30 Aralık 2024, saat 12.26. Selim İleri’yi arayıp hem yeni yılını kutlayayım, hem de hatırını sorayım dedim. Rehberde adını buldum tam ara tuşuna basacağım, telefon çaldı, Selim İleri’nin adı ekranda belirdi. “Tevafuk dedikleri bu olsa” dedim. Karşılıklı gülüştük. “Uygunsan 1 Ocak akşamı Koço’da buluşalım, yeni yılı birlikte karşılayalım,” dedi.
Saat 18.30’da Koço’dan içeri girdiğimde iç salonda, kenarda bir masada önündeki bir dosyaya eğilmiş okuyan Selim İleri’yi gördüm. Daha bir adım atmadan o da benim geldiğimi hissetmiş olmalı ki başını kaldırdı. Göz göze geldik, selamlaştık.
Keyifli görünüyordu. İlk olarak sağlığını sordum. “Geçen hafta doktora gittim, baştan ayağa kontrol edildim, doktor çok iyisin, dedi” diye anlattı. Ben de çok iyi göründüğünü, sevindiğimi söyledim. “Ama bazı sabahlar bacaklarım çok ağrıyor, geçmek de bilmiyor, ondan başka derdim yok” dedi. Bu kötü bir işaret miydi, bilemiyorum.
Sonra önündeki dosyayı bana uzattı. “Bir bak bakalım” dedi. Turgay Kantürk ve Deniz Durukan’la Sait Faik’le ilgili uzun bir söyleşi yapmışlar. Aralarda da Sait Faik’ten seçilmiş, sohbete konu olan öyküler yer alıyor. Kitap bitmiş, son düzeltmeleri yapıyormuş.
“Son sözleri oku lütfen” dedi. Söyleşinin bitimindeki kapanış cümleleri gerçekten de iyi bir Sait Faik tahlili okuyacağımızın işaretiydi. Kitabın adı “O Derin Fısıltı, Sait Faik Üstüne Konuşmalar” olacakmış. Altay Öktem’in yayın yönetmenliğini yaptığı SRC’den ay sonunda çıkacakmış.
Sait Faik’in öykücülüğünün gücünden, anlatım ve dil açısından ne kadar öncü ve farklı bir yazar olduğunu, yaşadığı çağda ne önemli bir devrim yarattığından söz ettik. “1950 Kuşağı öykücülerini babasıdır” dedi. Örnekler verdi.
Söz oradan Sait Faik’in nişanlısına geldi. Rum bir kızla kısa bir nişanlılığı olmuş. “Turgay Kantürk anlattı. Ona da Sabahattin Kudret Aksal anlatmış sanıyorum” dedi. Ben de bu bilgiyi anımsıyordum.Sabahattin Bey’in anlatmış olabileceğini onayladım. Turgay’ın kulaklarını çınlattık, Sabahattin Bey’i andık. Sait Faik’in biraz yabani bir yapısı olduğu, insanlardan uzak durmayı tercih ettiğini, çok az dostu olduğunu konuştuk. Söz, Leyla Erbil’e geldi. Yeni yazmaya başlamış 17 yaşında bir genç kızla deneyimli hikayecinin dostluğundan söz ettik. “Belki de böyle saf, art niyetsiz dostlukları seviyordu” dedi.
Leyla Erbil’in öykücülüğü üzerinde Sait Faik’in nasıl bir etkisi olduğundan söz ettik. Söz Leyla Erbil’le Ece Ayhan’ın dostluklarına ve düşmanlıklarına geldi. Ölümünden sonra Leyla Erbil’in yayınlattığı Ece Ayhan hakkındaki öyküsünü konuştuk. Ece Ayhan’ın beyin ameliyatlarından, kendisi için yardım toplayan dostlarına neler yaptığından söz ettik. Ben de Ece Ayhan, İlhan Berk ve Nilgün Marmara ile Bodrum Gümüşlük’te yaşadığımız günlerden söz ettim.
Selim İleri ile Hulki Aktunç’un gençlik çağları birlikte geçmiş, çok yakın dostlarmış, daha önceki sohbetlerden biliyordum. Hulki Aktunç’un yeni yayınlanan “Daktilo Günlük: Günlükler 1970 – 1999” (Yapı Kredi yay.) kitabını okuduğumu bol bol kendisinden söz ettiğini anlattım. Merak etmişti. Kitabı temin edip hemen okuyacağını söyledi.
Hulki Aktunç’la hemen her gün buluştuklarını, günlerini birlikte geçirdiklerini anlattı. Türkiye Defteri dergisinden söz etti. Dergiyi Naci Çelik, Hulki Aktunç ve Taylan Altuğ ile birlikte çıkarmışlar. Ama Selim İleri kısa süre sonra ayrılmış. Naci Çelik’ten haberdar olduğunu ama İzmir’de yaşadığını bildiği Taylan Altuğ’u uzun yıllardır görmediğini söyledi. İnternetten araştırayım dedim. Keşke o anda araştırsaymışım. Sohbet öyle güzeldi ki kesmek istemedim. Sonra da unuttuk.
Selçuk Baran’ı çok sevdiğini, önemsediğini biliyordum. Can Yayınları’nın Selçuk Baran’ın günlüklerini yayınladığını söyledim. Çok sevindi. Selçuk Baran’la tanışmalarını, dostluklarını, bu kıymetli yazarın nasıl yalnız bırakıldığını, “Bozkır Çiçekleri” romanının yazılışından ancak on yıl sonra, 1987’de rahmetli Refik Ulu’ya önerdiğini ve hemen Özgür Yayınları’ndan yayınlandığını anlattı.
Deniz Keziban Çakıcı’nın “Suç Bütün Perçemlerimdeydi” (İletişim yay.) adlı çalışmasında Sevgi Soysal’ın 12 Mart sanıklığının ayrıntılarıyla anlattığını söyledim. “En çok hangi eserini seversin” diye sordu. “Yenişehir’de bir Öğle Vakti” dedim. O romanın yapısı hakkında konuştuk biraz. Selim İleri de Şafak’ı beğenirmiş. “Erkenden ölmeseydi çok iyi eserler vereceğinin ipuçları var o romanda. Çok güçlü bir eser” diye ekledi.
Önceki buluşmamızda masada son eseri vardı. Cüneyt Arkın’ın yaşamından, onunla dostluklarından, anılardan yola çıkan bir anlatı yazdığını söylemiş, dosyayı bana göstermişti. Kitabı yayınevine teslim ettiğini, mart ayında yayınlanacağını söyledi.
Cüneyt Arkın deyince tabii ki söz sinemaya geldi. Onun ne kadar güçlü bir oyuncu olduğundan, birlikte oynadığı yıldızlardan söz ettik. “Ben Filiz Akın’cıydım, hiçbir filmini kaçırmazdım” deyince, Filiz Akın’ın da büyük bir yıldız olduğunu ama kendisi için tek starın Türkan Şoray olduğunu söyledi. Kadın yıldızlardan, Sezer Sezin’den, Muhterem Nur’dan, Lütfi Akad’dan söz ettik.
“Tezgahta yeni ne var? Ne yazıyorsun?” diye sordum. Füsun Akatlı hakkında bir anlatı yazmak istediğini söyledi. Onun yaşam öyküsünü, birlikte anılarını not ettiğini anlattı. İlk tanışmalarından, İstanbul’da birlikte geçen günlerinden söz etti.
Saat 11 olmuş. Şef garson nezaketle lokantada kimselerin kalmadığını, kendisinin de gitmek durumda olduğunu ama bizimle ilgilenecek bir garson kalacağını söyledi. “Öyleyse kalkalım” dedik. 4,5 saatlik dolu dolu bir sohbet olmuştu. Ayrılırken “Arayı uzatmayalım, ilk fırsatta yine buluşalım” dedi.
Bu son buluşmamızmış. Anısı kalsın istedim. Çok özleyeceğiz.
edebiyathaber.net (9 Ocak 2025)