Sosyal medya ve onun sağladığı sınırsız bilgi, enformasyon ve şeffaflık bizi özgürleştirdi mi? Yoksa, bu özgürlük ve şeffaflık yeni bir totalitarizmin habercisi mi? Bu sorulara tek seferde, doyurucu yanıtlar verebilmek çok güç. Sosyal medyanın hayatımızdaki yeri ve önemi giderek arttıkça, onun bize etkilerine dair yeni teoriler ve araştırmak da mümkün oluyor. Dolayısıyla farklı disiplinler ya da teorik okumalarla yeni sosyal ağlara dair fikirler ortaya koymak mümkün. Yakın zamanda Byung- Chul Han’ın Metis Yayınları’ndan Haluk Barışçan’ın çevirisiyle yayımlanan ‘Şeffaflık Toplumu’ adlı eser bu soruların yanıtlarını arıyor. Byung- Chul Han, kitap boyunca 1990’lı yıllarda başlayan, milenyumda iyice ivme kazanan hız, enformasyon, sosyal medya ve onun sağladığı yeni iletişim şekillerini irdeliyor. Han, kitabında teknofobiye düşmeden, olguları ve durumları nesnel bir şekilde ele alıyor. Sosyal medyayı kötülemeden lakin onun yaratmış olduğu yeni iletişim biçimlerine ve o kanal üzerinden oluşan yeni kontrol toplumu tahayyülüne eleştirel bir bakış açısı koyuyor.
Yazar, kağıt üstünde başta enformasyon imkanı olmak üzere, bir çok konuda bize büyük faydalar sağlayan yeni medya çağında, aslında sahip olduğumuz bu imkanların bizi iyi bir yere değil, daha kötü bir yere sürüklediği inancında. Günümüzde, hızlı enformasyon akışının, kolaylıkla sağlanabilen iletişim şekillerinin bir tür şeffaflık ortamı sağlamakla beraber, bu şeffaflığın hayatımıza, birbirimizle olan ilişkilerimizi olumsuz bir şekilde etkilediği inancında.
Kaybolan insani bağlar
Byung- Chul Han, yaşadığımız toplumu “Şeffaflık toplumu” olarak tarif ediyor. Han’ın burada vurguladığı şeffaflık olumlu bir anlama gelmiyor. Tam aksine “şeffaflık” günümüzde negatif bir durumu imlemekte. Yazarın negatiften kastı ise, “şeffaflık” toplumunda tüm pürüzlü görülebilecek süreçlerin, olayların ve iletişim süreçlerinden arınmış olmasıdır. Han, şeffaflık ve onun sonucunda ortaya çıkan olumluluk toplumunda, acıya, üzüntüye ve hayal kırıklığına yer olmadığını belirtiyor. “Olumluluk toplumu hiçbir olumsuz duyguya da izin vermez. Böylece insanlar eziyet ve acıyla başa çıkma, buna biçim verme becerisini yitirirler. Nietzsche’ye göre insanın ruhu derinliğini, büyüklüğünü ve gücünü tam da olumsuzlukta oyalanmaya borçludur. İnsanın tini de sancılı doğar: Ruhun talihsizlik karşısında duyduğu ve gücünü geliştiren gerilim, tahlisizliğe katlanmak, talihsizlik karşısında sebat etmek, onu yorumlamak ve ondan bir şeyler çıkartmakta gösterdiği” .
Nihayetinde, bizler yaşam serüvenimizde tecrübelerimizi kayıplarımızla, eksiklerimizin bilincinde olarak yaşarız. Han’ın tarifini yaptığı yeni toplumsal ilişkilerde ise, insan bir otomasyona dönüşmüştür. Buradaki iletişim şeklinde, beklenmedik olana, hesapsız ve anlık olana yer yoktur. Her şey planlandığı ve öngörüldüğü gibi ilerlerler. Facebook benzeri sosyal ağlara ya da arkadaşlık sitelerine üyeyseniz ya da o mecralarda biraz vakit geçirdiyseniz; şunu deneyimleme şansınız olmuştur. Bu mecralardaki arkadaşlık modeli, tam sizin beğenilerinize, dünya görüşlerinize uygun bir eşleştirme sunar. Size benzeyen bir sürü insanla aynı grupta, aynı enformasyon akışına hapsolursunuz. Üstelik, sosyal ağlar üzerinden sağlanan iletişim modelinde, olumsuzluk ve eleştiri de geriye atılacaktır. Han, bu noktada Facebook’un kullanıcılarına sunduğu tek alternatif olan ‘like/beğendim’ tuşunu hatırlatır. “Olumluluk toplumunun genel yargısı like/beğendim’dir. Facebook’n dislike/beğenmedim seçeneği sunmamaktaki kararlığını anlamlıdır. Olumluluk toplumu, iletişimi sekteye uğratacağı için olumsuzluğun he türünden kaçınır.” Dolayısıyla burada kurulan, arkadaşlık ve dostluk modelinde beklenmedik, sizi şaşırtacak hiçbir olay ve durum olamaz. “Şeffaf zaman kadere ve olaya yer vermeyen zamandır. Günümüzde toplumsal sistem bütün süreçlerini, bunları işlemselleştirmek ve hızlandırmak amacıyla şeffaflığa zorlar. Hızlanma baskısı olumsuzluğun tasfiyesine eşlik eder. “ Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz yıllarda Channel 4, Musul operasyonunu Facebook üzerinden canlı yayınlamış, canlı yayın esansında görüntüler üzerinden öfekli emojiler uçuşmuştu. Susan Sontag da Başkalarının Acısına bakmak kitabında fotoğrafların etkilerinin hızla azaldığını, bizim ise acı eşiğimizin yükseldiğini söylüyordu. Facebook üzerinden canlı canlı savaş izleyip, ekrana öfkeli emojiler savurmak ise başka bir eşik, nihilizme geçiş, hakikatlerden hızla uzaklaşma anlamına geliyor bir anlamda. Yine geçtiğimiz yıllarda Yeni Zelenda’da gerçekleşen saldırıda da saldırgan eylemini Facebook üzerinden canlı olarak yayımladı; takipçileri olayı izledi. Kamera açısı, olayların oluş şekli bilgisayar oyununu andırıyordu. Bu durum daha ürkütücü bir tartışmanın önünü açıyor; tanıklık ve gerçekliğin altının oyulması ve yaşanan eyleminin şok ediciliğinin ortadan kalmasıdır.
Böyle bir ilişki modelinde, en çok yarayı da aşk alacaktır. Eğer hayatın negatif ve hayal kırıklığı yaratabilecek detayları ortadan kalktıysa, aşkın tarifi içerisinde yer alacak olan acı çekme, üzülme gibi şeyler de kenara itilecektir. Daha da önemlisi, aşkın hesapsızlığı ve bir anda ortaya çıkışı da yitirilecektir. Birisini önceden hesaplayarak sevemezsin, birisine aşık olmazsınız, aşık olduğunuzu anlarsınız. Bu yüzden aşk insanın yaşayabileceği en benzersiz duygulardan bir tanesidir. Yazar, bu noktada, Alain Badiou’nun Aşka Övgü kitabını hatırlatıp, orada bahsi geçen arkadaşlık sitesinin reklamında yer alan “acı çekmeden aşık olmak çok kolay” sloganı neredeyse toplumsal bir norm haline gelebilir. Bu türden, sevgiye dönüşmemiş sadece haz odaklı bir ilişkide insanın sahip olduğu en özel duyguları paramparça edebilir.
Totaliter şeffaflık
Byung-Chul Han, kitapta bir diğer önemli mesele ise teşhircilik ve mahremiyet alanlarının giderek daralması oluyor. Yazar, şeffaflık toplumunda hiçbir şeyin gizli kalmamasının, mahremiyet alanın giderek daralmasına ve her şeyin teşhirciliğe dönüşeceği inancında. Bu mahremiyet ve teşhircilik ortamında, insana dair gizli hiçbir alan yoktur. Kişinin ev ortamı, günlük yaşamı, biriktirdiği tüm anılar, anlar tüm pürüzsüzlüğüyle ortadadır. Sosyal medya videolarında, muhafazakar bir yaşam tarzına sahip olan insanların bile yatak odalarını ya da evlerinin tüm detaylarını insanlara açık bir şekilde paylaşmaları bu anlamda ilginçtir. Sadece bu da değil, konsere giderken de yaşadığımız o an biriktirdiğimiz biricik anı ve anıyı da kamusal alana açmak istiyoruz. Deneyimlediğimiz olayı kendisine değil, paylaştığımız şeyin kimler tarafından görüldüğü ve beğenildiği çok daha önemli bir halde sanki.
Yazar, bu noktada dijital fotoğraflara ve kendimizi çektiğimiz selfielere değiniyor. Sosyal medya paylaşılan fotoğrafların bir süre sonra, salt bir tüketim nesnesi haline getireceğini belirtiyor: “Teşhircilik toplumunda her özne kendi reklam nesnesidir. Her şey sergi değeriyle ölçülür. Teşhircilik toplumu pornografik bir toplumdur. Her şey dışa çevrilmiş, ifşa edilmiş, çıplaklaştırılmış, soyulmuş, ortaya serilmiş durumdadır. Teşhir etmenin aşırılığı her şeyi “tüm sırlarından arınmış olarak derhal tüketilmeye açık” bir meta haline getirir. Kapitalist ekonomi her şeyi sergilenme mecburiyetine tabi kılar. Sadece sergilemeye yarayan sahnelemedir değer yaratan, şeyleri her türlü kendine özgülülüğü feda edilmiştir”. Dolayısıyla böyle bir ortamda fotoğrafın kendine özgü aurası, hayatın gelip geçiciliğini vurgulayan melankolik hissiyatının da ortadan kalkmasına neden olmaktadır. Bunun bir sonucu olarak, herkes, sıradan duygusuz bir yüze dönüşür. Belki de daha da ürkünç olan ise, yüzünüzün ya da sosyal medyada paylaşılan anının, fotoğrafın değeri aldığı beğeni sayısıyla ölçülür. Son yıllarda yapılan araştırmalarda beğeni sayısının düşüklüğünün insanı depresyona soktuğu belirtiliyor. Instagram’ın geçtiğimiz günlerde beğeni sayısını kaldıracağını açıklaması bu anlamda manidardır.
Yazar, hiçbir şeyin gizli kalmamasının demokratik bir toplum yapısına dönüşeceğimizin değil tam aksine yeni bir denetim toplum yapısının oluşacağı inancında. Facebook ve Google örneklerinde olduğu gibi tüm verilerimiz, mesajlarımız kolaylıkla iktidarların eline geçebilmesi, bu veriler yoluyla düşüncelerimiz, fikirlerimiz, okuduğumuz kitaplar, filmler kısacası bize dair her şeyin fişlenmesine ve denetlenmesine yol açacaktır. Zizek de geçtiğimiz günlerde, sosyal medyada sahip olduğunu sandığımız özgürlüğün aslında sahte olduğunu bunun tam aksine sıkı bir kontrol ve denetim mekanizması içinde yaşadığımızı belirtiyordu. Yazar, böyle bir ortamdan kurtulabilmek için ‘mesafe’yi yeniden tesis etmemizin gerekliliğini vurguluyor: “Günümüz toplumunu sarmış olan şeffaflık tutkusu karşısında mesafe tutkusunu hayata geçirmeyi öğrenmemiz elzemdir. Mesafe ve utanç sermayenin enformasyonun ve iletişimin hızlandırılmış dolaşımına dahil edilmez.”
Byung- Chul Han günümüzün en önemli felsefecilerinden. Kültür, teoloji ve estetik ana çalışma alanlarından. Şeffaflık Toplumu ise sosyal medya, selfie, benlik sunumları ve haz toplumuna dair bir eleştiri. Yazarın ana önermesi, biraz nihilist perspektiften bakılırsa; toplumdan negatifin ve olumsuzlukların arınması ‘olumluk toplumuna’ dönüşmesi. “Acılardan arınmış toplum” bir nevi; yani Facebook terminolojisiyle beğeni/like sürecine dönüşmüş olması. Bununla beraber selfieler, benlik sunumlarının da benzer bir amaca hizmet ettiğini söylüyor. Fotoğrafın tarihsel sürecinin selfie toplumuna bir ‘pornografik’ bir hâle dönüştüğünü, estetik kaygıların ortadan kalkıp sadece teshire dönüştüğünü belirtiyor. Bizzat kendi bedenimizin bir meta haline geldiğini, mahremiyetlerin ortadan kalktığını, auranın yok olduğunu anlatıyor. 21. yüzyılda pornografik, gürültülü bir benlik sunumu var yani ortada… Üstelik sosyal medya bizim kişiliğimizi ve benliğimizi de şekillendiriyor. Farklı sosyal medya platformlarındaki benlik performanslarına bakmamız yeterli. Instagram’da herkes mutlu, gülümsüyor, Facebook’ta anılar paylaşılıyor, Twitter’da ise anksiyetinin ucunda, melankolik ve depresif bir ortam var. Yazar, sözün özü ilginç ve ezber bozan saptamalar için var kahrolsun sosyal medya ya da teknofobi yapmıyor tam aksine haleti ruhiyemizin panoramasını sunuyor. Şeffaflık Toplumu içinden geçtiğimiz ve daha yolun çok başında olduğumuz yeni bir toplumsal yapıyı anlamamız için önemli sorular soruyor.
edebiyathaber.net (15 Eylül 2019)