Balkan edebiyatının en önemli isimlerinden Semezdin Mehmedinoviç’in kaleme aldığı “Saraybosna Blues”, yazarın bizzat direnişçi olarak katıldığı Bosna Savaşı’nı, insanın içini ürperten bir soğukkanlılıkla yazdığı hikâyeler, anekdotlar, metinler ve şiirlerle anlatıyor.
“Hatırlıyorum da Goethe’nin “Der Erlkönig”i (Gürgen Kralı) ilk okuyuşumda nasıl da çarpmıştı beni: özellikle de babanın ölen çocuğunu kollarında tuttuğu kısım. Çocuğun korkusunun azameti ve babanın acziyeti tüylerimi diken diken etmişti! Geçtiğimiz sene o şiiri pek çok kere düşündüm, bende uyandırdığı hisler, ölümün varlığı içine işlemiş bu gerçeklikte tekrar tekrar içimde canlandığından değil. Daha ziyade şu yüzden: Ölüm öyle yakınımızdaydı ki belli bir trajediyle teşhis edemiyordum onu. Duyguyu kendi trajik hissimi şiddetlendirmek için hatırlıyordum. Neticede hileydi tabii bu. Şiirin özü, bir şiirin sözlerini sanki içimizde uyanmışlar gibi veyahut da sanki onları biz kendimiz söylemişiz gibi tecrübe etmemizdir. Böylece, trajiği Goethe’nin klasik inşasıyla teşhis edebilmek mümkün oluyor, onu sevdiklerimiz ve yakınlarımız için saklıyor… Başına bir şey gelmeyen çok az insan kaldı. Herkes acısı taze olanlara mesafeli duruyor. Bu yüzden kendi kaybımı yazarken huzursuzluk hissediyorum, ama içimin çok derinlerindeki bir baskıyla yazıyorum.” Öyle olurmuş savaşlarda. Bizzat yaşamadım ve kimse yaşamasın tabii ama koca koca kitaplarda yazanlar, tek kurşunla kafası paramparça olan sabileri gözümüze sokmadan dümdüz anlatan filmler ve tek başına bütün bir savaşın zulmünü anlatan ağıtlardan dinlediklerimizden çıkardığım sonuç bu: Başına bir şey gelmeyen insan kalmaması ve çok derinlerden gelen, adı konulmayan bir baskı. Balkanların en önemli yazarlarından Semezdin Mehmedinoviç’in yazdığı, Kadir r. Daniş çevirisiyle Ketebe Yayınları’ndan çıkan “Saraybosna Blues” da Mehmedinoviç’in ta içerilerden gelen bir baskıyla, bizzat direnişçi olarak yer aldığı Bosna Savaşı’nda bilhassa gördüklerini ta çok derinlerden gelen bir baskıyla kağıda döktüğü bir anlatı.
“Saraybosna Blues”da Semezdin Mehmedinoviç kurşunların bazen havada vızırdadığı, bombaların dümdüz ettiği şehirlerin kalıntıları arasında bir “savaş turuna” çıkarıyor okuru. Adları cadde ismi olan keskin nişancıların dürbünün önünden kafalarını gazete kağıtlarıyla ya da kitaplarla korumaya çalışan insanlar arasında dolaştırıyor. Tuvalet kağıdından yapılmış sigara paketlerinden derin nefesler alarak efkarına bir nebze olsun pansuman yaralı bedenlerin ve ruhların savaşı karşı geliştirdiği otomatik koşullanmayla alışılmışa çevrilen hayatlardan enstantaneler sunuyor. Evet, enstantane. Çünkü “şehirlere bomba yağan her gece”den geriye kalanlar, bunu yaşayanlar için bir trajedinin ötesine geçerek zamanla birer enstantaneye dönüşüyor kitapta. Duygu yok oluyor. Halsiz ve bitkin bedenler, zihinden azade birer hayalet gibi dumanı tüten sokaklarda umarsızca geziniyor. Bir daha unutulmayacak şekilde üzerine toprak atılan tarifi gayet basit duygularla yaşamaya alışıyor insanlar. Talan, yağma ve tecridin kol gezdiği bir zamanlar şen şakrak olan köşe başlarında gencecik kollardaki damarlara zerk edilen zehirle uyuşmak bir “hak” olarak görülüyor. Savaşın paramparça ettiği çocuklar cevabını kendi verdikleri can alıcı sorular soruyorlar bu anlamsızlığa. Hal ve gidişat bu kadar anlamsızken cevabın küçücük bir “Çünkü!” olmasını kim yadırgar ve yanlış bulur ki bir zamanlar hayat dolu gülüşlere mesken olan kahvelerin artığı jilet gibi asfalta yapışmışken? Ama kitabı bitirdikten sonra insana ne koyuyor biliyor musunuz? Bütün bunların mükerrer oluşu ve hiçbir şeyi, hiç kimseyi sallamadan dönüp duran akreple yelkovana ayak uydurmak zorunda kalan insanın vaziyeti. Savaşla yaşamanın bir alışkanlık haline gelişi…
Semezdin Mehmedinoviç gözünü kırpmadan anlatıyor “Saraybosna Blues”da. Sanki o saliselik zaman içinde bir şey kaçırırsa ileride bu satırları okuyanlar, bir şey atlamasın, her şeyi ayan beyan anlasın diye “gözünü sakınmadan” anlatıyor. Aralara serpiştirdiği şiirlerine ayrıca bir duygu, dram yüklemiyor. Zira her dize başlı başına birer anlam taşıyor zaten. Biz her ne kadar tüylerimiz diken diken okusak da “Saraybosna Blues”u, Mehmedinoviç bir o kadar soğukkanlı anlatıyor gördüklerini “içinin çok derinlerindeki bir baskıyla…”
edebiyathaber.net (23 Mart 2023)