Sepin Sinanlıoğlu: “Yaşadığımız düzen unutma propagandasıyla dönüyor”

Ağustos 3, 2024

Sepin Sinanlıoğlu: “Yaşadığımız düzen unutma propagandasıyla dönüyor”

Söyleşi: Eda Esin

Sepin Sinanlıoğlu’nun Hoyrat adlı romanı geçtiğimiz günlerde Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Yazarla son romanı hakkında konuştuk.

Kitabın adıyla başlamak istiyorum. Hoyrat çarpıcı bir roman başlığı. “Hoyratlık” romanın ana fikirlerinden biri mi?

Zamana karşı devasa bir merakım ve zaafım var. Zamana hoyrat davranmayı hazmedemiyorum, bu bana günah geliyor, günahtan daha büyük bir şey, ihanet, hayata, her şeye ihanet gibi.  Ve hoyratlık zamanın kullanımından başlayarak hayatın her hücresine nüfuz ediyor kanımca. Romanda da benzer bir sirayet var. Zamanın hoyrat kullanımı karakterlere, olay örgüsüne, memlekete, memleketimin şehirlerine, memlekette azınlık tabir edilenlere ve aşka nüfuz ediyor. Kıyamet gibi bir şey.

Zaman kendine böylesi bir ihanet karşısında darlaştıkça darlaşıyor.

Maalesef fark etmiyoruz.

Roman boyunca aşkla yas hep bir arada. En baskını kayıp duygusu: kaybetme, kaybolma… Kişisel kayıplarla toplumsal kayıplar el ele mi gidiyor?

Aile hikâyeleri birleşse, entegre olsa, çoğalsa ve çoğalırken sağalsa dünyanın harikulade bir otobiyografisi oluşur ve o zaman, ancak o zaman içimiz tarih bilimi açısından rahat eder. Kişisel kayıplar da aile hikâyelerinin bir parçasıdır, aynı zamanda toplum hikâyelerinin de; bana öyle geliyor. Yani toplumsal kayıplar kişisel kayıpların toplamıdır ve sorunuzun cevabı evet bence el ele, diz dize, iç içe, kucak kucağa gidiyorlar.

Miran hatırlamaktan kaçıyor; unutmaya çalıştıkça kaybolduğunu, ancak hatırlarsa hayatına devam edebileceğini anlıyor giderek. Hatırlamanın acısı mı çok ağır?

Yaşadığımız düzen unutma propagandasıyla dönüyor, hatırladığın şeyi yeniden öğrenmek ve daha da tüketmek sistemin olmazsa olmazı. Öğrenmeyi bırakır da hatırlarsan her şey yavaşlar, sistem bunu istemiyor.

Dünyanın hafızası var, nasıl her birimizin hafızası var, dünyanın da kendi hafızası var. O hafızada aranan her şey var, bütün cevaplar ve cevapsızlıklar. Ama zinhar istemiyoruz oraya girmek. Ben oraya girip de yazıyorum, kapısını tıkladığımda açıyor, gel diyor daha da hatırla. Çok acı evet ama ben dayanıyorsam herkes dayanır.

Hoyrat aynı zamanda tutkulu bir aşkın hikâyesi. Miran’ın unutturulmuş/saklı geçmişi, aileden miras travması mı yıkıcı davranmaya itiyor onu?

Zamanı hoyrat kullanmak aşka da geçiyor. Hâlbuki aşk hoyratlaşmayı kaldırmaz, yürüyüp devam eder, dönüp de arkasına bakmaz. Aşkın kimseye eyvallahı yoktur.

Miran’ın neyi neden yaptığına dair benim fikirlerim var ama okuru onlarla boğmak istemem, Miran’ın anlattığı kadarı, metin cevaplasın bu soruyu.

Hoyrat’ta bir piyano, doğrusu harmonyum var kahraman olarak. Miran’ın peşinde koştuğu piyano ile kavuşamadığı Leyla bütünleşiyorlar mı bir noktada?

Miran’ın arayışı hem çok hususi bir arayış hem de çok genel bir arayış. Hepimizinki gibi. Miran piyanoyu ararken geçmişi hatırlıyor, geçmişi hatırlarken Leyla’yı hatırlıyor ve arıyor, nereye ait olduğunu hatırlıyor. En çok kendini hatırlıyor, kendini hatırlarken arıyor da. Cümleyi kendini ararken kendini hatırlıyor diye kurmuyorum, kendini hatırlarken kendini arıyor diye bilhassa tersten kuruyorum.

İstanbul’dan Bitlis’e, hatta New York’a ve 20. yüzyılın başlarına uzanan bu kitap için çok araştırma yapmış olmalısınız. Bu süreçte neler okudunuz?

Mensubu olmadığım bir kültürü yazdım ve maddi bir hataya mahal vermemek için çok okudum, izledim ve görüşmeler yaptım. Anadolulu ve İstanbullu üç farklı Ermeni aile ile uzun uzun konuştum, ihtidadan sofra kültürüne farklı konuları görüştüm. Harmonyum ve org onarımı ile iştigal eden genç arkadaşlarla tanıştım, onlarla görüştüm, marangozlarla, Galatasaray Liselilerle görüştüm. Gomidas oyununu izledim. Gomidas dinledim. Bitlis türküleri dinledim.

Taner Akçam’ı okudum, Hrant Dink Vakfı Yayınları’ndan Sessizliğin Sesi serisinden okudum, Kınalıada’ya gittim, Orhan Şevki’den Kınalıada’yı okudum, W. Saroyan’ı okudum. Akdamar Adası hakkında fotoğraflı bir kitap edindim, Bitlis üzerine çok yazmış çizmiş Baran Zeydanlıoğlu ile görüşmeler yaptım, Zabel Yesayan okudum. Fethiye Çetin’in Anneannem’ini ve Ayşe Gül Altınay’la birlikte yazdığı Torunlar’ı okudum. Amerika’da doktora öğrencisi Hazal Özdemir’in benimle paylaşma inceliğini gösterdiği makalelerini okudum. Yani hem edebi hem de kurmaca dışı çok metin okudum, bunlar ilk aklıma gelenler, daha da vardır illa.

Bunlar, tam da bunlar, benim için roman yazmanın cennet bahçesi.

edebiyathaber.net (3 Ağustos 2024)

Yorum yapın