Savaşın yıkıcılığı, göçün zorluğu | Melek Turgay

Mart 28, 2024

Savaşın yıkıcılığı, göçün zorluğu | Melek Turgay

Kırlangıç Bayırı Çocukları, okumaya başlar başlamaz temponun hiç düşmediği, her yeni bölümde hem hüzünlenip hem bir uyanış yaşadığım, olayların asla başladığı gibi sürmediği bir romandı ve bitirdiğimde gözyaşlarımı tutamadım.

Beni böylesine etkileyen bu şahane kitabı sizlerle paylaşmasam olmazdı.

Eveeet,şimdi Isabella isminde ortaokula giden bir kız düşünün. Avrupa’nın en güzel yerlerinden birinde, çocuk kitabı illüstratörü babası, yazar annesi, üniversiteye giden ablası ve en yakın arkadaşı Marta ile Roma’da şehir hayatı yaşayan bir çocuk o…

Bir gün, okul çıkışı Marta ile metro istasyonuna yürüyüp, ertesi gün görüşürüz temennisi ile ayrılan Isabella’nın hayatı o andan itibaren tepeden tırnağa değişiyor.

Şehirde bir anda patlamalar başlıyor. Isabella eve korku ve endişeyle dönüyor. Ardından da savaşın o korkunç haliyle tanışıyor… Annesi ve ablası evden uzakta. Evde sadece babası var. Annesinden gelen bir telefonla yuvalarından hemen ayrılma kararı alıyorlar. Isabella’nın annesi telefonda babasına ne söylüyorsa babası gözyaşlarını tutamıyor ve Isabella ya da “Yakında görüşeceğiz, dikkatli ve güçlü ol,” diyor. Panik halinde olan baba kız yanlarına aldıkları birkaç parça eşya ile şehri terk edecek olan ilk trene yetişmek için evlerinden ayrılıyorlar.

İşte her şey böyle başlıyor.

Hikâyenin gidişatında savaş mağduru insanların göç yolunda yaşadıklarını okuyacağımızı düşünürken yazarın bize anlatmak istediği aslında bambaşka bir konu olduğunu ilerleyen sayfalarda görüyoruz.

Isabella ve babası oldukça zorlu geçen yolculuklarından sonra babasının ailesinin çok uzun yıllar önce yaşadığı İskoçya’nın dağlık bir bölgesinde yer alan metruk eve ulaşıyorlar. Babası yuvaya döndüğünü düşünüyor ama Isabella için burası bir yuva değil. Kendi kendine bu durumun çok tuhaf olduğunu söylüyor. “Daha dün kalabalık bir şehirde sıradan hayatımızı yaşıyorduk, şimdiyse bu! Hiçbir şey yok. Hiç kimse yok.”

Isabella orada teknolojiden uzak, doğanın içinde, zor ama daha önce hiç bilmediği koşullarda yaşamayı deneyimliyor. Babasının belki bir telefon bulurum umuduyla gidip dönmediği günlerde Rawon ve Kelda ile tanışıyor ve onlardan yıllar önce salgın bir hastalığın bölgedeki tüm insanları ölüme sürüklediğini öğreniyor. Rowan ve Kelda hayatta kalmayı başarabilen çocuklar. Onlar kırlangıç bayırında bir ahırda yaşayan iki kardeş. Onların yaşamak için, hayatta kalabilmek için neler başardıklarını gören Isabella hayretler içinde kalıyor.

Tıpkı benim gibi… Evet, okudukça şaşkınlığımı gizleyemedim. Kendimi o çocukların yerine koydum. Kırlangıç Bayırı Çocukları gibi ben de aynı şartlarda olsam neler yapardım diye düşündüm. Sonra kızımı düşündüm. Böyle bir durumla bir anda karşılaşsa yaşam becerileri neler diye sorguladım. Yemek yapabiliyor mu? Ateşi kullanabiliyor mu? Kendi başına kalacak olsa ne yapabilir? Doğanın sundukları hakkında ne biliyor? Peki ya tehlikeler ve tehditler? Hangi durumda kendisini nasıl koruyabilir? Isabella gibi yanında biz olmadan hayatını nasıl idame ettirebilir? Bunları düşünmek çok korkutucu gelse de bazı gerçeklerle yüzleşmemi ve onun yaşam becerilerini arttırmaya yönelik kararlar almamı sağladı.

Kitabın içinde altını çizdiğim çok satırdan birini paylaşmak istiyorum. Isabella’nın kırsal yaşama bir süre sonra ayak uydurması ve bazı şeyleri anlaması ile ilgili şu cümleler öyle doğru ki…:

“… Rowan ve Kelda için bahçeleri, yemek ve hayatta kalmak demek. Kazmaya başlıyorum. Minicik bir kısmı temizlemek bile çok uzun zaman alıyor. Sırtım tutuluyor, bacaklarım ağrıyor. Eskiden olsa pes ederdim ama artık her şey farklı olmak zorunda. Rowan’ın değişim hakkında söyledikleri… Yaşadığımız hayat öylece devam edemezdi. Annemin anlattıkları ve yazdıkları da bununla ilgili. İnsanların sürekli yenisini isteyerek kolayca bir kenara attıkları şeyler…Her şeye sahip olanlarla neredeyse hiçbir şeyi olmayanlar arasındaki uçurum…Dünyanın her yerinde paranın silahlara harcanması, yardım etmek ve iyileştirmek yerine acı vermek…Hepsini şimdi daha iyi anlıyorum…”

Savaştan kaçan Isabella ve ailesinin doğayla iç içe bambaşka bir coğrafyada kendilerine kurdukları yaşam inanılmaz ve kahramanımızın İskoçya’daki eve ilk geldiğinde düşündüklerinin aksine bir gün tek başına oturup meşe, huş, üvez, alıç, dişbudak ağaçlarına bakarken akbabaların çok yükseklerde daireler çizmelerini izleyip, karatavuk, tatarcık, kırlangıç kuşlarının uçuşlarını seyre daldığı bir anda, “Burada hiçbir şey ve hiç kimse olmadığını nasıl düşünebildim, hayatın kendisi işte tam da burada yaşanıyor,” demesi beni çok duygulandırdı.

Hadi gelin şimdi hep birlikte mutluluk için gerçek ihtiyaçlarımızı bir daha gözden geçirelim.

edebiyathaber.net (28 Mart 2024)

Yorum yapın