Sanatçı tarihsel, toplumsal-kültürel bir varlıktır. Dolayısıyla, sanat ve sanatçı, tarihsel ilerleme süreci içinde gerçekleşen toplumsal-kültürel değişimlere koşut olarak gelişir ve biçimlenir. Sanatçı tarihsel, toplumsal-kültürel ilerlemeye koşut olarak gelişmesine karşın, öz-yaratımıyla, söz konusu tarihsel ve toplumsal koşullarla irdeleşir. Böylece sanatçı salt biçimlenen bir nesne olmaktan kurtulur ve biçimleyen bir özneye dönüştürür. Sanatsal etkinlik sürecinde tikel bir ürün olarak ortaya çıkan sanat yapıtı, yeniyi, tikeli simgeler. Yeni ve tikel bir ürün üreten sanatçı, sanatçının var-olanı ve gelenekselleşeni aşar; onlarla irdeleşir. Bu irdeleşme, çoğu kez toplumsal-siyasal erkle karşıtlaşma biçiminde gerçekleşir.
İnsan bir olanaklar varlığıdır; toplumsal-kültürel koşulların etkisi ve öz uğraşıyla hem insancılaşabilir, hem de özünü yok edici bir varlığa dönüşebilir. İnsanın insancılaşmasına ve dünyanın yaşanırlaşmasına en belirleyici katkıyı yapan hiç kuşkusuz sanattır; dolayısıyla dilsel malzemenin estetikleştirilmesiyle oluşan edebiyattır. Güzelliği öne çıkaran estetik ve edebiyat, insanın gizil güç olarak içinde taşıdığı yıkım eğilimini denetlemesi ve etkisizleştirmesinin de güvencesidir.
Bir önceki yazıda bazı görüşlerine başvurduğum Immanuel Kant, “Yargı Gücünün Eleştirisi”[1] adlı ünlü yapıtında estetik kavramını veya kuramını felsefileştirmiştir. Kant’ın anılan yapıtında dizgeleştirdiği estetik kuramının anlaşılırlığını kolaylaştırmak bakımından genel bir çerçeve anlamında “Yargı Gücünün Eleştirisine Giriş”te yer alan bazı açıklamalar ve irdelemeler yararlı olabilir. “Yargı Gücünün Eleştirisi” (1790), Ernst Cassirer’in[2] nitelemesiyle, Kant’ın “gençliğin yaratıcı gücüyle yaşlılığın olgunluğunu ve yetkinliğini birleştirdiği” önemli yapıtlardan biridir. Kant’a göre, “tikeli, tümel altında toplama yeterliliği”, yargı gücünü kapsar.
Yargı gücü, tikel olarak verili bulunan kavramları, tümel kapsamında toparlar. Yargı gücü, “doğanın amaçlılığının” insansal yeterliliğe dönüşmesine katkıda bulunur. Kant’ın “Yargı Gücünün Eleştirisi”nde “amaçlılık” ya da “amaçsallık” kapsamındaki anlatımınca, yargı gücünün doğadan ödünçlediği ve doğada olduğunu varsaydığı “rastlantısal yasallık, doğanın biçimsel bir amaçlılığıdır.” Söz konusu varsayım nedeniyle, rastlantısal yasallık, “doğanın kuramsal bilgisini ve özgürlüğün edimsel ilkesini” temellendirmeye elverişli değildir. Bununla birlikte, “tikel deneyimlerin genel yasalarını aramak için de bir ilke” gereklidir. Tikel ile tümeli birleştirmek için, önsel nedenlere dayanan bir yasa olmalıdır.
Asıl olarak yargı gücünden doğan ve yargı gücüne özgü olan “sanat”, her şeyden önce doğa, bir başka deyişle, tikel yasalar bakımından “doğanın tekniği” ile ilişkili bir kavramdır. Bu bağlamda doğaya ilişkin bilginin zenginleştirilmesinden çok, “yargı gücü için ölçütler oluşturma” söz konusudur ya da önem kazanır. Kant’a göre, bilgi yeterliliği, hoşlanma ya da hoşlanmama duygusu ve arzulama yeterliliği olmak üzere, üç yeterlilik vardır. Sanat açısından önem taşıyan hoşlanma/hoşlanmama yeterliliği veya duygusu tümüyle özneldir. Bu nedenle, duyumsama yeterliliği, diyesi, hoşlanma ya da hoşlanmam duygusunun ilkesi de yargı gücündedir. Yargı gücü, bir başına “sadece özne ile ilişkilenir ve nesneler ilişkin kavramlar” geliştiremez.
Kant’ın anılan yapıtının “Yargı Gücü İçin Bir Dizge Olarak Deneyim” bölümündeki anlatımıyla, doğa, “aşkın yasaların dizgesidir” Bütün görüngülerin toplamı olan doğanın içerdiği biçimler sonsuzdur. Doğa aşkın yasaların dizgesi ve sonsuz sayıda biçimin toplamı olduğuna göre, doğanın bu yeterliliğinden ötürü, sonsuz sayıda sanat yapıtı yaratılabilir. Kant’ın “doğa biçimlerinin sonsuz büyüklüğü ya da çeşitliliği”, yazın kuramında yazınsal biçimlerin sonsuzluğu ve yazınsal metinlerin çok-anlamlılığı kavramıyla karşılanır.
Kant’ın “doğal nesnelerin çeşitliliği” anlatımıyla, Rus biçimciliğinin düşünsel önderlerinden biri olan Bakhtin’in, “yazınsal metinlerin ses çokluğu”, “bilinç çokluğu”, “dilin söyleşimselliği”, Lukacs’ın “nesnel gerçekliğin tüketilemezliği” ve son olarak da Barthes’in “göstergenin nedensizliği, uzlaşımsallığı ve tinselliği” kavramları arasında koşutluk kurulabilir.
Kant’a göre, sanat/yazın yapıtlarında “mutlak yetkinlik” koşulu aranmaz; çünkü hiçbir yapıt bu koşulu yerine getiremez. Bu filozofun belirleyimi uyarınca, yargı gücü, “ya verili bir tasavvuru belirli bir ilkeye göre düşünümleme için salt yeterliliktir” ya da “temelde yatan bir kavramı verili görgün bir tasavvur ile belirleme yeterliliğidir.” İnsan/sanatçı bölümleme, ayrıştırma ve tekleştirme yeterliliğine sahiptir. Bu yeterlilik, tümelin içerdiği tekleri ‘tikele’ dönüştürmenin kaynağıdır.
Kant’ın özellikle şu belirlemesi yanlılık/yansızlık tartışması açısından yol göstericidir: Amaçsallık, “doğayı özgüleştirmenin öznel ilkesidir.” Bir başka deyişle, doğal nesnelerden estetik ürün üretmenin aracıdır. Dolayısıyla, sanatta saltık yansızlık olanaksızdır. Bu tümceler, Kant’ın amaçlılık kavramını sadece doğal olana indirgediğini, tarihseli, toplumsal-kültürel olanı ihmal ettiğini ortaya koymaktadır.
Kant’ın çıkarımı gereği, verili bir nesnenin biçimi, “çeşitliye ilişkin anlayışın imgelem gücünde aklın bir kavramının betimlenimi ile uygunlaşacak şekilde” oluşturulmuştur. Bu bağlamda “salt düşünümde anlık ve imgelem gücü, karşılıklı olarak bir birinin işleyişini desteklemek için uyumlulaşırlar” ve nesne “sadece yargı gücü için amaçsal/amaçlı olarak algılanır.”
Öte yandan amaçsallık ya da amaçlılık, nesnenin kavramını gerektirmez ve öznellik çerçevesinde ortaya çıkar. Amaçsallık kapsamında üretilen yargı, “bilgi yargısı” değildir. Bu tür bir yargıya “estetik düşünüm yargısı denir.”
İnsan, estetik biçimlerle girdiği irdeleşim içinde söz konusu etkileşimin sorunsuz yürüdüğünü görür. Kant’a göre, estetik deneyimin bu belirlenimi ya da işlevi, “amaçsız amaçlılık” başlığı altında toplanır. Sanatta/edebiyatta “amaçsız amaçlılık” veya ‘sanat, öz-amaçtır’ kavramı sanata/edebiyat bir görev yüklenemeyeceği anlayışına dayanır. Ancak sanata/edebiyata tarihin bütün dönemlerinde sanata/edebiyata görev yüklenmiştir. Sanata/edebiyata görev yükleme anlayışı, Aydınlanma felsefesiyle birlikte iyice belirginleşmiştir. Aydınlanmanın sanat felsefesi uyarınca, sanat insanı ve toplumu aydınlatmalıdır.
Burada şöyle bir çelişki veya soru ortaya çıkmaktadır. Aydınlanmayı felsefileştiren başlıca filozoflardan biri olan Kant, “sanatta/edebiyatta ‘amaçsız amaçlılık’ ilkesi geçerlidir” belirlemesiyle, Aydınlanma ile çelişmekte midir? Hemen vurgulamak isterim: Kant “Yargı Gücünün Eleştirisi” adlı yapıtıyla aynı zamanda romantik sanat anlayışını da felsefi açıdan dizgeleştirmiştir. ‘Sanat öz-amaçtır’ ilkesi, sanatın ve sanatçının özerkliği ve özgürlüğünü dile getirmenin yanı sıra, sanatın edimsel yarar sağlamak amacıyla kullanılamayacağı anlamı taşır. Bu ilke uyarınca, sanat, nesnel amaçları veya ideolojik amaçları gerçekleştirmeye hizmet etmez. Fakat bütün bunlardan, girişte vurguladığım gibi, sanatın, insanın insanileşmesi uğraşına ilgisiz kalacağı gibi bir sonuç çıkarılmaz.
Kant’ın konuya ilişkin görüşlerini irdelemeyi sürdürelim. Kant’ın anlatımı uyarınca, öteden beri “bir tasavvur tarzı estetiktir, bir başka anlatımla, duyusaldır” denildiğinde, böyle durumlarda tasavvurun bilgi yeterliliği ile değil, “hoşlanma ya da hoşlanmama duygusu” ile ilişkilendirilmesi anlaşılır. Ayrıca, bu tür bağlamlarda duygu, öznenin duyumsamasıyla ilişkilidir. Bu yüzden de bu duyguya “nesnel bir anlam” da yüklenmez; nesnel bir anlam yüklenmediği için söz konusu duygu, “nesnelerin bilgisine katkı yapmaz.”
Bir estetik yargı, ilkesel olarak “çelişkili ve yanlış yorumlamalara açıktır.” Bir nesneye ilişkin estetik yargıda her zaman “öznenin duygusu” başattır. Bunun nedeni, yargı gücünde “anlığın ve imgelem gücünün karşılıklı ilişki” içerisinde olmalarıdır. Dolayısıyla yargı gücünde hem nesnellik, hem de öznellik bulunur ve bunlar bir biriyle etkileşir. Duyumsama “estetiktir ve öznel bir amaçsallık olarak hoşlanma duygusuyla ilişkilidir.”
Sanatsal yapıtlar yetkinlik ürünüdür. Yetkinlikten söz edildiğinde, her zaman “bir amacın kavramı olarak bir şeyin kavramının varlığı” temel alınır. Bu ontolojik kavram, “çeşitlinin uyumlulaşarak teke dönüşümü” amacına uygulanır. Doğal nesnelerdeki nesnel amaçsallık, “nesnel ve özdeksel olarak düşünülür.” Nesnel amaçsallık, doğanın amacı kavramını birliğinde taşır. Doğanın amacı kavramı da, Kant’ın söyleşiyle, “yetkinliği” içerir. Bir nesnede yetkinliği aramak için, “akıl”; hoşluğu aramak için “duyu”; güzelliği aramak için “verili bir tasavvura ilişkin düşünüm” gereklidir. Buradan çıkarak şu belirleme yapılabilir: Estetik düşünüm yeterliliği, “nesnenin öznel amaçlılığını yargılar”; nesnenin yetkinliğini yargılamaz. Estetik düşünüm yargısı, “nesnenin biçimsel ve öznel amaçlılığının kavramına ayrılabilir.” Söz konusu kavram, aslında “hoşlanma duygusuyla özdeştir.”
Öte yandan, “amaçlılığın öznel tasavvurunun da herhangi bir amacın kavramı olması gerekmez.” Kant’ın bu önermesi şöyle açıklanabilir: Doğal nesneler tözleri gereği amaçsaldırlar ve amaçsallığın biçimlerini içerirler; ancak söz konusu amacın ya da amaçsallığın biçimi her insan tarafından ayrı ve değişik tarzda duyumsanır. Bir başka deyişle, doğal nesnelerin amaçlılığı, öznel olarak tasavvur edilir. Örneğin, heykel sanatının malzemesi olan taş, kaya ya da metal gibi maddeler tözsel olarak biçimlendirilerek, heykele dönüştürülmeye elverişlidir.
Bu önerme, dil örneğinde şöyle gerekçelendirilebilir veya açımlanabilir: Doğal ve genel bir dizge olan dil, tözü gereği, amaçlılığın biçimini içerir; ancak söz konusu amaçsallığın biçimi, dili kullananlarca farklı şekilde tasavvur edilir ve algılanır. Dilin içerdiği amaçlılığın biçiminin farklı şekilde tasavvur edilmesi, malzemesi ve dolayımı dil olan yazınsal yapıtların özgün olarak biçemselleştirilmesinin ve böylece tikellik niteliği kazanmasının başlıca kaynağıdır.
Kant tümel bir çıkarım yaparak, şu önermeyi geliştirir: “Doğanın amaçlılığına (veya amaçsallığına; OBK) ilişkin bütün yargılar, bunlar ister estetik, ister teleolojik olsunlar, sadece yargı gücüne ait olan önsel ilkelere bağlıdırlar; çünkü söz konusu yargılar, belirleyimsel yargılar değil, düşünümsel yargılardır.”
Amaçlılığın doğal biçimleri görgün olarak belirlenebilir olmak zorundadır. Bu nedenle de amaçlılığın doğal biçimlerine ilişkin yargılar, “genel-geçerlik ve gerekirlik” savı içerirler. Düşünümsel olan bu yargılar, “yargı gücü için öznel amaçlılığın söz konusu ilke ile ilişkisi yoluyla önsel” nitelik kazanırlar.
Sanatı, insanın tasavvur güçlerinin nedenselliği olarak tanımlayan Kant’a göre, düşünümsel yargılar, “olası nesnel amaçlılık” kavramını, bir başka anlatımla, “doğanın amaçları anlamında doğal nesnelerin amaçlılığı” kavramını da içerirler.
Öznel olarak yargılandığı için hiçbir kavrama dayanmayan salt öznel amaçlılık, hoşlanma ya da hoşlanmama duygusuyla ilişkilendirilir. Bu öznel amaçlılığa ilişkin yargı estetiktir ve bu yargı estetik olarak yargılanmalıdır. Hoşlanma ya da hoşlanmama duygusu, nesnenin duyusal tasavvurudur. Bu duygu, estetik ve görgün yargı olarak duyumsanır ve tikel bir duyumsama/alımlama gerektirir. Bu duygu söz konusu olduğunda amaçsallık olduğu da varsayılır. Hoşlanma ya da hoşlanmama duygusu “öznel amaçlılık tasavvuru ile bir ve aynıdır.” Bu nedenlerle, düşünümsel yargı gücünün estetiği, aynı zamanda bu yeterliliğin eleştirisidir.
Kant, ister öznel, ister nesnel olsun her türlü amaçlılığın “iç” ve “görece” amaçlılık olmak üzere ikiye ayrılabileceğini belirtir. “İç amaçlılık”, nesnenin tasavvurundadır; “görece amaçlılık” ise, bu amaçlılığın “rastlantısal kullanımı” ile ilgilidir.
Bu ayrıma dayanarak, bir nesnenin biçimi iki bölümde incelenebilir: Birincisi, biçim bir başına düşünümsel yargı için “amaçsal” olarak algılanır. Böylece, öznel amaçlılık, doğaya ve nesneye bir nitelik olarak yüklenir. İkincisi, nesne, algılamada düşünüm için biçiminin bir belirlenimi olarak en küçük amaçsallık taşımayabilir; ancak onun tasavvuru, öznede önsel olarak bulunan amaçsallığa uygulanabilir; bir başka söyleşiyle, amaçsallık duygusu uyandırmak amacıyla uygulanabilir. Böylece önsel ilkelere dayanan estetik bir yargı kurulabilir. Bu yargı, “dolaysız olarak doğal amaçsallığına değil, biçimine göre belirli duyusal görülerin olası amaçsal kullanımına dayanır.”
Amaçsallığın ilk biçimi kapsamındaki yargılar, öznel amaçsallık bakımından doğal nesnelere “güzellik” ve “yücelik” nitemi katarlar. Amaçsallığın ikinci biçimi, amaçsallığın rastlantısal kullanımına dayandığı için doğanın tikel bir tekniğini gerektirmez; ancak “ruh güçlerinin yetisi içinde bulunan iç amaçsallığı” gerektirir. Nesnel amaçsallık, Kant’a göre, “ya öznenin iç olanağında, ya da onun dışsal sonuçlarının görece olanağındadır.” Bütün bu açıklamalardan da görüleceği üzere, estetik yargı gücü, özü gereği “genel-geçer amaçlılık” öğesini içinde taşır.
Kant’ın bu bölümün sonunda yaptığı şu sanat tanımı, içerdiği düşünsel derinlik nedeniyle üzerinde durulmayı hak etmektedir: Sanat, “insanın tasavvur güçlerinin nedenselliğidir.” Bu tanım, sanatın insana özgülüğünü, dolayısıyla da sanatsal yetinin gizil güç olarak insanda bulunduğunu, sanatın öznelliğini, karmaşıklığını, duyusal ve düşünsel güçlerin etkileşimini gerektirdiğini, sanat ürününün niteliğinin söz konusu güçlerin yeterlilik ya da yetmezliğine göre belirlenebileceğini, sanatsal değerlendirmelerde saltlık veya genel-geçerlik olamayacağını ortaya koymaktadır.
[1] Immanuel Kant’ın “Yargı Gücünün Eleştirisi – Kritik der Urteilskraft” (Band 8, WBG, Darmstadt, 1983) adlı yapıtında serimlediği estetik ve edebiyat hakkındaki görüşlerini, “Kant-Schiller-Heidegger Estetik ve Edebiyat” (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2012) adlı kitabımda ayrıntılı irdeledim.
[2] Ernst CASSIRER: “Kants Leben und Lehre –Kant’ın Yaşamı ve Öğretisi-”; WBG, Darmstadt, 1977, s. 289. Bu kitap, Doğan Özlem tarafından Türkçeleştirilmiş ve Ege Üniversitesi’nce 1988 yılında yayımlanmıştır.
Prof. Dr. Onur Bilge Kula – edebiyathaber.net (24 Haziran 2015)