Sebastiao Salgado çağımızın en büyük fotoğrafçılarından biri. Kendisi çok uzun yıllardır kıta kıta dolaşıp çarpıcı insanlık hallerini gösteriyor bizlere. 1970’li yılların sonlarında başlayan fotoğrafçılık kariyeri boyunca soykırımları, göçleri ve çevre felaketlerini etkileyici bir şekilde kaydediyor ve bu trajedilerin önüne geçmek için çağrıda bulunuyor. Salgado’nun sıra dışı yaşamına geçtiğimiz senelerde gösterime giren Wim Wenders’in Salgado’nun oğlu Juliano Salgado ile beraber çektiği Toprağını Tuzu filmiyle tanık olmuştuk. Bundan bir kaç hafta önce Everest Yayınları’ndan çıkan ve Isaballe Francq tarafından hazırlanan Toprağımdan Yeryüzüne isimli kitapta ise Salgado’nun hayat öyküsüne daha yakından eşlik ediyoruz. Salgado, bu kitapta hayat hikayesini içtenlikle anlatıyor; fotoğraf tutkusunu, politik görüşlerini, zaafları, sevinçleri ve hüzünleri ile kendisini asla saklamayan bir Salgado…
Sürgün yılları ve fotoğraf tutkusu
Toprağımdan Yeryüzüne kitabından, Salgado hikayeyi en başa sarıyor ve bizleri doğduğu yere Brezilya’ya götürüyor. Salgado, 1944 yılında Rio Doce Vadisi’nde yer alan devasa bir çiftlikte dünyaya gelmiş. Salgado, doğduğu yeri bir cennet olarak tarif ediyor. Çiftlik babasına aitmiş, pirinç, mısır, domates, patates üretiyorlarmış. Salgado’nun deyimiyle bu çiftlikte kimse zengin değilmiş ama fakir de değilmiş. Lakin Brezilya bir süre sonra piyasa ekonomisine geçince işler değişmeye ve bozulmaya başlamış. Birçok insan evinden olmaya başlamış ve fakirleşmiş. Salgado bu yıllarda üniversitede iktisat okuyormuş ve okuldaki sol hareketin içerisinde yer alıyormuş. Salgado yine bu yıllarda, Fransız Kültür Merkezi’nde “tanıştığımız andan beri her şeyi paylaştık” dediği Lelia ile tanışıp, kısa süre içerisinde evlenmiş. Brezilya’nın ekonomik değişiminden kısa bir süre sonra ise 1964 yılında askeri darbeyle mevcut hükümet devrilmiş ve askeri rejim inşa edilmiş. Muhalefet susturulmuş ya da sürgüne gönderilmiş.
Sol muhalefetin içinde aktif olarak yer alan Salgado ve eşi Lelia için haliyle Brezilya’da yaşamak çok tehlikeli hale gelmiş. Bu sebepten ötürü Fransa’ya göçmek durumunda kalmışlar ve askeri diktatörlük düşüne kadar da geri gelememişler. Fransa’daki zorunlu göç durumu onları derinden etkilemiş. Ülkelerini çok özlemişler ama bir süre sonra bu duruma da alışmışlar. Çeşitli işlerde çalışmışlar, kendileri gibi sürgünde olanlarla dayanışma içerisinde olmuşlar. Salgado’nun fotoğraf tutkusu da burada başlamış. Lelia’nın aldığı bir fotoğraf makinesiyle fotoğraf hayatlarına girmiş. Salgado ilk fotoğraflarını bu makineyle çekmiş hatta ödül bile almış. Bu sırada Londra’da Uluslararası Kahve Örgütü’nde iyi bir iş bulmuş. İlk defa dolgun bir maaşa sahip olmuşlar böylelikle. Salgado, iş sebebiyle çok fazla seyahat ediyormuş. Özellikle Afrika’ya gidiyormuş. Gittiği her yerde fotoğraf çekmeye devam etmiş. İşleri iyi gitse de kafasında hep bir ikilem varmış; işi bırakmak ya da fotoğrafı bırakmak.
Trajedilere tanık olmak
Salgado, bir zaman sonra kafasındaki ikilime son vermiş. İşi bırakır ve kendisini tamamen fotoğrafçılığa adar. Salgado böylelikle kendisine fotoğrafçılık alanında saygın bir yer edinmesini sağlayacak projesi ‘Öteki Amerikalılar’ı gerçekleştirir. 1977 yılında başladığı projeyi 8 yılda tamamlar. Salgado bu projesinde Latin Amerika ülkelerini karış karış gezer. Devasa bir kültürel zenginliğe sahip bu coğrafyanın zaman içerisinde nasıl yok edildiğine tanıklık eder. Bununla beraber Salgado, fotoğrafını çektiği insanlara nasıl yaklaştığını da anlatır. Onlara herhangi bir otantik nesne gibi davranmaz onlarla dost olmaya çalışır, güvenlerini sağlar sonra fotoğraflarını çeker. Bir antropolog gibi onlarla birlikte günlerce yaşar, gündelik hayatlarını fotoğraflar. Salgado’nun bu projesi büyük ses getirir. Fotoğrafçılık alanında tanınır hale gelmesini sağlar.
Bu tanınırlık onu dünyaca ünlü Magnum fotoğrafçılık ajansına sokar. Burada Henri Cartier-Bresson gibi ünlü fotoğrafçılarla çalışır. Bir yandan da ikinci büyük projesi ‘İşçiler’ için hazırlık yapar. Salgado, ‘İşçiler’ projesinde emekçilere saygı duruşunda bulunmak ister. Balıkçılardan, maden ocaklarında çalışanlara, tersane işçilerine ve tarım işçilerini fotoğraflar. Onlarla uzun zaman geçirir. Ortaya çok çarpıcı fotoğraflar çıkar. Salgado, endüstri devriminin bütün çarpıklığını ortaya serer. Emek sömürüsünü, zor şartları etkileyici bir şekilde gösterir. Bu projeden kısa bir süre sonra büyük ses getirecek olan “Göç”e başlar. 1993-1999 yılları arasında Afrika’da, Avrupa’da dünyanın çeşitli yerlerinde savaşlar, soykırımlar, kuraklık yüzünden evlerinden olanları cehennemin içerisinde büyük zorunda kalan çocukları fotoğraflar bu sefer.
Salgado, tanık olduğu olaylardan çok etkilenir, uzun süre kendine gelemez. Salgado’nun ruhu artık ağır hastadır ve depresyona girer. “Hem duygusal anlamda, hem de inançlarım açısından altüst oldum. Fotoğraf dizilerimi hazırlarken o kadar çok trajediyle karşılaşmıştım ki artık her şeye alıştığıma inanıyordum ama böyle bir şiddet, nefret ve vahşetle karşılaşmayı beklemiyordum. Karşılaştığım katliam ve soykırım öyle bir vahşet seviyesine ulaştı ki bundan duygusal yara almamak ya da insanlığın geleceğine dair derin bir huzursuzluğa kapılmamak mümkün değildi.” Salgado, tanık olduğu bu olaylardan sonra hayata küser bir anlamda, fotoğraf makinesini asar ve inzivaya çekilir.
Terra projesi ve umudu yeşertmek
Brezilya’da askeri diktatörlük çöktükten sonra, Salgado ve Lelia uzun yıllardan sonra ülkelerine geri dönerler. Bu onlar için unutulmaz bir andır. 20’li yaşlarda bıraktıkları ülkelerine birer yetişkin olarak dönerler. Salgado uzun yıllar sonra ailesine tekrar kavuşur. Burada Lelia’nın önerisiyle Salgado’nun babasından kalma araziyi yeniden canlandırmaya karar verir. Arazi zaman içerisinde çeşitli sebepler yüzünden ciddi hasar görmüş ve yeşil alanlar tahrip olmuştur. Fakat Salgado çifti Nazım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” şiirindeki gibi müthiş bir dirayetle araziye yeniden hayat verir. Adına da Instituto Terra projesi koyarlar. 2.5 milyon ağaç dikerler ve ekosistemi yeniden canlandırırlar. Jaguarlar bile araziye geri dönüş yaparlar. Salgado da tekrar hayata döner bu şekilde. Bu sefer de doğaya, yaşadığımız dünyaya, ekolojiye bir saygı duruşunda bulunmak için “Genesis” projesine başlar. “Genesis” projesinde bu sefer insanlar değil, hayvanlar ve doğa başroldedir. Dünyanın farklı kıtalarına yolculuk eder, yanardağlar, okyanus, buzullar Salgado’nun objektifinin konusu olur.
Salgado, çağımızın en büyük fotoğrafçılarından biri, onun fotoğraflarına bakmak yakın tarihimizde yolculuğa çıkmak gibi. Savaşlar, zorunlu göçler, soykırımlar, çevre felaketleri, hunharca katledilen yağmur ormanları, evsiz kalanlar ve bu cehennemin içerisinde kendilerine yaşam alanı bulmaya çalışan çocuklar… Salgado yaşanan bu trajedileri olduğu gibi bütün çarpıcılığıyla fotoğraflamış. Kendisi Isaballe Francq’ın tarif ettiği aktivizmle profesyonelliği etkileyici bir şekilde harmanlamıştır. Onun fotoğraflarının gücü biraz da buradan geliyor kanımca. Bununla beraber fotoğraf ve trajedi ilişkisi hem etik hem de akademik olarak çok tartışılmıştır. Fotoğrafçı trajedileri çekerken onları sömürüsünü mü yapmaktadır ya da bu fotoğraflar bir noktadan sonra anlamını ve gücünü yitirecek midir? Bu sorular halen tartışılmaktadır. Salgado ise bu çelişkilerin farkındadır. Fotoğraf çekmekle dünyanın kurtulmayacağını bilmektedir.
Salgado, çektiği fotoğraflarla insanlara durumun vahametini göstermeye çalışmaktadır bir anlamda. Dünyaya seslerini duyuramayanların sesi olmaya, insanları bu yaşanan trajedilere bir son vermek için aracı olmaya çalışmaktadır sadece. Kendisini ne idealist ne de aktivist olarak görür sadece vicdani bir görev olarak bunları çekmiştir. Özetle Toprağımdan Yeryüzüne, çağımızın en büyük fotoğrafçılarından Sebastiao Salgado’nun etkileyici hayat öyküsü, son zamanların en iyilerinden kaçmaz…
Can Öktemer – edebiyathaber.net (30 Mart 2017)