Söyleşi: Merve Koçak Kurt
Her edebiyatçının “şehir” ile kurduğu bağ/ilişki diğerinden farklıdır. İçinde bulunduğu, içinden geçtiği, durduğu, durakladığı, bağ kurduğu, sevdiği, nefret ettiği, kızdığı şehir onun yaz(g)ısı mıdır aynı zamanda? Merak edip Edebiyat Haber olarak “Şehir Söyleşileri”ne başlayalım demiştik. Köşemizin bu seferki misafiri Müzeyyen Çelik Kesmegülü oldu. Yazar, “Nereyi anlatıyorsam oradayım. Yazarken kişiye, zamana ve mekâna karşı yüksek bir empati geliştiririm. Aksi halde yazdığım metni sevmem. İçselleştirmek benim için çok önemli. Yazma hali en düşük bütçeli ve keyifli bir yolculuk. Gerçek yolculukla aynı tadı da veriyor bana.” diyor.
Yolunuz hangi şehirlerden geçti? (Doğduğunuz, doyduğunuz, durduğunuz şehirler…) Hangisiyle nasıl “bağ”lar kurdunuz? En çok hangisinde buldunuz kelimelerinizi?
Yola Kütahya’da başladım. Sonra sırasıyla Şanlıurfa, Lefkoşa, Edirne, İstanbul, Gazimağusa, Konya, Afyonkarahisar, Adıyaman, Kahramanmaraş ve yine Kütahya. Bu şehirlerden Afyonkarahisar hariç hepsiyle bağ kurduğumu ve hepsini sevdiğimi söyleyebilirim. Afyon’la da aslında bağ kurabilirdim ama çok kalmadım. Sanırım o yüzden. Şimdi düşündüm de en çok hangisini seviyorsun diye? Sanırım hiçbirini ayıramam. Bunların dışında yaşamadığım ve kısa süre tatil için bulunduğum halde benim şehrim Muğla demek istiyorum. Marmaris özelde de. Orayı çok sevdim.
Diliniz, hangi (ş/n)ehirlerin yatağından nasıl beslendi/besleniyor? “Deniz”in kelimelerini diğerlerinden ayıran şey nedir sizin için? Bir özlem var mı?
Dilim öncelikle doğduğum ve halen yaşadığım şehirden beslendi. Buna rağmen yaşadığım her yerin ağzını kısa sürede kapabilirim. Ağız kullanmayı pek tercih etmesem de tercih ettiğimde pek çok ağzı kolaylıkla kullanabiliyorum. Son yazdığım öyküde kahramanımı Bayburt ağzıyla konuşturuyorum. Çünkü İstanbul’da yaşadığım sırada Bayburtlu çok kişi tanıdım. Oradan bir aşinalık oluştu. Bu şekilde pek çok ağzı kullanabilirim.
Deniz meselesine gelirsek deniz olan yerde yaşamayı çok seviyorum. Denizin en çok kokusunu ve havasını seviyorum. Denize girmek, yüzmek vs gibi eylemlerse bana hitap etmiyor net olarak bu tatilimde anladım. Stresli ve yorucu olduğunu düşünüyorum. Bu kadar strese aldığım hazsa gerçekten çok az. Değmez yani. Buna rağmen bir gün batımında ve sonrasında hiç sıkılmadan saatlerce denizin dibinde oturabilirim. Denize özlem İç Anadolu insanlarının hepsinde vardır. Deniz benim içinse diğer kelimelerden ayrı değil. Belki de ona olan özlemim sayesinde hayata katlanıyorum.
Büyüdüğünüz şehrin/şehirlerin en unutamadığınız “mekânları” nereler? Sizde nasıl imgeler oluşturdu buralar? En çok hangisi çoğalttı kelimelerinizi?
Kütahya’da benim en çok sevdiğim yer Germiyan sokak ve Karadonlu Camii civarı. Oradan eski sokaklardan Ulucami’ye kadar yürüdüğümde cennette yürüyormuş hissine kapılıyorum. Sevdiğim bütün insanlarla o sokaklarda yürüdüm ben. Bütün imgelerim Kütahya’daki Meydan ve Pirler mahallesine ve yürüdüğüm bu sokaklara ait. Sanki her metrekaresiyle özdeşleşmişim. Kütahyalı okurlar derler ki öykülerini o sokakları bize yaşattın. Okurken gitmiş gibi olduk. Kelimelerimi ise sanırım yaşadığım bütün şehirler çoğalttı. Bu bir birikim meselesi ve yaşayarak biriktiriyoruz.
İçinde bulunduğunuz şehre dair ne söylersiniz? Edebi açıdan sizi besleyen ortamlar var mı? Yoksa, o ortamları siz mi oluşturursunuz daha çok?
Kütahya’yı çok seviyorum. Kadim bir şehir. Kendine has bir konuşmaya ve kültüre sahip. Değerleri olan bir şehir. Kadim olması benim için çok mühim. Bu şehir geçmişten beri vardı gelecekte de var olacak diye düşünüp güven duyuyorum. Bir şehirde güvende hissetmek de çok önemlidir. Şehrimde hep bir edebi mahfilin içinde yer aldım aslında. Lisede öğretmenlerim ve arkadaşlarım vardı. Sonra geri dönünce yine bir edebi çevrenin içindeyim ve birlikte güzel işler yapıyoruz. Arkadaşlarımın birden fazla basılı kitabı var. Hepimiz de daha güzel bir ortam oluşturmak için çaba sarf ediyoruz.
Hem büyüklere yazıyorsunuz hem küçüklere… Edebiyatçılığınızı ve öğretmenliğinizi de katarak, yaşadığınız şehrin kadim mekânlarına dair neler söylersiniz?
Hepsi tanıtılması gereken değerler. Bu yüzden öğrencilerimizle oraları tanımaya çalışıyoruz. Tanıdıklarında yaşadıkları şehirleri daha çok seviyorlar bunu fark ettim. Şehrimin her bakımdan tanıtım eksikliği çok. Kurumlar bunu aşmaya çalışıyorlar umarım başarılı olurlar. Yaşadığımız topraklar bin yıllardır insanların yaşadığı, medeniyet kurduğu topraklar. Bu yüzden önemli ve değerli. Bunu anlatmak zorundayız. Aizonai Antik Kenti çok güzel, camilerimiz, müzelerimiz, tarihi sokaklarımız, kalemiz çok güzel. Hepsi de insanlık tarihine kaynaklık ediyorlar. Hepsinin görülmesi ve gezilmesi lazım.
“Mekân” kavramı olmadan öykü yazabilir miydiniz? Neler eksik kalırdı yazdıklarınızda?
Mekân insan için önemli. İnsanı dünyaya ve hayata bağlayan şey mekân. Bu yüzden yazmayı denesem de sırf duygu ve düşünce üzerinden yürüyen öyküleri sevmiyorum. Hatta bu metinler bir öykü müdür tartışırım. Bu tartışmalarda aldığım cevap durum öyküsü, modern öykü vs oluyor ama Çehov bile böyle yazmamış. Sırf duygu düşünce anlatan metinler denemeyi andırıyor ve bir olay içinde yaşatmıyor. Bu yüzden mekân şart. Mekân kahramanı ve yaşantıyı öykü haline getirebiliyor çoğu zaman ve öyküye bir boyut kazandırıyor.
“Uzaklara gitmeyi değil önüme bakmayı seviyorum.” demişsiniz bir söyleşinizde. Bir öyküyü kurgularken o kurgunun sizi alıp götürdüğü oluyor mu başka mekânlara, şehirlere, ülkelere…? Nasıl bir yolculuk yazma hâli?
Elbette oluyor. Hatta ben neyi yazıyorsam oyum. Nereyi anlatıyorsam oradayım. Yazarken kişiye, zamana ve mekâna karşı yüksek bir empati geliştiririm. Aksi halde yazdığım metni sevmem. İçselleştirmek benim için çok önemli. Yazma hali en düşük bütçeli ve keyifli bir yolculuk. Gerçek yolculukla aynı tadı da veriyor bana. Bunu hissedebiliyorum ben. Bu cümleyi kurarken kendi insanımızın acılarına değinmek istediğimden bahsetmiştim. Nitekim üçüncü öykü kitabım tamamen bu amaçla ortaya çıktı.
İçimizden geçen şehirler ile içimizdeki alevden sayfalar arasında bir ilişki/bir bağ var mıdır sizce? Nasıl etkilerler birbirlerini ya da…
İçimden Muğla çok sık geçiyor artık ve deniz sanki beni aşkla şevkle çağırıyor. Bunu çok güçlü hissediyorum. Belki hiç kavuşamayacağım o şehre ama orada onunla, onun dağıyla, ormanıyla, deniziyle yaşama arzusu bile beni mutlu edip hayata bağlıyor. Hayata bağlandıkça da yazasım geliyor. Birbirini tetikleyen durumlar bunlar.
Şimdilerde yeni sokaklar genelde hep numaralı… Kentin belleği ya da belleksizliğine dair ne söyleyeceksiniz, içinde bulunduğunuz şehre dair?
Yaşadığım şehirde henüz numaralı sokak sistemine geçilmedi. Ben şehrimde cadde, sokak, okul isimlerinin değişmesine çok üzüldüm. Bunlar birer kültürdür ve değiştirilmemelidir kanaatimce. Kütahya’dan uzak kaldıktan sonra bir döndüm pek çok yer ismi değişmişti. Kendi şehrime yabancı hissettim. Çok üzücüydü. Ben bunlara uyum sağlamak zorunda değilim. Resmen isim değişiklikleriyle şehrimin belleği silindi. Buna rağmen bunu silmek çok kolay da olmuyor. Kendi jenerasyonumla yer isimleri hala değişmedi bizim için.
Bu arada Kütahya’da Cücem eriği sokak diye bir sokak var. Dünyadaki en güzel sokak ismi bence.
“Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu” olsaydınız ilk hangi yazarın/şairin kapısını çalardınız bulunduğunuz şehirde? Hangi şiiri/nizi okurdunuz ona?
Bulunduğum şehirde Gülten Akın yaşasın isterdim ve evinin yolunu bilmek isterdim. Kestim kara saçlarımı derdim ona.
Şehirlerle ilgili/şehir kavramına dair en sevdiğiniz üç film/öykü/şiir adı… desek.
Lion filmindeki Hindistan şehri Kalküta
Kefernahum’daki Beyrut
Çılgın Aşıklar’daki İrlanda köyü
Ahmet Büke öykülerinde Manisa ve İzmir
Gülhan Tuba Çelik öykülerindeki İstanbul
Colombre’deki deniz ve kasaba.
İstanbul’u Dinliyorum-Orhan Veli. Muazzam bir şiir bence.
Kaldırımlar’daki Paris sokakları
Yahya Kemal -Üsküp ve İstanbul
Edebiyatı bir şehre benzetseydiniz hangi şehre benzetirdiniz, neden?
Edebiyat İstanbul. Başka şehir olamaz. En zor ama en güzel. En kalabalık ama en dingin. En zorlayıcı ama en tutkulu. En yaşanmaz ama vazgeçilmesi en zor. Edebiyat benim için böyle.
edebiyathaber.net (5 Eylül 2022)