Serkan Türk’ün yeni şiir kitabı “Elemlerin Nefesi” Yitik Ülke Yayınları etiketiyle yayımlandı.
Tanıtım bülteninden
Serkan Türk’ün altı yıl aradan sonra yayımlanan kitabı “Elemlerin Nefesi”, yeni dönem şiirlerini kapsayan dikkat çekici bir toplam.
“adını koymaya karar vermeden önce
babanla saatlerce bir ada’da yürüdük
yüz yıldır aynı yerde duruyordu zeytin ağaçları
kokusu unutulan taş evlerin arasından
yabancı bir mezarın içinden geçtik
sönmüş mumlar vardı başlıklarında
aranılan cenneti bulmuş gibi
toprağın huzurlu koynunda uyuyordu
kaderi yazgısı tarih olan insanlar
belki de sürgündü her ölüm”
Sessizliğin odasından insanın duygu dünyasına duru ve yalın bir dille ulaşan şair, kendi şiir evrenini şu sözlerle ifade ediyor:
“Bana şiir yazdıran şeyin ne olduğunu eskiden beri hep düşünmüşümdür. Kelimelerin dünyasına girdiğimden beri… İç dünyama açılan bir pencere şiir. Kimi anın, olayların, yaşanmışlıkların, yaşanacak olanın, mümkün olmayanın hep kıyısında sözcükleri dilimde evirip çevirdim.
“kalbim dönüş yolunu bilmezmiş gibi
uzaklaşıyor her gün çocukluğundan”
Bir ses, müzik duyar gibi başımı her çevirdiğimde bir mısra düşürdüm ruhumdan ömrümden. Şüphesiz duymak, duyarken yaşamın ahengine yakışır şekilde-melodisi içimde- gördüğümü anlamlandırma çabasıyla ördüm şiirimi. Ben’den başladığım her şiirle uzun çarşılar, sokaklar, dağlar, tepeler, denizler, su kuşları, fesleğenler, kum zambakları, bir ağacın hışırtısını, bir ölümün sessizliğini, açılmış mektuplardaki saklanmış hisleri, geçit vermez yollardan geçmeyi denedim gönlümdeki kervanla.
“balkonlar evlerin kirpikleri değil mi
zaman zaman açılıp kapanan sokağa
yine de gözlerini severim evlerin
bir pencere ne çok yalnızlıktır aslında”
Bir gövdeye dayadım kulağımı. Her iniltide yaşlanan dünya, ağrısıyla göründü gözüme hayat. Yanağını okşadığım bir çocuk, otobüsün camına yanağını dayayan yolcu, orağını ekinlere savuran çiftçinin kalbinden geçen o büyük rüya rüzgârı.
“açıp okuduğun kitapların vardı
ne çok haksızlık buluyordun kimi sonda
ışığın yandığı o eve varmak
mümkün olsun diye yazıyordun”
Peşinden gittiğim mevsimler, içinden geçmekten yorulduğum yaşam söz ışıldağı gibi aydınlanabilirdi şiirle ancak. Bunu hikâye ile zaman zamanda şiirle sağlayabildiğimi düşündüm. Karıncanın yürüdüğü ağaç gövdesi, insanın incinmişliğine benzer hayat karşısında.
“insana inanmanın tarihinden de eski
bu neşe, sevda heveslisi bir bülbül
belki beni sevsen çölün olmaya razı
uzun bir rüya kadar istençli bir gül”
Ne söylersem şiir ne söylersem hikâyenin kapısında bulundum. Tenin ve ruhun çıplaklığını birleştirdim dizelerimde. Gözümün gördüğü, aklımın erdiği ile yazdım.
“her yaşta sorarlar ne olmak istediğimi
çok şey dilemem bu yeryüzünden
gökte gördüğün bir bulut alsın yerimi”
Bir dosta söyler gibi hep şiir. İnsanın kendine omuz vermesi, yeniden ayağa kalkmaya çabalaması, kendi sesi ile şiiriyle mümkün.
“sen sarıl diye de gelinir dünyaya
boynunu bükük bırakmam çiçeklerin”
edebiyathaber.net (8 Nisan 2022)