Selim Erdoğan: “Bir psikopatı psikopat yapan nedir?”

Ağustos 7, 2023

Selim Erdoğan: “Bir psikopatı psikopat yapan nedir?”

Söyleşi: Okan Çil

Selim Erdoğan’ın son romanı “Derin Merhamet” İthaki Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Bir seri katilin iç dünyasını anlatan Erdoğan, bu kitabında bizleri önemli sorularla baş başa bırakıyor.

“Derin Merhamet” okurlarıyla yeni yeni buluşurken biz de Erdoğan’a sorularımızı yönettik. Kendisine kitabın yazım sürecini, suçun geçmişle olan ilişkisini ve yeni çalışmalarını sorduk.

“Derin Merhamet” nasıl ortaya çıktı? Kitabın yazım sürecine dair bize neler anlatmak istersiniz?

İnsan bilinci, bu bilincin doğası, kişiliğin oluşumunda genetik miras ve çevrenin etkisi, kişiliğin katmanları ilgimi çeken konulardı. Ben anomalilerin de normal insan doğasına ilişkin ipuçları taşıdığını düşünüyorum. Freudyen bir bakış açısıyla; seri katil denetimsiz bir id’in eseridir. Id insan bilincinin katmanlarından biriyse izole bir id’in neye benzediğini seri katillerde görebiliriz. 

Peki ama bir psikopatı psikopat yapan nedir? Sadece travma bunu açıklamaya yeter mi? Yoksa mesela albinoluk ya da yarık dudaklılık gibi genetik bir anomali mi? Belirli bir yüzdesi var mı? Katil bilinci nedir? Bir öfke sonucu değil de soğukkanlılıkla cinayet işleyen birinin bilincinde ne olur? Öte yandan yakalanma riskini göze aldırabilecek kadar güçlü bir itki neye benzer? Bu sorular üzerine düşünürken on yıl kadar önce kamuoyunda Kayserili çocuklar vakası olarak bilinen hem üzücü hem dehşet verici bir olay oldu. İkisi kardeş üç çocuk dünyanın en masum eylemini gerçekleştirmek üzere yani bayramda şeker toplama üzere evden çıkıp ortadan kayboldular. Birkaç hafta sonra şüpheler yan binada tek başına yaşayan birinin üzerinde yoğunlaştı. Sonuçta katil suçunu itiraf edip çocukların cesetlerini gömdüğü yeri gösterdi. Olayın kendisi dehşet verici ve Allah ailelerine sabırlar versin. Başka bir dehşet verici taraf bir insanın, bilindiği kadarıyla daha önce kimseyi öldürmemiş birinin bu eyleme nasıl karar verdiği. Çünkü bunu planlamamış. Evde oturmuş belki TV izlerken kapı çalınıyor. Üç çocuğu görünce nasıl bir itkiyle yakalanma riskini falan göze alarak bunu yapabiliyor. Beyinde gözü karartan bir kararma olmalı. Freudyen id’in serbest kaldığı bir an. Önüne geçilemez bir itki belki. Kendisi bilmese de daha önce vakası olmasa da bir seri katil aslında o olaydaki. Sonra bu alanda okumaya araştırmaya başladım. Bir yandan da kötülük felsefesiyle ilgili okudum. Şeytani kötülük, bencillik vesaire…

Meriç’in çocuklukta yaşadığı şeyler yüzünden bir seri katile dönüştüğünü okuyoruz. Bizi belirleyen şey çoğu zaman geçmişle mi alakalıdır? Ya da şöyle sorayım; geçmişten kurtulmak mümkün müdür?

Ben seri katili seri katil yapan şeylerin bir bölümünün ama önemli bir bölümünün genetikle geldiği kanaatindeyim. Bunu Jeffry Dahmer’in babası söyler mesela. Benzer parafilyalara sahip olduğunu açıklar. Ama bunlar babada uygulamaya geçecek kadar güçlü değildi. Travmalar genetikle gelen baskıyı patlama noktasına getirebilir ancak. Travmalar, çocukluğun geçtiği ortam elbette suça yatkın kişilikler geliştirir. Belirli sosyopolitik toplumsal katmanlarda yapılan araştırmalarda ortaya çıkan sonuçlar tesadüf değil. Fakir ve şiddetin günlük rutin olduğu bir mahallede büyürseniz ucundan kıyısında suça bulaşırsınız. Sonra belki küçük suçlar daha büyüklere evrilir ve süreç kendi kendini besleyerek devam eder. Seri katillerde kişisel hikâyeler önemli görünüyor.

Sorunuzun ikinci kısmına gelince. Hem evet hem hayır. Bir insanın nerede hangi ortamda büyürse büyüsün kişiliğinin ilk tuğlalarının konulmaya başladığı koşulların izlerini silmek bence mümkün değil. Ama dediğim gibi, beyindeki bazı bağlantıları farklı kılan genetik bir miras yoksa kişi suç makinesi olsa da çevresi yüzünden öldürmekle ilintili bir parafilya gelişmez. 

“ORTAK ACILAR İNSANLARI BİRBİRİNE YAKLAŞTIRIR”

Bir de Linda var tabii… Linda’nın geçmişinin de Meriç’le birtakım benzerlikler taşıdığını okuyoruz. Ortak acılar bizi birbirimize yaklaştırdığı gibi, birbirimizden uzaklaşmamıza da sebebiyet verebilir sanıyorum, ne dersiniz?

Ortak acılar insanları birbirine yaklaştırır. Meriç ve Linda’nın hikâyeleri çok farklı. Meriç anne figüründen yoksun büyüyor. Ama bu belki sadece bir katalizör. Babası var. Bir işi de var babasının. Ama olduğundan farklı görünmek, yalan söylemek babada da var. Evrak memuruyken kendi ailesine diplomat olduğunu söylüyor mesela. Babadan Meriç’e geçen özellikler öğrenmeyle değil, genetik bence. Linda’da durum farklı. Babası da annesi de güçlü. Ama babanın tutkuları var. Baba değeri bilinmeyen bir müzik dehasını olduğunu düşünüyor. Belki de haklı. Yani gerçekten yetenekli bir adam. Ama hayal ettiği gibi bir konser piyanisti olamamış. Bunu Linda’nın gerçekleştirebileceğini düşünüyor. Kızına belki istemediği, belki o kadar da yetenekli olmadığı bir alanda misyon yüklüyor. Linda’nın kendi yetenekleri ya da isteklerini görmezden geliyor. Linda babasının gerçekleştiremediği hayalleri yüzünden babasına karşı suçluluk, kendi yarım kalmış hayalleri yüzünden kızgınlık duyuyor. Hayalini gerçekleştirenlere, ne istediğini bilenlere karşıysa belki saf yakıcı bir kıskançlık. 

“Derin Merhamet”i klasik bir polisiyeden ayıran pek çok şey var. Örneğin katilin kim olduğu daha ilk bölümde veriliyor, üstelik onu yakalamaya çalışan zeki, çevik ve ahlaklı bir polis de mevcut değil vb. Yaptığınız bu gibi tercihlere dair neler söylemek istersiniz?

Elinizdeki kitabın iyi polisin kötü adamı yakaladığı klasik bir polisiye olmadığını hatta polisiye olmadığını söyleyebilirim. Bir seri katilin motivasyon ve eylemlerinin fonunda çevresindeki insanların eylem ve motivasyonları da önemli. Linda ve babasının ilişkisi, Meltem ve Meriç’in ilişkisi, Meltem ve Linda’nın ilişkisi kitabın kimi önemli eksenlerini oluşturuyor.

Yerli ve yabancı suç hikâyeleri edebiyatta ve dijital platformlarda yükselişe geçmiş durumda. Bunun nedenlerinden bahsedelim mi biraz da? Örneğin ülkemizdeki çarpık adalet anlayışının bununla bir ilgisi olduğu söylenebilir mi?

Suç hikâyeleri son zamanlarda artmış olabilir evet. Doğrusu elimde bu konuda bir istatistik yok. Ama suç her zaman ilgi çeken bir konudur. En klasik polisiyeden, “Suç ve Ceza” gibi felsefi-psikolojik olanlara kadar on binlerce metne konu olmuştur. Bunda insanların kötü adamın cezalandırıldığını görmek gibi öforya tutkusu etken olabilir. Bir diğeri suçluyla ya da polisle beraber heyecan yaşama isteği etkili olabilir. Birinden nefret etmek ve nefret edilen karakterin sonunda yakayı ele vermesi. Öyle görünüyor ki suç ve suçlu edebiyatı da insan doğasının kolayca etiketleyip ötekileştirmeye yatkın o zayıf doğasını kullanmayı seviyor. 

“İYİ METİN OKUYUCUDAN SABIR İSTEMEZ”

Günümüz romanına dair neler söylemek istersiniz? Beğeni ve eleştirilerinizi bizimle paylaşır mısınız?

Günümüz romanı çok geniş bir kavram. Takip etmek çok zor olmanın ötesinde imkânsız. Sevdiğim şeyleri genellikle tesadüfen keşfediyorum. Genel beğenilerle aram çok iyi değil. Kimi zaman çok prestijli kitaplar elimde geçiyor. Çoğunu yarım bırakıyorum. Romana bir bütün olarak bakıyorum. Metnin içinde iyi cümlelerin, paragrafların olmasının metni bir bütün olarak iyi yapmaya yetmeyeceğini düşünüyorum. Bence iyi metin baştan sona tasarlanmış, fazlalıkları, sarkan bölümleri olmayan metindir. Üslubu önemlidir. İyi metin okuyucudan sabır istemez, eğer canlı bir şey olsaydı okuyucu metinden sabır isterdi. Yani iyi metin iyi okuyucuyu kendini çeker. Mıknatıs gibi yapışır. Kitapla ilgili kimin ne dediğini, 20. yüzyılın bilmem ne dilinde yazılmış en iyi on kitabı gibi sıralamaları umursamam. Ün kendi kendini besleyen bir şey. Metnin iyi olduğuna ilişkin genel bir kanı bir kere her nasıl oluşmuşsa okuyucu onu beğeniyor. Beğenecek bir şey buluyor. Genel olarak bir izleği olan metinleri severim. Bu anlamda kimi modern ve postmodern metinlerle aram çok iyi değil. Modern ve post modern tekniklerin kullanılmasına ilke olarak karşı olmasam da rastlantısallığa, kimi zaman apaçık okunamazlığa, sıkıcılığa, kötü kompozisyona karşı kılıf olarak kullanılabildiği şüphesini taşıyorum.

Yeni çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Tezgâhta yine bir mizah kitabı var. Kimi kişi ve kavramların toplumsal algıdaki çarpık, ters yüz edilmiş hali, buna bağlı olarak doğan toplumsal linç çok ilgimi çekiyor. Bir şeye ait kamusal imajın çarpılması o kadar yaygın bir olgu ki siyasete yön vererek neredeyse bütün hayatımızı belirliyor. Bu imaj, kitle iletişim araçlarının son yirmi yıldaki evrimiyle şaşırtıcı bir hızda oluşup kemikleşmeye başladı. Trajikomik durumlar oluştu. Sabotaj’da olduğu gibi yine bir trajikomiğin mizahını yapmak istiyorum. Başka bir proje daha var aklımda. Yine bilimkurgusal bir arka planda insanın yaşadığı zamanla ilişkisine, zamanının ürünü insan olgusuna şöyle bir bakmak istiyorum. Hangisi önce gelir bilmiyorum ama.

edebiyathaber.net (7 Ağustos 2023)

Yorum yapın