Başak Derya Çetin’in ilk şiir kitabı “Sancı” Tilki Kitap etiketiyle okurla buluştu. Toplamda yirmi beş şiirin yer aldığı kitapta bir şiir hariç -Kör Mesafe- hepsi tek sözcükten oluşuyor: sancı, yara, vurgun, gece, gece, ihanet, kor, sızı, ağıt…
“Yetim bir yazgıydı alnımda bıraktığın / yüklerin sözlerimde, heceler küskün / nefes nefese hayalin her gece peşimde / içimde atan çığlık bile suskun.”“Sancı”da birinci tekil kişi -ben, kahraman- anlatıcı bakış açısıyla hikâye şiirler okuyoruz, şiirden çok şarkı sözüne yakın duran yer yer şairin sesinin de duyulduğu metinler bunlar. Şiirlerde merkez temalar: aşk, ayrılık acısı, babaya özlem, hayatın ve aşkın bitimli oluşunun getirdiği varoluşsal karmaşa halleri, babanın ölümü, bireysel yabancılaşma, karamsarlık ve yalnızlık. Derya Çetin ilk şiir kitabında farklı sözcükleri bir araya getirerek yeni anlamlar arıyor. Gündelik konuşma dilindeki sözcükleri işleyerek güzelleştirme çabası dikkate değer. Derenin yıllarca akan suyunun, taşların üzerlerini adeta zımparalayarak pürüzsüz hale getirdiği gibi. Anlatıcı bu çabaya ek olarak sancısını yeri geldiğinde sorular sorarak samimi biçimde okurla paylaşıyor.
Sancı’da yer alan şiirlerden hareketle aşka dayalı zarar veren ilişkiler sonunda bitiyor. Dinlemek için birinin susması gerek. İhanetle gelen ayrılık sonrası sözlerin bitimiyle birlikte içinde bulunulan ruh halleri kuyu metaforuna karşılık geliyor. Sevgililer konuşamıyor artık. Ayrılık sürecinde hayaller ve gerçekler üzerinden beden ve duygular çatışıyor, yaratıcı çelişki burada saklı. Zaman başlangıç aşamasında sorunları çözmüyor. Âşık bazen öfkeleniyor, bazen de kendini akışa bırakıyor. Ayrılık sonrasında yaşanan deneyimlerin etkisinden hemen çıkılamıyor, ayrılık her anlamda zor çünkü. Bellek çalışıyor, unutulanları ara ara anımsıyor. Yaşananlar bellekte çağrışımlar, mekânlar, nesneler ve eşyalar aracılığıyla her seferinde yeniden canlanıyor, kurguya dönüşüyor. Sevgililerin yeniden bir araya gelme ihtimali umutlandırıyor, hayat bir taraftan sürüyor sonuçta. İhanetten kaynaklanan ayrılık rahatsız ediyor ancak kurtuluş ve yeni bir hayata başlamak için içinde ipuçları da barındırıyor. Sabretmek çözüm gibi görünüyor fakat arzular zamanla azalmaya başlıyor.
Gündüzler karamsar duyguların etkisi altında geçiyor. Gece müzik dinlenirken ayrılığın nedenleri üzerine düşünülüyor. İçki içiliyor, sarhoş olunuyor, zihinsel durumlar değişiyor ancak bunlar geçici çareler, ertesi gün uyanıldığında depresif haller âşığın üzerine karabasan gibi çöküyor. “Güneş sırasını bekler / karışmaz bu defa gündüzler gecelere.” Yeni insanlara açılmak acıyı dindiriyor mu peki? Modern aşk karşılıklıdır, cinsellik ise olmazsa olmaz. Aşk ve ayrılık toplumdan bağımsız olup keşfetmeye dayanır, zıtlıklarla beslenir, öte yandan kaderle de ilişkili. Ayrılığın mevsim metaforu sonbahar, yaz ise yeniden başlamanın. Duman ise metafor olarak ayrılık sonrasında aşktan geriye kalanların üzerini kaplıyor.Güneşle birlikte yeniden doğuluyor.
Sonuç olarak aşk sorun çıkarır ama var eder, hayata döndürür, hayatın anlamıdır. Yalnızlığı azaltır. Yoklukla baş etme çabasıdır. Sancının ve ayrılık acısının panzehiri ise yeni ilişkiler, arayışlar ve sanattır. Aşk bitse bile kalanlar bir şekilde sanata dönüşür, özellikle de şiire ve şarkı sözlerine. “Yol uzarsa koşarız ters yönlere / Uyumayız gerekirse karşılaşmayız düşlerde / Belli mi olur, belki teselli buluruz başka tenlerde / Yanarız, sonra söneriz en derinlerde.”
edebiyathaber.net (26 Şubat 2024)