Resul Yalçınkaya: “Geleceği Kurgulamayı Seviyorum!”
Ambrosia Laneti’nin genç yazarı Mustafa Resul Yalçınkaya romanının başında Albert Camus’un satırları ile selamlıyor okuru. Camus’un ‘umut’ ve ‘umutsuzluk’ kavramlarını iç içe geçiren cümlesi -“Bir olay karşısında umutsuzluğa kapılan korkaktır; ama insanlığın gidişinden umutlu olan aptaldır…”- genç yazara göre romanı tüm açıklığı ile tanımlıyor.
Yalçınkaya’nın bilimkurgu türünün kapılarını aralayıp, kendine bir roman kurgusu yaratması yazın hayatında çok eski bir geçmişe sahip değil. Türler arasında gezinmeyi ve üretmeyi seven yazar, edebi yolculuğunda farklı metinler kaleme almış ve almaya devam ediyor.
Bilimkurgu ve fantazya, dünya edebiyatında başarılı eserlerin yazıldığı iki önemli tür… Üstelik bu türlerin yazın geçmişi oldukça eskilere uzanıyor.
Çok doğru! Hatta yazının icadından önceki anlatılar bile fantastik öğeler barındırır. Ambrosia’nın geçmişinde ne var, diye sorarsanız size yine ‘öykü’ derim… Romanın başlangıcı bir öyküye dayanıyor. Türk Bilişim Derneği’nin 2008 yılında açtığı bilimkurgu temalı bir yarışma için yazdığım bir öyküydü bu… Dereceye girip, ödül alamamıştı ama öyküyü o kadar çok sevmiştim ki en sonunda öykü ve ben, roman kurgusu için uzun bir maceraya giriştik…
Bilimkurgu ve fantastik kurgu romanlar tür olarak birbirlerine yakın olsalar da ikisini birbirinden ayıran belirgin çizgiler de var, değil mi? Buna rağmen birçok romanda iki türün iç içe geçerek kullanıldığına tanık oluyoruz…
Fantastik kurgular kendilerine ait bir terminolojiye sahiptir. Yazarlar bambaşka, büyüleyici hatta korkutucu dünyalar yaratırlar. Bilimkurgu ise daha çok bilimsel verilere dayanılarak kurgulanır. Bu tür de sizin de bildiğiniz gibi ağırlıklı olarak yakın ya da uzak gelecek -geçmişe ya da geleceğe yapılan zaman yolculukları, genetik teknolojileri, uzay, gezegenler vb.- işlenir. Hemen hepsi mutlaka bilimsel temele oturur.
Fantastik kurgu da ise çoğu zaman doğaüstü güçlerin varlığından söz edilir…
Evet! Doğaüstü varlıklar, mekânlar… Coğrafyası da farklıdır fantastik kurguların. Yüzüklerin Efendisi, örneğin… J.R.R. Tolkien’in yazdığı edebiyat üçlemesi olan Yüzüklerin Efendisi, yazarın yarattığı “Orta Dünya”da geçer. Romanda ırklar vardır; elfler, troller gibi… Yazar, tüm bu karakterleri en ince ayrıntılarına kadar anlatır ve bir de bakarsınız ki büyük, görkemli ve aynı zamanda inanılmaz bir fantazyanın içindesiniz… Tolkien’in eşsiz bir hayal gücü var. Bilimkurgu ise bilimsel bir dünyanın eseri… Bu türde sıklıkla kullanılan genetik bilimini düşünün… Ama elbette bilimkurgunun içinde de zaman zaman fantastik öğelere rastlamak mümkündür.
Ambrosia Laneti bilimkurgu türünün bir eseri ama fantazya da satırlar arasında yerine almış…
Aslında satır aralarındaki fantazya bilimsel araştırmaların bir sonucu; bu yüzden Ambrosia Laneti bir bilimkurgu romanı. Fantastik tür içinde sınıflandırmamak gerek. Bilimkurgu türünde klasikleşmiş pek çok eser, daha doğrusu başyapıt var. Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanı, Bradbury’nin Fahrenheit 451’i, Huxley’nin Cesur Yeni Dünyası’ ya da Ursula K Le Guin’in Mülksüzler’i olağanüstü eserler… Ancak bana göre Amerikalı bilim kurgu yazarı Frank Patrrick Herbert, bu türün babasıdır. Yazarın Dune serisi bilimkurgu türünün en mükemmel eseridir. Benim için olağanüstü bir seridir… Bilimkurguda birçok isim vardır ancak hiçbirisi Frank Patrrick Herbert kadar etkilememiştir beni. Bu seriyi okuyup bitirdikten sonra bilimkurgu türüne karşı ilgim arttı diyebilirim.
Dune, bilimkurgu okurlarının da oldukça yakından tanıdığı bir seri… Sizi de ciddi anlamda etkilemiş… Usta yazarların genç yazarlar üzerinde olumlu bir etkisi ve kalemlerine de yoğun bir katkısı var.
Kesinlikle! Yazmak aslında okuyarak öğrenilen bir eylem… Dolayısıyla okuduğunuz her kitaptan esinlenebilir ya da öğrenebilirsiniz. Eğer Herbert üzerine konuşacak olursak beni etkileyen yazım tekniği-üslubu, hayal gücü ve en fazla da dehası, derim… 1920 doğumlu bir yazardan söz ediyoruz. O tarihlerde böylesi bir hayal gücüne sahip olmak olağanüstü bir durumdur… Aynı şeyi George Orwell, Aldous Huxley, Ray Bradbury ya da Asimov için de söyleyebiliriz. İçinde bulundukları yüzyılın teknolojileri asla kaleme aldıkları eserlere esin ya da kaynak olamazdı. Ama onlar romanlarında bilimkurgunun sınırlarını zorladılar ve geleceği kurguladılar. Onlar kadar geniş bir düş gücüne sahip olmayı ve onlar kadar iyi yazabilmeyi ancak, hayal edebilirim.
Geleceği kurguladılar, dediniz… Sanırım onların yazdıklarının birçoğu da gerçekleşti. Bu kategoriye Jules Vern’i de katmamız gerekiyor.
Bilimkurgunun ‘baba’ları arasında Jules Verne apayrı bir yerdedir. Eserlerinde ayrıntılarıyla anlattığı buluşlar ve makineler, o yüzyılın Avrupa sanayisi ve teknolojisine ilham kaynağı olmuştur. Özellikle uzay, hava taşıtları ve denizaltılar alanında… Bu örnekleri çoğaltmak mümkün… Örneğin Jonathan Swift’in yarattığı Gulliver… Kesinlikle bir bilimkurgudur. Lemuel Gulliver adındaki genç doktorun çıktığı gezilerde sıradışı, olağanüstü öykülerini anlatır.
Siz de geleceği kurgulamayı seviyorsunuz. Ambrosia Laneti’nde bunu açıkça görebiliyoruz. Biraz da sizin romanınızın kurgusundan söz edelim…
Geleceği kurgulamak hoşlandığım bir durum aslında… İçinde yaşadığımız yüzyılda hayat ve gündem öylesine hızlı değişiyor ki! Yazar olarak insanlığı nasıl bir geleceğin beklediği konusunda endişelerim var. Çok umutlu muyum, değilim…
Öyleyse Camus’a katılıyorsunuz?
Evet… Camus’un kapakta yer alan -“Bir olay karşısında umutsuzluğa kapılan korkaktır; ama insanlığın gidişinden umutlu olan aptaldır…”- cümlesine-düşüncesine katılıyorum. Roman da bu anlamda umutlu bir dünya yaratmıyor ancak çok da umutsuz bir sonla bittiğini söylemeyiz. Ana temayı genetik teknolojisi oluşturuyor.
Romanımız 2028 yılında başlıyor. Başkahramanız bir Türk bilim adamı olan Can Umar. Farklı milletleri bir araya toplayan Universum’da bir Türk bilim adamı ve ekibinin son derece önemli bir buluşa imza atması kurgunun ütopyasında önemli bir nokta…
Can, roman içinde çok önemli bir karakter… Yine de ilk başta kurguladığım karakterden bir parça farklılaştığını söylemeliyim. Bilgisayar ekranının başına oturduğunuzda defterinize aldığınız notlar pek de işe yaramıyor. Ekrana taşıdığınız satırlar bir anda sizi başka bir yöne doğru kaydırabiliyor ya da tasarladığınız karakter bambaşka bir kişiliğe bürünebiliyor. Yazmak büyülü bir eylem! Bu büyüye kapıldığınızda her şey her an değişebiliyor. Bir süre sonra yazdıklarınız sizi kontrol etmeye başlıyor. Örneğin Can, az önce de dediğim gibi… Bu kadar hırslı bir karakter olarak düşünmemiştim.
Türkiye’de fantastik ya da bilimkurgu türünde eser veren romancıların sayısı neden bu kadar az? Batıdaki örnekleriyle karşılaştırılınca bu türlerin bizde yaygın olmadığını söyleyebilir miyiz?
Diğer türlerle ya da batıdaki örnekleriyle karşılaştırdığınızda fantastik veya bilimkurgu türünde eser veren yerli yazarların sayısı çok az diyebiliriz. Barış Müstecaplıoğlu, Orhan Duru, Müfit Özdeş, Zühtü Bayar, Orkun Uçar, Özlem Alpin, Akın Başal aklıma ilk gelen isimler… Bu türlerin yaygınlaşması için gayret gösteren yayınevleri ve bazı oluşumlar var. Türk Fantazya Topluluğu bu türün yaygınlaşması için uğraşıyor mesela. Sonra Türk Bilişim Derneği her yıl bilimkurgu öykü yarışması düzenliyor… Benim yayıncımla birlikte birkaç yayınevi daha bu türde romanlar basıyorlar. Aslında genel okur oranı içinde bu türün azımsanamayacak kadar çok fanatikleri var; ancak daha çok çeviri eserleri okumayı tercih ediyorlar. Zaman içinde bu türde daha çok roman yazılacağını umut ediyorum.
Ambrosia, Yunan mitolojisinde geçer… Tanrıların yiyeceği, kimi zaman da içeceğidir. Homeros’un anlatılarında da “nektar” olarak tasvir edilen Ambrosia’nın hoş kokulu olduğu söylenir. Bununla birlikte “sonsuz hayat”ın kaynağıdır da… Her ne kadar romanın sonunu söylemek istemesem de Can Umar ve ekibinin buluşu tam olarak bu: Sonsuz hayat!
Sonsuz Hayat! Bu iki sözcük romana dair çok şey anlatıyor. Buna bir ekleme yapmak istemem.
Ambrosia Laneti: Yüzyılımızın tanıklığında geleceğe yapılan kurgu
Romanın kahramanı Can Umar, dünyanın en başarılı bilim adamlarının araştırmalar yaptığı önemli bir bilim merkezi olan Bilim Kent’te çalışmaktadır. Geçen on beş yılda dünya düzeni köklü değişimler yaşamıştır. İki bin on sekizde peş peşe yaşanan ölümcül doğa felaketleri sonrasında dünyaya hükmetmeyi aklına koyan güçler tarafından önemli bir çağrı yapılmıştır; ‘Yeni Oluşum Çağrısı’. Çağrıyı yapanlar, her tür sınırın kaldırılarak ülkelerin tek bir devlet çatısı altında toplanmasını dünyanın esenliğine hizmet edecek bir formül olarak görmektedir. Dünya ülke temsilcilerinin pek çok kez yaptığı uzun toplantılar sonucunda bir karara varılmış ve birtakım devletler kendi aralarında birleşmiştir. Bu yeni devletin ismi ‘Universum’dur.
Can Umar’ın Bilim Kent’te bir grup bilim adamı ile birlikte işe başlamasının ardından hayatı da değişir. Birkaç tartışmanın ardından yüzyılın hastalığı TBID’e çare bulmak için bir tür sürüngen olan ‘dişlekler’ üzerindeki araştırmalarına yoğunlaşır. Üzerinde çalıştığı mutasyon geçiren dişlekler, TBID hastalığının tedavisi için umut vaat etmektedir. Can, kendi grubu ile adına ‘Özel Tim’ dedikleri bir enzim bulmayı başarır. Ancak, Can’ın pisişik güçlere sahip karısı Dorotha’nın kehanetleri gerçekleşmek üzeredir.
Söyleşi: Şebnem Atılgan – kayiprihtim.org (15 Şubat 2012)