Belleğimizde geçmişin izini sürerken ansızın bir hatıramızda yoğunlaşırız. Kendimizi bazen anının içinde olanları izlerken bazen de anının baş aktörü olarak buluruz. Freud buna gözlemci ve alan anıları diyordu. Şair kimi şiirlerinde aktör kimi şiirlerinde de gözlemcidir. Bazı şiirlerinde kaybolur bazı şiirlerinde ise bile isteye kendini kaybeder. Şair kaybolduğunda aktör kendini bilerek kaybettiğinde de gözlemcidir. Şair aktör ve gözlemci olmayı yine şiir okuyarak öğrenebilir. Hangi tema arasında dolaşırsa dolaşsın Necatigil’in dediği gibi şiir “hayal ve hatıradan doğar.” Bilsel, edebiyatı yaşamdan ayrı düşünmez. Ona göre edebiyat büyük acıların, kopuşların, hayal kırıklıklarının altını çizer. Edebiyatın derin suyuna ancak acıya talip olarak girilir. Bazı şiirlerin yaşanmış anları, hikayeleri vardır ama şiir bunu çok fazla ele vermez.
Şeref Bilsel, Türkiye’de yazanların önemli bir kısmının okumadığını söyler. Oysa bir şair kendi yoluna ancak başka şairleri okuyarak girebilir. Usta-çırak ilişkisi zanaat alanında çekilmenin yanı sıra sanat/edebiyat alanında da çekildi. Şair, şiirin bilgisini inkâr etmez; ancak şiirin köklendiği sezgide ve şairin yeteneğinde devrim yapılamayacağını savunur. Şiir bilgisi ancak yeni bir şiirle öğrenilebilinir.
Herkes okumak zorunda mı sorusunu sorar, Bilsel. Cevabı şiirin yeni yolcularının okumak zorunda olduğudur. Önce kendi sesinin gelenek içindeki bir şairle akrabalığını kuran şair sonra izinden gitmeyi seçtiği şairle hesaplaşır. Biz bu noktada Şeref Bilsel’e katılıyoruz ama sadece yeni yolcuların değil dünden bugüne yolda olanlarında okuması gerektiğini savunuyoruz. Gelenek içindeki şairler de güncel şiiri okumalı ve kendi şiiriyle yeniden yüzleşmelidir. Ancak böyle geleneğin ve geleceğin parçası olmayı sürdürebilirler. Bilsel’e göre şairler, şiir bilgisini ve okumayı edebiyat görgüsüne dönüştürmelidir. Şair bunu ancak kendini değil kendi iç sesini öne çıkartarak başarabilir.
Hölderlin, “Bilmenin dili sezmesi gibi dil de bilmeyi anımsar.” tespitinde bulunur. Burada bilgi kendine uygun dili sezerek bulur ve dilde yapısı gereği zihin ve hafızadaki bilgileri, verileri hatırlar. Yani dil- bilgi, özne-nesne ve madde-tin ilişkisi şiiri etkiler. Fakat şiir, doğrudan bir kavramsallık içermediği için, sorulacak soruların cevapları bilme, anlama ve tanımlama değil; algılama, sezme ve imgeleme yoluyla anlamlandırma olacaktır. Yani şiir, bilginin doğrudan nesnesi değildir. Şiir elbette cümlelerle değil dizelerle yazılır. Sözcüklerin tek başlarına değil birbirleriyle ilişkilenme biçimi şiirde önemlidir. Bilsel’e göre içinde bulunduğumuz dil içimizde bulunan dile baskın geliyorsa orada düz yazının hükümranlığı vardır. Şiir söz konusu olduğunda her türlü dilsel imkân şairin içinde bulunan dile evirilmeli, sözü yerinde zamanında ve taze bir dokunuşla söylemeli. Gündelik dilden bir sapmadır şiirin dili. Şair bu dili kurarken kendine dışarıdan bakabilmeli. Çünkü şair kullandığı dil ile zamana meydan okuyup kalıcı olabilir. Şair yeni bir dile varırken, şiir dairesinin dışına çıkmamayı da gözetmelidir. Aklına karşı duygularını, sezgilerini şiire dönüştürebilmelidir. Şair sadece şiir yazmakla kalmaz, dil geleneğini dünden bugüne, bugünden yarına devreder. Buradaki dil önce yereldir. Şairler gerek önceki dönem gerekse kendi dönemindeki şairlerle dil ile yüzleşir, dil ile hesaplaşır. Yereli evrensele taşıyan bu yüzleşmedir.
Şeref Bilsel gençlerdeki sorunun bilgi, birikim, okuma, yetenek gibi durumlardan ziyade görgü üzerinde düğümlendiğini düşünür. Şiir kültürü oluşturmadan neyi ne zaman nerede söyleyeceğini bilmeden yol almaya çalışan gençler için terazinin bir kefesine edebi görgüyü ve yeteneği koyuyor. Terazinin diğer kefesinde ne olursa olsun, edebi görgü ve yetenek kefesi ağır gelecektir.
Şiire Giriş Dersleri’nde üzerinde durulan bir konu da dergiler ve şiir yayımlatma konusudur. Bilsel yazılanların hemen yayımlatılmasına karşıdır. Yeniden ve yeniden gözden geçirilip öyle yayımlanmalı şiirler. Şiir yayımlatmaktan daha önemli bir konu vardır şair için: İyi olan özgün olan söyleyecek sözünü kendi söyleyen bir şairle oturup kalkmak çok iyi bir dergide şiir yayımlatmak kadar değerlidir. Şair var değildir, şiir vardır; şiir varsa şair var olur. Şair, şiirini yayımlattığı dergiyi iyi seçmeli, kimden icazet alacağını kimden vize bekleyeceğini bilmelidir. Şiirini kimlerle beraber yayımlatacağını, kendisinden önce o dergide kimler şiir yayımlamış veya yayımlamamış bunlara bakmalıdır.
Sözünü edeceğimiz bir diğer konu da gelenek meselesi. Şair kendinden önceki yerel ve evrensel şiir mirasına sahip çıkmalı ve onu dönüştürüp kendi özgünlüğünü kazanmalıdır. Gelenek kavramı Latince ‘transdare’ fiilinden türetilmiştir. ‘transdare’ fiili ilk önce emanet, aktarım ve nakil işlemleri için kullanılırdı. Emanet bir başkasına geçici olarak verilen ve aktarılan şeyler olarak anlaşılmıştır. Bununla koşut olarak, Roma hukukunda kavramın özellikle depozito işleri ve işlemleri için kullanıldığı görülür. Emanet olarak bırakılan mal veya eşya tabii ki kendisine emanet edilen kişi için bir özel mülk değildir. Kendisine emanet bırakılan kişi o emaneti kendi malı veya eşyası gibi kullanamaz, bunlar üzerinde kendince tasarrufta bulunamaz. Tersine, o mal veya eşya özenle muhafaza edilmelidir. Gelenek kavramının bu en eski, günlük yaşamda ve hukukta karşılaşılan anlamları zamanla arka planda kalmış ve hatta unutulmuş, bunların yerine kavram “soyut kültür nesnelerinin zaman içinde kuşaktan kuşağa geçmesi, bir bayrak yarışında bayrağın elden ele aktarılmasına benzer biçimde, bu soyut nesnelerin kuşaktan kuşağa aktarılması” olarak anlaşılmaya başlanmıştır. Şeref Bilsel bu noktada yerel ve evrensel şiir geleneğine vakıf olmayı; gelenekten yararlanmak ve onu dönüştürerek yeni bir şiire varmak için zorunlu görür. Evet, “Şiir, yine şiir okuyarak öğrenilebilir ve bir şiire yine bir şiirle varılabilir.” der Şeref Bilsel. Oysa söyleme biçimlerinin kısırlaşıp tekdüzeleşmesi şiirin okumadan yazıldığını hissettiriyor. Bu durum az sayıda nitelikli şiirin, şiir olmayanlar arasında yitip gitmesine neden oluyor. İyi şiir okurun kulağına ölümü, hayatın tamamlanacak olmasından doğan kederi fısıldar. Şair geleneği bilmeli ve onu dönüştürmelidir. Ancak o zaman geleneğin bir parçası olabilir. “Hayatını ortadan kaldırınca şair kalabilecek çok az isim var; bunun karşısında şair olarak bildiğimiz nice insan var ki hayatları dışarıda kalınca birkaç mısraları bile kalmayacaktır belki de.” Şairlik en başta yetenektir. Öyle olmasa edebiyat ve dil eğitimi alan her kişi şair olarak karşımıza çıkardı.
Malraux “iyi bir manzara resmi yapmak için manzaraya bakılmaz, iyi manzara resimlerine bakılır.” demiştir. Şiire Giriş Dersleri kitabıyla Şeref Bilsel şaire hem manzaraya hem de manzara resimlerine bakmayı öğütlüyor. İki kısımdan oluşan kitabın ikinci kısmında şair, düşünür ve yazarların şiir üzerine söylediklerini derleyen Bilsel okuma dairesinin ne kadar geniş olduğunu, entelektüel birikiminin hem iyi şiir yazmaya hem de şiir üzerine düşünmeye yeterli olduğunu bize gösteriyor.
Şerif Fatih – edebiyathaber.net (12 Nisan 2021)