Sedat Erçin: “Habermas, kendi ifadesiyle gelişmiş kapitalizmin yapısını, sorunlarını ve bunların toplumsal sistemlerdeki yansımalarını birçok açıdan ele alan bir düşünür”

Temmuz 25, 2024

Sedat Erçin: “Habermas, kendi ifadesiyle gelişmiş kapitalizmin yapısını, sorunlarını ve bunların toplumsal sistemlerdeki yansımalarını birçok açıdan ele alan bir düşünür”

Söyleşi: Deniz Demirdağ Temel

Albaraka Yayınları, sosyoloji dizisine yepyeni bir kitapla devam ediyor. Jürgen Habermas, Meşruiyet Krizi’nde kendi ifadesiyle gelişmiş kapitalizmin yapısını, sorunlarını ve bunların toplumsal sistemlerdeki yansımalarını birçok açıdan ele alan alıyor.

Jürgen Habermas, Meşruiyet Krizi ile odağına aldığı toplumsal sistemlerin temelinde yer alan meşruiyet üretimine dair krizin bütüncül bir resmini ortaya koyuyor.

Jürgen Habermas’ın 1973 tarihli Legitimationsprobleme im Spätkonzeptualismus isimli kitabının Thomas McCarthy tarafından Legitimation Crisis başlığıyla yapılan İngilizce çevirisi kaynak alarak Meşruiyet Krizi adıyla Türkçeye çevrilen eseri, çağdaş Batı toplumlarının gelişiminin altında yatan derin gerilimleri, kriz eğilimlerini inceliyor ve modern devletlerin karşılaştığı meşruiyet sorunlarına dair güçlü bir analiz geliştiriyor. Habermas, Batı toplumlarının kapitalizmle ilişkili ekonomik dalgalanmaları dengelemeyi bir dereceye kadar başardığını ancak bunun diğer alanlarda ifade edilen yeni bir dizi kriz eğilimi yarattığını savunuyor.

Kitabın birinci bölümünün program niteliği, bir toplumsal evrim kuramının, toplumsal kuramın temeli olması gerekliliğine rağmen bugün hâlâ neredeyse hiç geliştirilmemiş olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Çalışmanın ikinci bölümünde ortaya konulan muhakeme, henüz üzerinde hiçbir şekilde uzlaşılmamış olan tartışmaların yarım kalmışlığını göstermeyi amaçlıyor. Üçüncü bölümse belirsiz niteliği, çağdaş bir toplumsal oluşum kuramının maddi sorunları ile iletişimsel yeterlilik kuramı çerçevesinde açıklanabilecek temel sorunlar arasındaki yakın ilişkiyi gösteriyor.

Çağdaş, sosyal ve siyasi analizin klasiklerinden biri olarak kabul edilen Meşruiyet Krizi, sınıf çatışmasının azalması ve yerleşik siyasi kurumlara yönelik hayal kırıklığından refah devletinin krizine kadar güncel tartışmaların merkezinde yer alan bir dizi konuya ışık tutuyor. Meşruiyet Krizi’nin çevirmeni Sedat Erçin’le konuştuk.

Sedat Bey merhaba, öncelikle okuyucularımızın sizi daha yakından tanıyabilmeleri için kendinizden, çalışmalarınızdan biraz bahseder misiniz?

Merhabalar, Batman doğumluyum, ilkokul ve lise dahil olmak üzere hayatımın ilk 17 yılını Batman’da geçirdim. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde lisans eğitiminin yanı sıra Kamu Hukuku alanında yüksek lisans ile doktoramı tamamladım. Dört sene kadar aynı bölümde araştırma görevlisi olarak çalıştım. Arada kısa bir süre avukatlık deneyimim oldu. Doktora tezim hukuk antropolojisi alanındaydı, bu çalışma daha sonra Yargının Kökleri başlığıyla yayımlandı. Bunun dışında Hukuku Sinemada Görmek isimli kitapta bir bölüm yazarlığı, Yargı Sürecinin Doğası isimli kitapta eş çevirmenlik ve Hukuk Antropolojisi isimli kitabın ise çevirmenliğini yaptım. Hâlihazırda Gaziantep Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Devlet Teorisi dersini yürütüyorum.

Sedat Erçin

Meşruiyet Krizi, Albaraka Yayınları’ndan yayımlandı. Habermas’ın kendine has dili ve terminolojisiyle kaleme aldığı bu eser okuruna neler vadediyor?

Habermas, kendi ifadesiyle gelişmiş kapitalizmin yapısını, sorunlarını ve bunların toplumsal sistemlerdeki yansımalarını birçok açıdan ele alan bir düşünür. Bu kitapta odağına aldığı mesele, toplumsal sistemlerin temelinde yer alan meşruiyet üretimine dair krizin bütüncül bir resmini ortaya koymak. Dolayısıyla okuyucu, liberal kapitalist toplumların yaşadığı krizlerin yalnızca ekonomik yönünü değil, birçok yönünü bu kitapta bulacak. Habermas bu açıklamaları yaparken, geniş bir literatürü de ele aldığı için söz konusu meseleler hakkında sadece Habermas’ın değil başka düşünürlerin de görüşlerini bulacak. Muhakkak okuyucunun kafasında yer alan bazı sorulara bu kitapta cevap bulacağını söyleyebilirim ancak çok daha fazla sayıda soru sormasına yol açacağına eminim.

Yazarın bu eseri kaleme almasındaki amaç nedir? Bu konuda siz bize neler söylemek istersiniz?

Habermas, kapitalizmin ve liberalizmin toplumsal sistemler üzerinde çok uzun bir süredir devam eden hâkimiyetinin yol açtığı göz ardı edilemez sorunları ideolojik meşruiyet üretimi temelinde gösteriyor. Habermas’ın amacının ne olduğuna dair söylenecekleri bu genişlikte bırakıp asıl kararı okuyucunun vermesinin daha doğru olduğunu düşünüyorum.

Benim ne düşündüğüme gelecek olursak, belki biraz kendi alanımdan konuyu ele alabilirim. Toplumların doğasında her zaman bir tür ideolojik meşruiyet zemini vardır. Bu, ilkel toplumlar olarak adlandırılan başlangıç toplumlarında da böyledir, günümüz modern toplumlarında da. Burada kastettiğim bireylerin davranışlarını, hukuk kurallarını, iktidar ilişkilerini ve daha birçok şeyi kapsayan genişlikte bir meşruiyet zemini. Bir şeyin veyahut toplumsal bir kuralın niye öyle olduğuna ve nasıl var olduğuna dair söz konusu toplumdaki ortalama bir bireyin zihninde bu meşruiyetin izini sürmek mümkündür. Örneğin, başlangıç toplumlarında bu meşruiyet ataların ruhu, tapınılan gök veya yer cisimleri, hayvanlar vs. gibi dünyevi olmayan inançlardan ibarettir. Bu dünyevi olmayan meşruiyet veya anlam üretimi türü, modern devletin kurumsallaşmasına kadar çeşitli biçimlerde varlığını devam ettirdi.

Modern devlet ile toplumların temelinde yer alan ideolojik meşruiyet artık dünyevileşti bir başka ifadeyle sekülerleşti. Artık toplumlar kendi meşruiyetlerini kendi içlerinde varsayımsal bir toplumsal sözleşme fikrinde bulmaya başladılar. Şüphesiz bu da nihayetinde bir anlatıydı ancak dünyevi olmayan meşruiyet biçiminden keskin bir kopuşu ifade ediyordu.

Fikren keskin olan bu kopuş, biçimsel olarak ya da işleyiş olarak eski ise bu derecede bir keskinliği göstermedi. Dinî ritüellerin ve simgelerin yerini ulusal bayramlar, simgeler aldı. Ama dünyevi olmayana duyulan inanç ile dünyevi olana duyulan inanç arasında şüphesiz büyük farklılıklar vardı. Artık insanlar, hısımlık grupları, aileler, cemaatler, kabileler olarak değil bireyler olarak anılıyordu ve toplumsal sistemin odak noktasında bireyler yer aldı.

Birey kendisini bu yeni dünya içerisinde hem bireysel olarak anlamlandırmaya ve konumlandırmaya çalışıyor hem de kamusal bir varlık olarak iktidar karşısında da aynı anlamlandırma ve konumlandırmaya ihtiyaç duyuyor. İşte bütün bu sürecin, toplumsal sistemin varlığını devam ettirmesi açısından meşrulaştırılması gerekiyor. Ancak kabul etmek gerekir ki söz konusu meşrulaştırma ihtiyacı mevcut sistem içinde giderilemiyor ve ekonomik, siyasi, toplumsal krizlere koşut olarak söz konusu meşruiyet ve anlam üretimi krizi de varlığını devam ettiriyor.

Ben, bu sistemin var olan krizleri çözme kapasitesine sahip olmadığı, bu krizlerin varoluş sebebinin bizatihi bu sistem olduğu dolayısıyla da meşruiyet krizinin bir kar topunun çığa dönüşmesi gibi gitgide şiddetini arttıracağı kanaatindeyim.

Kitap üç bölümden oluşuyor. Habermas Meşruiyet Krizi’ndeki bu başlıklandırmayı yaparken nasıl bir yöntem izliyor?  

Habermas, Birinci Bölüm’de ilk olarak sosyal bilimsel anlamda krizden ne anladığına dair geniş bir literatürü de ekleyerek bir açıklama yapıyor. Daha sonra İkinci Bölüm’de gelişmiş kapitalist toplumu merkeze alarak, krizlerin bu toplumlardaki görünüm biçimlerini birçok farklı açıdan ele alıyor. Nihayetinde son bölümde ise kitaptaki asıl meselesi olan meşruiyet üretimine dair krizin gelişmiş kapitalist toplumdaki görünümünü ayrıntılı olarak inceleyip bu krizin varsa eğer çözümüne gidecek bir yolun başlangıç noktasının nasıl olabileceğini kendince ortaya koyarak sözünü tamamlıyor.

Bu eser günümüze neler söylüyor?

Bu kitap, 1973 yılında yazılmış ve üzerinden elli yıldan fazla geçmiş olmasına rağmen ele alınan sorular güncelliğini hiç yitirmemiş hatta katlanarak artmış dersek yanılmış olmayız. Hele günümüzde, teknolojik gelişmelerin anlam veyahut meşruiyet üretimine, bireyciliğe, toplumsal ve kişisel ilişkilere yansımalarını da dikkate alırsak bu kitabın uzun bir süre daha ilgi çekeceğini öngörebiliriz.

Peki, bu kitabın çeviri süreci sizin açınızdan nasıl gelişim gösterdi? Çeviri çalışması tümüyle bir düşünce ya da yazı içeriğinin literal olarak aktarılması mıdır? Bu konudaki görüşlerinizi paylaşabilir misiniz?

Yer yer oldukça zorlayıcı olduğunu itiraf etmem gerekir. Kendine has bir terminolojiye sahip olan ve bu konuda oldukça tutarlı davranan bir düşünürün yazdıklarını aynı tutarlılık içinde başka bir dile çevirmek kolay bir iş değil. Esasında Habermas’ın ele aldığı konuların, hepimizin aşina olduğu, insanlığın yüzyıllardır sorguladığı konuların belirli bir tarihsel kesitte yer alan spesifik bir toplum türüne uyarlanmış hâli olduğunu söyleyebiliriz. Bu hakikati dikkate aldığımızda, terminolojik duvar olarak adlandırabileceğimiz bu zorluk, o kadar da aşılmaz olmadığını fark ettiriyor. Ancak Habermas’ın ayrıntılı ve titiz açıklamalarını aktarırken bu tutumun törpülenmemesi adına çok da serbest bir çeviri yapmadığımı eklemem gerekir. Dolayısıyla ikinci sorunuza cevap olarak, çeviri çalışmasının bir düşünce ya da yazı içeriğinin olduğu gibi aktarılmasından ibaret olmadığını ancak metinde yer alan incelik ve nüansların kaybolmasına yol açacak genişlikte serbest bir çevirinin de sağlıklı olmayacağı kanaatinde olduğumu söyleyebilirim. Bu çeviri yapan herkesin kafasında sürekli döndürdüğü bir soru ve sanırım benim için en doğru tutum, her metin için bu iki uç yaklaşım arasında bir yerde belli bir esnekliğe sahip olarak karar vermek.

Son olarak okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesaj ya da öneri varsa aracı olmaktan memnuniyet duyarız.

Keyifli okumalar dilerim. Kitaba dair bütün eleştiri ve katkılarını [email protected] adresinden bana iletmelerinden büyük memnuniyet duyacağımı belirtmek isterim.

edebiyathaber.net (25 Temmuz 2024)

Yorum yapın