Cihan Çetinkaya’nın son romanı Harp Baladı, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin doğu sınırını korumak için yapılacak Kanal Harekatı’na giden bir grup Türk askerini anlatırken, kitap boyunca savaşı bir ‘destan’ olarak nitelemek yerine, savaşın insan tanımamasını çok iyi kullanarak her yönüyle bir ‘insanlık panoraması’ çıkarıyor.
1914 yılının Kasım ayında İstanbul Cerrahpaşa’da kötülüğün, huzursuzluğun, güzellikten gayrı olanın kapısından girmediği bir evdeyiz. Bu ev, “en güzel hikayelerin bir gönül davasıyla başladığı” ev. Halil ile Leyla’nın birbirlerine bakarken içlerinin gittiği, aşklarının ilk görüşte değil ilk nefeste alev aldığı yerdeyiz. Leyla kahvesini tazelerken Halil’in, hasbihal iki ağızdan değil iki gönülden çıkarken, sorularla cevapları şiirler izlerken, çiçekler, kuşlar ve oynayan çocuklar da eşlik ediyor onların bu mutluluk kelimesiyle tarif edilemeyecek anlarına. Bir de küçük Yusuf dahil olunca Halil ve Leyla’nın kurdukları bu dünyaya, artık gerisi toptan hikaye. ‘Kötülükler’i haber ettiği için gazetenin bile girmediği, sevginin sütunları olduğu bu yuvada böyle bir hakim ama bir yandan da dışarıda hayat var! Akıp gidiyor bu iki aşıktan azade. Devir kan çağı, ölüm çağı. Bir sabah kapının çalınmasıyla iki zabit tutuşturuveriyor celbi Halil’in eline. Celp demek ölüm demek. Mühürler basılıyor dudaklara. Bir şeyler söylemek istiyorlar aslında ama farkında olmadan lal oluyor ikisi de. Ama yapacak bir şey yok! Çizgi çizilmiş artık onlar için. Yol belli…
“Tüm hafızası silinmiş Halil sadece bu sabahı hatırlıyordu. Aguşunda boşluk, zihninde kelimeler, sorular, nedenler, nasıllar, cevaplar onu ısıtmıyordu. Ne azap ne de sitem, hiçbir halin derde çaresi yoktu. Vaktin kuvvetli kolları arasında, bir başına ve yapayalnızdı. Başını trenin soğuk camına yasladığında, eliyle alnını sıvazlıyordu. Sonra tiz bir düdük sesi… Tren, kendi buharında boğuldu.”
Cihan Çetinkaya’nın Timaş Yayınları’ndan çıkan son kitabı Harp Baladı, Binbaşı Halil Sadi’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Cemal Paşa komutasındaki Kanal Harekatı başlamadan önce İstanbul’dan başlayan, önce Şam’a sonra da son durak Filistin’e uzanan yolculuğuna tanıklık etmeye çağırıyor okuru.
Balkan Savaşı’ndan kör topal çıkmayı başarabilmiş Osmanlı Devleti’nin Almanların yanında Birinci Dünya Savaşı’na girmesi herkes tarafından tartışıladururken savaş tüm dehşetiyle devam etmekte, Müttefik Kuvvetler’in Mısır’ı ‘kafa kola’ almış olması da hem Osmanlı Devleti’nin doğu sınırı hem de Mekke, Medine, Kudüs gibi kutsal yerler için büyük tehlike taşımaktadır. Ayrıca Süveyş Kanalı da düşmanın en önemli ikmal yollarından biri olduğu için Kanal’ın bir an önce kapatılması da sınırın korunması anlamına gelmektedir. Bu yüzden Harbiye Nazırı Enver Paşa da yapılacak Kanal Harekatı için batıdan doğu cephesine asker gönderir. Sir John Maxwell emrindeki yetmiş bin İngiliz askeriyle Kanal’ın diğer tarafında “vur” emrini vermek üzeredir. Düşmanın topu ağır, silahı vurucudur. Bozguna uğrar Halil Sadi ve beraberindekiler. Ölüm koymaz onlara da en çok esaret koyar. Kimler yoktur ki ölenler ve sağ kalanlar arasında Halil Sadi’yle beraber? Çoğu zaman sigaralarını paylaşıp bilgece sohbetler ettiği, tek başına düşmana koşan Üsküdarlı Arnavut Ali Ferid, esaret altında utancından ölen Salihoğlu Laz Vedat, iki muhabbetten sonra infaz edilen Er Hasan… Kimi ruhunu bırakır, kimi vücudunu, kimi de aklını bu dehşetin içinde. İnsan bu, alışır her şeye. Buna da alışır Halil Sadi ve arkadaşları. Vakit günde tek somunla ilerlerken kampın acımasız komutanı General Harrington’ın Adalar Denizi’ne tayini çıkar. Onun yerine Albay James J. Fitzgerald gelir. Okumaya meraklıdır Fitzgerald. Ağzından düşürmediği piposuyla, Oscar Wilde açıktır önünde. Halil Sadi’yi de takibe alıp bir gün odasına çağırır. Bir, iki, üç derken ufaktan birbirilerine ısınıp arkadaş olurlar. Edebiyattan, sanattan, hayattan konuşurlar. Diğer askerler için de Fitzgerald’ın gelmesiyle şartlar biraz düzelir ama nihayetinde esaret devam etmektedir ve her insan gibi onlar da özgürlüğe koşmak isterler. Bunun için de epey cesaret ve sağlam bir plan lazımdır. Esir askerlerde bunların hepsi vardır. Vakit gelmiştir artık. İsyan başlayacaktır. Ama Halil Sadi ve arkadaşlarının unuttuğu bir şey vardır: İnsan!
Cihan Çetinkaya Harp Baladı’nda en özet ifadeyle savaşın içinden bir ‘insanlık’ hikayesi çıkarıyor. Ölüme methiye düzmeden, neden kurşunların arasında olduklarını bilmeyen tüysüz çocukları, hayatta kalabilmek için akıllarını yekten kafadan çıkaranları, savaşın dil, din, ırk gözetmeden geride sadece ölüm bıraktığını soğukkanlı bir dille anlatıyor. Bunun yanına hikayeyle beraber ilerleyen, Halil Sadi’nin oğlu Yusuf’a yazdığı mektup Çetinkaya’nın yaratmak istediği atmosferi katmerleyerek kitaba ismini veren ‘balad’ı haklı çıkarıyor.
edebiyathaber.net (13 Mayıs 2022)