Söyleşi: Serkan Parlak
Selcen Gür ile aynı zamanda Genel Yayın Yönetmeni olduğu Tara Kitap tarafından yayımlanan ilk deneme kitabı “Plaza Sufisi” hakkında konuştuk.
Selcen Hanım, ilk deneme kitabınız “Plaza Sufisi” geçtiğimiz günlerde okurla buluştu. “Plaza Sufisi”ni kurgularken ilham kaynaklarınız neler oldu, iş hayatınızdaki deneyimleriniz, gözlemleriniz metninize nasıl yansıdı?
Tasavvuf yüzyıllar önce yeşermiş bir öğreti. Bizim topraklarımızda ve kültürümüzde de çok ciddi bir karşılığı var. Bizler bugün modern dünya olarak tarif ettiğimiz dünyada, plazalar arasında sıkışmış bir şekilde yaşıyoruz. Mutluluğumuzu dış koşullara bağlı sandığımız için manevi olarak tatminsiziz. Kendi manevi arayışlarım neticesinde tasavvufa ilgi duymaya başladığımda ‘Tasavvuf günümüz insanına ne vaat edebilir?’ sorusu vardı hep kafamda. Kitabı yazım süresince de temel sorum hep bu oldu. ‘İyi, güzel, yüzyıllar önce bunlar söylenmiş, yaşanmış ama plaza insanı bundan nasıl feyz alacak?’ sorusunun cevabını aradım okumalarımda. Kendimce bulduğum cevapları modern Batı öğretileri ve Pozitif Psikoloji ile karşılaştırıp harmanlayarak kitaba yansıtmaya çalıştım. Günümüzde bize tavsiye olarak verilen pek çok mutlu ve anlamlı yaşam sırrının aslında yüzyıllar önce tasavvuf öğretisinde dile getirildiğini vurgulamak istedim.
“Plaza Sufisi,kadim öğretilerin yol göstermesi ve modern zamanlardaki deneyimleri bir araya getirip gönlü acıkanlara, aşka ve hakikate giderek doymak isteyenlere yeni bir gönül sofrası kuruyor. Selcen Gür, tasavvuf ve pozitif psikolojinin aynasında suretleri ve siretleri yeniden tanımlıyor, okuru geniş bir yolculuğa çağırıyor. Bu kitapta sizlere Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Hacı Bektaş Velî gibi büyük sufiler ve V.E.Frankl, Csikszentmihalyi, M.Seligman gibi çağımızın yazarları eşlik ediyor,” deniyor kitabınızın arka kapak yazısında. Dünya ve Türkiye özelinde depremler, salgın, iklim krizi, ırkçılık, savaşlar, göçler ve temel eşitsizlikler üzerinden düşündüğümüzde önerdiğiniz yolculuk ya da araştırdığınız bileşim aracılığıyla bu zorlu günleri daha az hasarla atlatabilmek mümkün mü sizce?
Günümüz insanı dünya tarihinin en kötü dönemine denk düştüğünü düşünüyor. Oysa İbn Haldun’un dediği gibi, geçmiş geleceğe suyun suya benzediğinden daha fazla benziyor. Tasavvufun ortaya çıktığı döneme baktığımızda kıtlık, savaşlar, zorluklar ve çatışmalar görüyoruz. O zaman da dünya toz pembe değil. Demem o ki, dünya da insan da yüzyıllar öncesinden çok farklı değil. Nefsiyle, hırslarıyla, korkuları ve özlemleriyle temelde insan hep aynı insan. Bu sebeple tasavvufu tarihin tozlu sayfalarında bırakmak çok anlamlı değil. Tasavvufu çağımızın öğretileriyle harmanlayarak kendi sentezimizi yaratmanın bizi manevi açıdan zenginleştireceğine inanıyorum. Dediğiniz gibi bu zorlu günleri atlatmak için gayret etmemiz, kendimizi tamir çantamızı zenginleştirmemiz gerekiyor. Bu çantaya ne kadar yatırım yaparsak bizim için o kadar iyi. Bu kitapta ben hangi malzemelerden istifade edebileceğimize kafa yordum ve elimden geldiğince farklı öğretilerin kesiştiği noktalara ışık tutmaya çalıştım.
Kitabınızın bölüm başlangıçlarında epigraf olarak şiir ve deneme türünün önemli isimlerinden alıntılar kullandınız. Seçimlerinizi nasıl yaptınız ve bu yöntemle neyi amaçladınız?
Bana göre şiir türünün büyülü bir gücü var. Şiirin gücü ve etkisinin, diğer edebi türlerin üstünde olduğunu düşünüyorum. ‘Sır ve Gölge’ romanımın bölüm başlarında da hep şiire yer verdim. Çünkü şiir bambaşka bir dünya aralıyor insana. Bir yazar sayfalarca dil dökerken, bir şair tek bir dizesiyle anlatmak istediğini nokta atışı anlatabiliyor. Bu anlamda şairlere büyük bir hayranlığım var. Kitapta çokça yer verdiğim büyük ozanımız Yunus Emre hem öncü bir sufi hem de Türkçe’nin en büyük şairi. Keza Ahmet Yesevi’nin hikmetleri hem yaşadığı dönemin insanını hem de tasavvuf öğretisinin ana fikirlerini şiirsel biçimde anlatmasıyla çok etkileyici. Hacı Bektaş Veli’nin ‘Benim Kâbem insandır.’ cümlesi, tasavvuf öğretisinin temel duygusunu üç kelimeyle anlatabilmesi bakımından hayranlık uyandırıcı. Tüm bu dizelerin nesilden nesile aktarılmasını ve özellikle de modern dünyanın insanına değebilmesini önemsiyorum.
Masanızda neler var, deneme türünde yazmaya devam edecek misiniz?
Plaza Sufisi’ni yazarken Melamilik ve Ahilik konularında biraz daha derinleşmek istediğimi fark ettim. Bu konulardaki okumalarıma kitabı bitirdikten sonra yoğunlaşmaya karar vermiştim. Ben yola duygularıyla çıkan biri olduğum için bundan sonraki süreç beni hangi türde yazmaya götürecek şu anda kestiremiyorum. Dediğim gibi, bir kararla veya planla başlamıyor yazma sürecim. Ancak başladıktan sonra okuma ve yazma disiplini devreye giriyor bende. Bu sebeple bundan sonraki süreçte ne yazacağıma ve hangi türde yazacağıma henüz karar vermiş değilim. Bunu hayat gösterecek diyelim.
Son olarak yöneticisi olduğunuz yayınevinizi sormak istiyorum. 2023 yılı nasıl geçti, hangi alanlarda ne gibi üretimleriniz oldu, 2024’ten beklentileriniz neler?
2023 beklediğimizden bereketli geçti. Yazar ve tarihçi Samet Altıntaş’ın son kitabını Tara’dan yayımladık. ‘Bugünün Rüzgarında Türkiye’ adlı kitabı tarih, edebiyat, şiir, müzik, mimari ve tasavvufa dair yazılardan oluşuyor. Bu zengin yazı yelpazesinde Altıntaş kimi zaman tarihi bir karakter veya olaya, kimi zaman da gündemdeki bir karakter ya da konuya dair yeni bir pencere açıyor.
Yayımladığımız diğer kitaplar arasında hukukçu ve kadın hakları savunucusu Tuba Torun’un hayata ve feminizme dair denemelerden oluşan Silahınız Kargoya Verildi’ kitabı var.
Roman kategorisinde Ahmet Can Buğday’ın ‘Gizli Miras’ kitabı hem yakın dönem Türkiye panoramasına ışık tutan hem de heyecan ve gerilim dolu bir macera.
Bir diğer yeni kitabımız ise iş insanı Ebru Kain’in kendi yaşam yolculuğundaki durakları kaleme aldığı, özellikle gençlere ve kadınlara ‘Bir kadının gözüyle bakmak değiştirebilir dünyayı’ diye seslendiği ‘Hayat Çizgim’ kitabı.
edebiyathaber.net (22 Ocak 2024)