteleştirilmiş zenginliğini usta yapıtlarda gösteriye sunmasına izin vermeyen” bu görevi yükleyecektir. Bu anlamda kendilerinden yetkin yapıtlar “beklenilen” kişiliklerin “yenilenmesi, faşizmin bir ayrıcalığıdır.”
Benjamin açımlamasına göre, “günümüz üretim koşullarını her yönüyle düşünmüş yazardan böyle yapıtlar beklenebilir veya arzulanabilir.” Böyle bir yazarın çalışması “hiçbir zaman sadece üretimler üzerine bir çalışma değil, aynı zamanda üretimin araçları üzerine bir çalışma olacaktır.” Bir başka anlatımla, böyle bir yazarın “ürünleri, yapıt karakterinin yanında ve önünde örgütleyici/düzenleyici bir işlev taşımak zorundadır.” Söz konusu ürünlerin “düzenleyici değerlendirilebilirliği asla onun propagandist değerlendirilebilirliğiyle sınırlandırılamaz.” Benjamin’in belirlemesiyle, “eğilim bir başına bunu yapamaz.”
Prof. Dr. Onur Bilge Kula – edebiyathaber.net (2 Eylül 2015)