“Belki başka bi’ zaman, başka bi’ yerde. Sonuçta yarım kalan her şey tamamlanmaya muhtaçtır.”
“Hayat zor, hayat acımasız. Ben de isterdim geçmişimden koşar adım kaçıp, yepyeni başlangıçlara doğru yelken açmayı. Ama ayağımda annemin terlikleriyle en fazla bakkala kadar gelebildim.”
“İnsan en çok geçmişinden kaçıyor ama insanı en çok da geçmişi mutlu ediyor.”
Bundan tam yedi yıl önceydi. İşten, okuldan eve koşturarak gidip televizyonun başına kurulduğumuz yılları çoktan geride bırakmıştık. Perihan Abla, Süper Baba, Bizimkiler, Kaygısızlar, Sıdıka, Yedi Numara gibi televizyon dizileri gibi alternatif içerikler yerine “prime time”da reyting alması garanti olan, aşk üçgenleri, aldatma, ihtiras dolu klişe hikâyelerle doluydu kanal içerikleri.
Yaklaşık üç saat süren, uzun bakışmalarla dolu bu işlerin arasında Leyla ile Mecnun adeta çölde vahaya rastlamış olan izleyicisi tarafından öylesine sahiplenildi ki, dizi kısa sürede fenomene dönüştü! Öyle ki her pazartesi akşamı evimize konuk olan Mecnun, İsmail Abi, Erdal Bakkal, Baba İskender, Aksakallı Dede ve Yavuz Hırsız sanki yıllardır tanıdığımız arkadaşlarımız, dizinin çekildiği Kireçburnu ise mahallemiz oldu! Diziyi izledikten sonra sosyal medyada, bloglarda, sözlüklerde bölüm hakkında hissettiklerimizi, bize hatırlattıklarını uzun uzun paylaştık. Hatta, öyle ki bu iletişim dillere pelesenk olmuş “Gönderme var!”, “Selam çakmışlar!” gibi cümleleri yarattı. Bir bölümde Citizen Kane’e selam çakarken, diğer bölümde sevdiği kıza sahilde Edip Cansever şiirleri okuyan karakterleri izlemek Türkiye televizyonları için çok sık rastlanılacak bir durum değildi, haliyle çok heyecan vericiydi. Bölümler ilerledikçe karakterlerin her bir hikâyesi sahiplenildi izleyiciler tarafından, dizi hafızamızda kıymetli bir yer edindi kendine.
Tam üç sezon, yani 103 bölüm boyunca devam etti. Dizinin yayından kaldırılmasına dair pek çok neden sunulsa da hiçbiri Leyla ile Mecnun izleyicisini tatmin etmedi. Leyla ile Mecnun seveler her yıl dönümünde, yani 9 Şubat’ta sosyal medya eylemleri örgütleyerek “çok takip edilen başlıklar” arasına soktular Leyla ile Mecnun’u. Dahası, dizinin yeniden televizyonlara dönmesi ya da sinema filmi olarak yeniden çekilmesi için oyunculara, senaristine ve yapımcılara baskılar yaptılar. Ezcümle, zaman geçti ama Leyla ile Mecnun hep hatırlandı, hiç unutulmadı.
Geçtiğimiz Nisan ayında, tüm Leyla ile Mecnun severleri çok mutlu edecek bir gelişme oldu. Dizinin yaratıcısı Burak Aksak, televizyonda yapamadığı finali bir kitap olarak yayınlama kararı aldı. Küsurat Yayınları etiketiyle yayımlanan roman, diziyi özleyenlere, Leyla ile Mecnun severleri oldukça heyecanlandırdı. Sıkı bir Leyla ile Mecnun izleyicisi olarak ben de bu rüzgâra kapıldım. Çünkü kitap, bir bölüm senaryosu ya da diziden derleme replikler değil; yepyeni bir macerayı vaat ediyordu.
Televizyondan aşina olduğumuz karakterleri, bu kez bir roman kurgusu içinde takip etmenin hem avantajları hem de dezavantajları mevcuttu. “Anlatıcı kim olacak, diyaloglar okuyucuya geçecek mi, hikâye kendini tekrar edecek mi, hayalkırıklığına uğrar mıyız?” Bu sorularla çıktığım okuma yolculuğunda, her bir bölümde bu soruların bir bir silindiğini fark ettim. Bir roman kurgusu içinde, sırayla karşınıza çıkan karakterleri ne kadar özlediğinizi hissetmenizin yanı sıra Aksak’ın kıvrak kalemiyle okuduğunuz şeyi adeta izliyor gibi hissetmeniz de cabası. Bazı kitaplar vardır, bitmesini istemez, bu yüzden de yavaş yavaş okursunuz. Leyla ile Mecnun da bu türden sayabileceğimiz bir örnek. Son sayfayı çevirdiğinizde yeni maceraları hayal etmekten kendinizi alamıyorsunuz. Çünkü ilk günkü gibi inanıyoruz, “O gemi bir gün gelecek!”
Pınar Kızmaz – edebiyathaber.net (11 Temmuz 2018)