Serander’de iki kitap | Ömer Turan

Eylül 17, 2024

Serander’de iki kitap | Ömer Turan

Yerel tarih araştırmalarına yönelik özgün yapıtlar yayımlayan Serander Yayınları, (Trabzon) yine yerel kültürü önceleyen edebi anlatımlara da kapı aralıyor arada. Şiirden öyküye ve romana değin üstelik… Bunu da yayınevinin farklı okur kitlesiyle bir bağ kurabilme isteği olarak okuyabiliriz aslında. Çok da doğru ve gerçekçi bir yaklaşım…

Serander Yayınları’ndan çıkan iki yapıt var şu an masamda. Okunmuş ve yazılmayı bekliyorlar:

“Köyün Sırrı” ve “Alaybeyler.”

Her ikisinin de yazarı Dr. Kemal Küçükali. Küçükali, enfeksiyon hastalıkları uzmanı ve halen Trabzon’un Araklı ilçesinde serbest hekim olarak çalışmakta.

Uzun soluklu hikâye özelliği taşıyan her iki yapıt da; yazarın yaşadığı yöreyi, insanlarını, sosyolojik-toplumsal yapısını düz ve akıcı bir anlatımla irdeliyor. “Köyün Sırrı” ile “Alaybeyler” aynı yöreden şekillenen hikâyeler olmasına karşın, olaylar ve toplumsal içerik açısından farklı dönemlerin izleğini taşıyorlar.

Zanaat, Emek ve Sırlar: Köyün Sırrı

Dr. Kemal Küçükali’nin “Köyün Sırrı” adlı kitabında, Karadeniz’in bir sahil kasabasında kök salmış bir yaşamın izlerini sürüyoruz. Zaman, sanayileşmenin henüz ayak basmadığı, insan emeğinin en yüce değer kabul edildiği bir dönemin soluk alıp verişine tanıklık ediyor. Bu coğrafyada, kadınlar ve erkekler hayatın yükünü farklı biçimlerde sırtlamış; erkekler gurbete giderken, kadınlar evin ve toprağın bekçisi olmuş. Ancak asıl sır, bu görünenin ardındaki görünmeyende gizli: Doğaüstü varlıkların gölgesinde, geleneklerin kuşaktan kuşağa aktarıldığı, insanın doğayla ve inançla iç içe olduğu bir dünyada saklı!

Karadeniz’in hırçın dalgalarının sahili dövdüğü, rüzgârın köyün her köşesine eski yaşamları fısıldadığı bu kasaba, sadece coğrafi bir mekân değil, aynı zamanda bir ruh halidir de… Burada yaşayan insanlar, ellerinin nasırında, yüzlerinin kırışığında geçmişin izlerini taşırlar. Her nasır, bir emeğin; her kırışık, bir yaşamın öyküsünü anlatır. Fabrika mallarının henüz hayatı istila etmediği, el emeğinin altın çağını yaşadığı bu dönemde, zanaat bir kimliktir. Zanaatkâr, yalnızca mesleğinin değil, aynı zamanda topluluğun ruhunun da taşıyıcısıdır.

Kasabanın erkekleri, denizin ötesine, bilmedikleri şehirlere göç ederken, geride bıraktıkları sadece aileleri değil, aynı zamanda köyün öykülerini de besleyen geleneklerdir. Gurbet, sadece bir mekân değişikliği değil, aynı zamanda içsel bir yolculuktur; eve dönüş ise bu yolculuğun sonlanışı değil, yeni sırların keşfedileceği bir başlangıçtır. Kadınlar ise toprağın bereketini avuçlarında tutar, evin içindeki yaşamı büyütür. Üretim, evin içinde ve dışında devam ederken, doğaüstü varlıklar -cinler, periler, karakoncoloslar- bu gündelik yaşamın içine sinsice sızar. Bu varlıklar, köyün görünmeyen sınırlarıdır; insanın korkuları, umutları ve inançları bu sınırların ötesinde şekillenir.

Eserin dokusunda, geleneksel kültürün direngenliği ve değişim karşısındaki kırılganlığı iç içe geçmiştir. Her kuşak, kendine düşen mirası bir sonrakine aktarmakta, ancak bu aktarım sırasında zamanın ağırlığı da hissedilmektedir. Evlilikler ya görücü usulüyle ya da kaçışların romantizmiyle şekillenir; ancak her evlilik, aslında bir sosyal anlaşma, topluluğun devamlılığına atılan bir imzadır. Bu ilişkiler, bireyin ötesine geçer, köyün ortak kaderinin bir parçasına dönüşür.

“Köyün Sırrı”nın derinliklerine indikçe, yalnızca köyün değil, aynı zamanda insanın içsel sırlarına da bir yolculuk başlar. İnsan hem kendi korkularını hem de toplumsal beklentileri bu sırlarda bulur. Kitap, Karadeniz’in kıyıcığına saklanmış bu küçük köyde, geçmişin izlerini sürerken, bugünün sorularını da fısıldar. Yaşamın ve ölümün, gerçekle hayalin arasındaki ince çizgide yürüyen bu öykü, okuyucuyu sırların ve sessizliklerin içindeki sese kulak vermeye davet eder.

Kitap, bir nostalji çağrısından çok daha fazlasıdır; kaybolan bir dünyayı, unutturulan bir zamanı ve yok sayılan bir emeği yeniden canlandırır. Dr. Kemal Küçükali, anlatımıyla adeta köyün kaybolan bedenini yeniden diriltir. “Köyün Sırrı”, insanın içsel ve dışsal yolculuğunun, zamana karşı direnişin ve doğanın sonsuz döngüsünün anlatısıdır. Okuyucuya sadece okuma değil, aynı zamanda düşünme ve hissetme yolculuğu sunan bu eser, gelenekselle modernin çatıştığı, eski dünyanın mirasını yeniye taşıyan bir köprü görevi görür. Her satır, köyün taş duvarlarına yazılmış birer öykü; her paragraf, Karadeniz’in dalgalarına karışmış birer anıdır aslında…

“Köyün Sırrı“nı okurken, sadece bir kitabı değil, bir dönemi, bir yaşam biçimini ve bu yaşamın görünmeyen sırlarını keşfedersiniz. Her sayfa, size o dönemin havasını solutur, denizin tuzunu yüzünüzde hissettirir, toprağın kokusunu burnunuza getirir. Bu kitap, insanın zamanla olan mücadelesini, kaybettikleriyle yüzleşmesini ve en sonunda içsel barışını arayışını anlatan bir destandır. Dr. Kemal Küçükali, bu destanı sözcüklerle örerken, okuyucusunu da bu örülen destanın bir parçası yapar; çünkü her insanın içinde bir köy saklıdır ve her köyde bir sır vardır!

Bir Ailenin Tarihle İmtihanı: Alaybeyler

Dr. Kemal Küçükali’nin “Alaybeyler” adlı anlatı-romanı, bir aile anlatısı üzerinden Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ve I. Dünya Savaşı ve sonrasında Trabzon’da yaşayan Türk ve Rum topluluklarının iç içe geçmiş yaşamlarını ve zorluklarını ele alıyor. Roman, karakterlerin hayatlarını, toplumsal yapıyı, gelenekleri ve savaşın yıkıcı etkilerini geniş bir perspektifle yansıtarak akıcı bir tarihî ve sosyolojik panorama sunuyor.

Romanın merkezinde Alaybey ailesi yer alıyor. Alaybey ve ailesi, küçük bir köyde, Rumlarla birlikte barış içinde yaşar. Aile, köyde saygı duyulan ve güvenilen bir konuma sahiptir. Alaybey’in kişiliği ve ailesinin yaşantısı, onun toplumdaki konumunu ve ilişkilerini belirleyen en önemli unsurlardır. Ailesinin kökleri Osmanlı’nın güçlü dönemlerine dayansa da, Alaybey bu tarihî mirasa eleştirel bir gözle bakar ve dürüstlükle yaşamanın esas olduğunu vurgular. Bu ailevi geçmiş, onun karakterini de şekillendirir.

Kitap, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’nın savaşa girişi, Karadeniz bölgesindeki Rumlarla Türklerin komşuluk ilişkileri, göçler ve savaşın getirdiği yıkımları öyküsel olarak işler. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerindeki siyasî ve askerî gelişmeler, bu dönemin toplumsal ve bireysel yaşamlara etkisi, romanın ana temasını oluşturur. Almanların Akdeniz filosuyla Osmanlı’ya sığınması ve sonrasında gelişen olaylar, Osmanlı’nın savaşa sürüklenişi, Alaybeyler’in kaderini de belirler. Bu tarihî gerçekler, romanın dramatik yapısını destekleyen önemli olay örgüleridir.

Eser, Türk ve Rum toplumlarının iç içe geçmiş yaşamlarını, bayramların, düğünlerin, günlük işlerin ve ticaretin ortak noktalarında nasıl birleştiğini, kültürel farklılıklarına rağmen nasıl birlikte yaşamayı başardıklarını gösterir. Karadeniz’in bu çok kültürlü yapısı, Alaybeyler’in hayatında belirgin bir şekilde hissedilir; bu da romanın toplumsal dokusunu zenginleştirir.

Kitabın en çarpıcı temalarından biri göç ve muhacirliktir. Rus işgalinin ardından, bölgedeki Türklerin toplu göçleri ve bu süreçte yaşadıkları acılar, ayrılıkların, kayıpların ve umutların öyküsü, romanın duygusal derinliğini artırır. Göç esnasında karşılaşılan zorluklar, Harşit Irmağı’nı geçmek için verilen mücadele, açlık, hastalıklar ve ölümler, savaşın bireyler üzerindeki yıkıcı etkisini gözler önüne serer.

Muhacirlerin dönüş yolculuğu ise umudun ve direnç gücünün bir sembolü olarak sunulur. Zor günlerin ardından, memlekete dönüş ve evlerine kavuşma çabası, okuyucuda büyük bir empati ve merhamet uyandırır. Dönüş yolunda karşılaşılan zorluklar, savaşın sadece cephelerde değil, insanların günlük yaşamlarında da ne denli büyük yıkımlara yol açtığını gösterir.

Kitap boyunca, insani değerler ve dayanışma ön planda tutulur. Alaybey ve ailesinin dürüstlüğe, yardımlaşmaya ve ahlaki değerlere verdiği önem, onların toplumda saygın bir konum elde etmelerine olanak tanır. Ailenin başından geçen zorluklara rağmen birbirlerine olan bağlılıkları, karakterlerin insani yanını güçlendirir.

Dr. Kemal Küçükali, Trabzon ve çevresinin kültür zenginliğini, geleneklerini ve yaşam biçimlerini ayrıntılı bir şekilde tasvir eder. Köy yaşamı, horonlar, yayla göçleri, imece usulü çalışmalar, geleneksel yemekler ve düğünler, romanın kültürel dokusunu oluşturur. Bu kültürel unsurlar, karakterlerin kimliklerini ve toplumsal aidiyetlerini güçlendirir. Roman, bu açıdan, bir bölge tarihini ve kültürünü edebiyatın imkânlarıyla belgeleme niteliği taşır.

Dr. Kemal Küçükali, karakterlerinin iç dünyalarını, kaygılarını, umutlarını ve hayal kırıklıklarını da ustalıkla işler. Özellikle göç sırasında yaşanan travmalar, aile bireylerinin içsel çatışmaları ve savaşın bireysel psikolojilere etkisi, romanın psikolojik derinliğini artırır. Alaybey’in ve ailesinin savaşın ortasında bile insan kalabilme çabası, romanın felsefi arka planını destekler.

Sonuç olarak; “Alaybeyler”, yalnızca bir aile anlatısı değil, aynı zamanda bir dönemin toplumsal ve kültürel aynasıdır. Roman, bireylerin ve toplumların savaş, göç ve yıkım karşısındaki direncini, insani değerlerin yüceliğini ve kültürel zenginliğin hayat kurtarıcı gücünü işler. Dr. Kemal Küçükali, tarihî gerçekleri kurgusal bir anlatıyla harmanlayarak, okuru Trabzon’un hüzünlü ama dirençli insanlarının dünyasına davet eder.

edebiyathaber.net (17 Eylül 2024)

Yorum yapın