“Serseri Kral” adlı kitabın kahramanlarından Alma, dokuz yaşında bir kız çocuğudur. Babasını bir kazada yitirdiğinden beri annesiyle yalnız yaşar. O güne kadar hiç görmediği büyükbabasıyla ilk kez babası ölünce haberleşirler. Onun Duvar Çiçekleri Ülkesi’nin kralı olduğunu öğrendiği zaman çok mutlu olur çünkü büyüdüğü zaman prenses olmak, en büyük düşüdür. Düşünü arkadaşlarıyla da paylaşır ve herkes onunla alay etse de o, günün birinde çıkagelecek kral dedesinin yolunu gözler. Karşısına “yaşlı bir serseri ve yüzen evi olan bir yalancı” çıkana kadar umudunu yitirmez.
Gerçekten Alma’nın büyükbabası Pikaro, yaşlı bir serseri ve önce Pikaro’nun sonra Alma’nın arkadaşı Çalısüpürgesi, yüzen evi olan bir yalancı mıdır? Yalan olmayan/doğru olan bu mudur? Ortada bir karışıklık vardır. Yaşam, zaman zaman böyle karışır. O anlarda insanlar, gözlerinin önünde durduğunu sandıklarından daha fazlasına gereksinim duyarlar. Bunu başaramazlarsa yüreklerine giren sızı oraya çakılır kalır. Alma için de öyledir. Anlamalıdır. Pikaro, yaşlı bir serseri ve Çalısüpürgesi yüzen evi olan bir yalancı mıdır?
İnsanları bir araya getiren rastlantılar mıdır yoksa rastlantıları çağıran insanlar mıdır? Çalısüpürgesi’ni ve Pikaro’yu buluşturan nedir?
Yüzen evinin dümenin başında Çalısüpürgesi, dünyada gülümseyebilen tek keçi Vanilya ve Tavuk Çilli şarkı söylemeye karar verdikleri sırada şarkı söyleyen bir ses duyarlar. Önce uzaktan gördükleri bu şarkıcı, kafasındaki şapka hariç üzerindeki her şey gri olan akıntının gittiği yönde nehir boyunca yürüyen yaşlıca bir adamdır. Üzerinde eğlenceli bir sürü şey asılı (renkli kâğıt şemsiyeler, plastik çiçek, kartpostal, kartvizit…) şapkası ise yemyeşildir.
Çalısüpürgesi’nin gözünden Pikaro’yu gördükten sonra bir de Pikaro’nun gözünden nehirde onunla aynı hizada ilerleyen yüzen eve bakmak gerekir. Yüzen evin içinde bitkiler, rüzgârgülleri bir de hamak vardır. Çatısı çok güzeldir. İrili ufaklı pek çok penceresi bulunmaktadır. Bir de gökyüzüne küçük, beyaz bulutçuklar üfleyen yamuk bir soba borusu… Pikaro’nun ilgisini asıl çekense yüzen evin mürettebatı olur: bir tavuk, bir keçi ve çıplak ayaklı, tuhaf görünümlü bir kız. Kızın karmakarışık, keçe gibi saçlarının arasında inciler ve tüyler yer alır. Üzerinde yamalı bir pantolon, onun da üstünde bir elbise… Boynu, kolları, ayak bilekleri bile kolye ve bileziklerle doludur.
Bu durumda Çalısüpürgesi gibi çocuklara, Pikaro gibi yaşlı adamlara çevremizde pek rastlanmayacağını söylemek yanlış olmaz. Onları önemsemenin doğru olduğunu da çok insan düşünmez. Ama onlar birbirlerini hemen fark eder, selamlaşır ve söyleşmeye başlarlar. Bu, her adımda birbirlerini daha iyi tanıdıkları bir söyleşi olur. Sonunda Çalısüpürgesi kararını verir: “Artık yabancı değiliz.” (S. 16) Bu durumda Pikaro’nun Çalısüpürgesi’nin yüzen evine gelip ayaklarını dinlendirmesinin, midesini bir parça sosisle az da olsa doyurmasının önündeki engel kalkmış olur. Üstelik Pikaro’nun “yeni yılı kutlayan çocukların gözleri gibi ışıltılı gözleri” vardır. Bu da güven vericidir.
Işıltılı gözleri referans kabul eden Çalısüpürgesi, özellikle de herhangi bir yerin fazla renksiz olduğunu düşündüğünde boyalarına sarılan bu gezgin ressama, Pikaro’ya, yüzen evine çıkabilmesi için bir ip uzatmakta duraksamaz. Önce karınlarını doyururlar, sonra gökyüzünü gri bulutlar kapladığında bir köprü altına sığınırlar. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur Çalısüpürgesi’ne güneşi özlettiğinde Pikaro, ona teşekkür etmenin en güzel yolunu bulur. O, keyfine bakma konusunda gerçek bir usta, hatta kraldır. Sığındıkları köprü altını palmiyelerle dolu, güneşli bir adaya çeviren Pikaro (O anda köprü altından daha renksiz bir yer mi vardır ki boyalarına sarılmasın?) iki de şezlong koydu mu yaşlı adam ve küçük kız birlikte tatlı bir uykuya dalarlar. Pikaro’yu torunu Alma’ya götürecek yol, epey zorlu olacaktır. Çalısüpürgesi de bu zorlu yolda Pikaro’nun yanında yer alacağına göre şu sıra sıkı bir uyku onlara iyi gelecektir.
Alma’ya gelince Pikaro’nun yaşlı bir serseri, Çalısüpürgesi’nin yüzen evi olan bir yalancı olup olmadığını anlayabilecek midir? Küçük kızın kulağına fısıldamak gerek: “Büyükbabanın niyeti senin hoşuna gidecek biri olmaktı.” Kuşkusuz, insan neyse öyle olmalı ama… Durum biraz karışık.
Çalısüpürgesi ne diyordu? “İnsan kim olmaktan ve nasıl biri olmaktan hoşlandığını bulana dek uzun süre kendini arar durur. Ve bulduğunda ise işte artık o gerçek olan kendisidir. Sen gerçekten nasıl birisin Pikaro?” (s. 49)
Belki zor bir soru. Ama bir an önce yanıtlanması gereken de bir soru. Bu soruya verecek doğru yanıtları olanlarsa herkesten daha şanslı. “Serseri Kral” belki de doğru yanıtlara açılacak pencereleri gizliyordur içinde. Okumak, öğrenmek gerekir!
Sevda Müjgan Yüksel – edebiyathaber.net (22 Ekim 2014)