Günümüzde sıklıkla karşımıza çıkan kelimelerden birisi de şeffaflık. Politika, ekonomi, enformasyon gibi pek çok alanda sıklıkla kullanılan bu kelime, genellikle olumlu bir anlamla vurgulanıyor. Gerçekten böyle mi yoksa şeffaflık denilen şey tam tersine kontrol toplumuna yeni bir boyut mu katıyor? Bilginin çok kolay ulaşılır olduğu bir ortam aslında kontrol toplumunu daha da güçlendiriyor mu? Şeffaflık güven mi yoksa tam tersi mi? Şeffaflığın ideoloji hâle geldiği bir toplumda bu ilişkilere, insana ve topluma neler getiriyor? Bu konuda sorularımıza yanıt olabilecek ve bize yeni sorular sorduracak, Byung-Chul Han’ın “Şeffaflık Toplumu” adlı kitabı üzerinde konuşmaya değer bir kitap. Metis Yayınları tarafından, Haluk Barışcan çevirisi ile basılan kitabın soruları içinde bulunduğumuz günlere ve dünyaya farklı bir şekilde bakabileceğimiz sorgulamalar yaptırıyor. “Şeffaflık” adı verilen söylemle bir açıdan hem kişisel hem de toplumsal anlamda bir yüzleşme gerektiğine dair epey yorum sunuyor. Yer yer çok mu ahlâkçı bakıyor diye kafamda soru işaretleri bıraksa da metin, gündelik yaşamın bir parçası hâline gelmiş pratiklerimizi sorunsallaştırmamıza da yardımcı oluyor.
“Şeffaflık toplumu”nun insanı getirdiği önemli noktalardan birisi “olumluluk toplumu” olarak karşımıza çıkıyor kitapta. Böyle bir toplum durumunda olumsuzluk ortadan kalkıyor. Çünkü şeffaflık sistemi hıza dayalı bir sistem ve olumsuzluk üzerine düşünmek, çare bulmayı gerektireceğinden, şeffaflık sistemi için oyalanma yaratacağından, olumsuzluk uzaklaştırılıyor. Kitabın deyimiyle: “Her tür yara kaçınılması gereken bir şey olarak görülüyor.” Oysa Nietzsche’nin de söylediği gibi: “İnsan ruhu derinliğini, büyüklüğünü ve gücünü tam da bu olumsuzlukta oyalanmaya borçludur.” Çünkü her şeyin olumlusuyla karşılaştırılan ve olumsuzu görmezden gelmesi sağlanan toplum gittikçe hakikatin uzağına düşer. Şeffaflık toplumu bir yanılgı yaratır hızlıca ulaşılan bilgi, devamlı görünür olan her şey hakikatmiş gibi algılanır. Byung-Chul Han’ın da vurguladığı gibi oysa “şeffaflık ile hakikat özdeş değildir.” Şeffaflık bizi bir dizi enformasyon yığını ile buluşturur. Buluştuğumuzun çokluğu bizi her şeyi görmüş olma yanılgısına iter, burada gözden kaçırdığımız şey anlam olur. “Şeffaflık toplumu”nun bizi düşürdüğü en derin tuzak da budur belki de. Görüyor olmak, yani bir şeyin her hâliyle teşhir edilmiş olması onu gördüğümüz anlamına gelebilir ama anladığımız anlamına gelmez çünkü enformasyon bombardımanına maruz kalmak, görüp geçmek demektir ve hızla görülüp geçilen şey üzerine düşünme fırsatı tanımaz. Ayrıca hakikat “şeffaflık toplumu”nda bize sunulduğu gibi olumluluklarla çevrili değildir tam tersine hakikat içerisinde olumsuzluk barındırır. Kısacası, olumsuzluk yokluğu bize yanılsamalı bir dünya sunar, Byung-Chul Han’ın “şeffaflık toplumu” ve “olumluluk toplumu” arasında kurduğu ilişki de benim fikrimce bize bunu fark ettiriyor.
“Şeffaflık Toplumu”nun bizi çıkardığı bir nokta da teşhirciliktir. Kitapta da aktarıldığı üzere, Benjamin, “kült görevi” üstlenen nesnelerde önemli olan “görülmelerinden ziyade mevcudiyetleridir der. “Kült değerleri” teşhir edilmelerinden değil, mevcudiyetlerinden kaynaklanır. Yani bu nesneler gözden ırak, ulaşılmaz oldukları kadar değerlidirler. “Şeffaflık toplumu”nda ise önemli olan “kült değeri” değil, “sergi değeri”dir. Nesnenin varlığı sergilenebilir olmasına bağlıdır. Sergi değeri yoksa niteliği ne olursa olsun onun varlık durumu hiçe karşılık gelir. Çünkü şeffaflık toplumu aynı zamanda kapitalizmle iç içe bir toplumdur “sergi değeri” onun meta olarak değeriyle de ilgilidir.
Bu “kült değeri” taşıma durumu yazara göre; sadece nesnelerle de ilgili değil. O, özellikle sosyal medya ortamında kült değeri taşıyan insan simasının fotoğraftan çoktan kaybolduğunu düşünüyor. Çünkü bu fotoğraflar photoshop çağı ürünleri ve “insan siması”nı tamamen “sergi değeri”ne indirgeyen bir durum içeriyorlar. Katılmamız gereken bir fikir bana kalırsa bu, çünkü photoshop sayesinde pürüzsüz simayı görülmeye açarken, onun kişiyi kendi bedeninden uzaklaştırdığını da göz ardı edemeyiz, ayrıca “şeffaflık toplumu”nun bizi ittiği bu durum, kendi bedenimizi “sergi değeri” ile ölçmemize sebep olur. Böylece bir nevi bedenin de meta değeri kazandığını söylememiz gerek. Oysa fotoğraf Roland Barthes’ın deyimiyle; “zamanın olumsuzluğunun oluşturucu öğe olduğu bir yaşam biçimi arasında bağlantı kurar.” Ancak bu Byung-Chul Han’a göre, fotoğrafçılığın teknolojik koşullarıyla bu durumda analog oluşuyla ilgilidir. Çünkü dijital fotoğrafçılık yine bahsettiğimiz “olumluluk toplumu” ile ilişkilenir, “insan simasını” düzleştirir, kederden ve pürüzden arındırır, zamansız bir düzleme taşır. Yani bireye sergi nesnesi olabilmenin imkânını sunar. Sergilemenin getirdiği şeffaflık yüzü siler, insanın kendisi olma imkânını elinden alır. Yine yazarın dikkat çektiği gibi bu şiddettir çünkü şeffaflık mecburiyeti dayatılır ve şeffaf olduğun kadar görünür olursun, görünür olmadığın kadar da şüpheli.
“Şeffaflık toplumu”nun bir diğer getirisi ise gizemi kaybettirmesi olarak çıkıyor karşımıza. Şeffaflık şeylerden ve bedenden cazibeyi alarak onu çıplak hâle getiriyor. Bu çıplaklık hayal gücünü, fanteziyi elimizden aldığı gibi yorumu ve anlatıyı da etkiliyor. Çünkü her şeyin şeffaf olması ortaya anlatılacak, yorumlanacak üzerine düş kurulacak bir şey bırakmıyor. Kitapta Simmel’in şu cümlesinin ifade ettiği gibi: “Sadece hayatımızın temeli olarak belli oranda doğru ve yanlışa değil, hayatımızın öğelerinin düzenlenişinde aynı oranda berraklık ve belirsizliğe de ihtiyaç duyan bir yapımız vardır.” Her şeyin apaçık ortada olduğu bir dünya veya insan bana kalırsa anlamsızlığın, boşluğun temsili durumuna gelir çünkü insanın belirsizliğe ve bilinemeyene de ihtiyacı vardır. Gizemi alınmış dünya veya insan tatsız tuzsuz bir şey durumuna düşer ve büyü kaybolur. “Şeffaflık toplumu” kavramı ve Byung-Chul Han’ın dikkat çekmeye çalıştığı durumun sonuçlarından birisi de bu benim fikrimce.
Byung-Chul Han’ın “Şeffaflık Toplumu” kitabı ile ilgili bahsetmeden geçemeyeceğim bir diğer konu “kontrol toplumu” ile “şeffaflık toplumu” arasındaki ilişki. Bentham’ın panoptikonu disiplin toplumunu anlamamız açısından önemlidir bilindiği gibi. Kişiyi disipline etmeye yönelik bir kuruluş olan Panoptikon okulları, tımarhaneleri, hastaneleri, fabrikaları kontrol altında tutmayı imgeler. Byung-Chul Han’a göre; bu düzende gözcünün bakışı hücrelerin her köşesine ulaşırken o içeridekiler için görünmez kalır: “Yani işin esası denetçinin, görünmeden görmenin iyi bilinen ve en etkin düzenekleriyle birleştirilmiş merkezi konumudur.” Kurnazca bir teknikle sürekli gözetim yanılsaması yaratılır. Şeffaflık burada tek yanlıdır. Bu güç ve hâkimiyet yapısının temelini oluşturan perspektifliliğin göstergesidir. Perspektifliksizlikte ise merkezi bir öznellik ya da egemenlik yoktur. Yani Bentham’ın panoptikonunun içinde yer alanlar gözetleyenin sürekli varlığının farkındadırlar ancak “dijital panoptikon”un içinde yer alanlar gözetlendiklerinin farkında olmadıkları gibi bu durumun özgürlük olduğunu düşünürler. Bu durumda sanırım “şeffaflık toplumu” için panoptikonun başka bir düzeye geçtiği bir toplum ya da insan durumu olduğunu söylemek hata olamayacaktır. Çünkü “dijital panoptikon”un içinde bulunanlar en başta bu gözetlenme durumuna gönüllüdürler. Buradaki mahkûm hem fail hem de kurbandır yazarın altını çizdiği gibi. Özgürlük kontroldür. Çünkü kontrol edilme, gözetim öyle bireysel ve içsel hâle gelmiştir ki kişi kontrol edilmekle özgür olmayı neredeyse eşitler. Bentham’ın panoptikonunun aksine “dijital panoptikon” ahlâki ve biyopolitik değil ekonomiktir. Yaşadığımız vahşi kapitalist çağda panoptikona yükleyeceğimiz yeni anlamlardan birisi de bu olacak gibi görünüyor çünkü Byung-Chul Han’ın ortaya koyduğu fikirler üzerine düşününce tartışılabilir ama çok da haksız değil bana kalırsa.
“Şeffaflık Toplumu” hakkında özetle söyleyebileceklerim böyle ancak kitapta üzerine konuşacak daha fazla ayrıntı olduğunu belirtmek gerek. İçinde bulunduğumuz çağ her şekilde sancılı bir yaşam sunuyor bizlere ama bizlerin de şikâyet ettiklerimizin içinde bir şekilde yer aldığımızı hatırlatıyor Byung-Chul Han, bazen farkında, bazen farkında olmadan, hâttâ özgürlük olduğunu sanarak.
Emek Erez – edebiyathaber.net (22 Mayıs 2017)