Sese dönüyorum… | Feridun Andaç

Mayıs 28, 2019

Sese dönüyorum… | Feridun Andaç

Acı gelip kapınıza dayandığında ne yaparsınız?

Yaşama telâşı mı alır sizi, yoksa benliğiniz tümden kaskatı mı kesilir?

Herkes bu yöndeki bir deneyimini, yaşadığı ânı anlatsın desek; eminim ki her birimizin duygu yansıması başka başka olacaktır.

Bıçak yarası acısı bile farklılıklar gösterdiğine göre…

Flaubert kardeşi Caroline’i genç yaşında yitirince derin bir kedere bürünür. Ona  duyduğu sevginin yaşattığı ölüm acısını dile getirdiği  mektubundaki şu satırlarını okuyunca duralıyorum:

“İnsanız, ne olsa bütün içduygularımız dipdiri duruyor ve kuvvetli bağlarla bizi başkalarına bağlı bırakıyor. Acıdan kurtulmak kimsenin elinde değil; ben tecrübesini ettim.”

Öyle ki; bu yaşama kırgınlığı onu bir ân için “isyan”a sürüklüyor. Bundan birkaç gün sonra da dostu Maxime Du Camp’a şunları yazacaktır:

“Varlığımızın, tasalarımızın, saadetimizin, güzelliğin, iyiliğin, her şeyin boşluğunu elle tutmuşçasına anladığımdan mı bilmem? Kendimi çok darkafalı, çok orta halli bir mahlûk gibi görüyorum. Sanatta o kadar kılı kırk yarmaya başladım ki fena halde kederleniyorum;  böyle giderse tek bir satır yazamayacağım. İyi şeyler yapabileceğimi sanıyorum ama kendi kendime hep ‘Yapsam da ne çıkacak’ diyorum. İşin tuhafı şu ki cesaretim kırılmış değil de… Aksine olarak ‘sonsuzluğa, saflığa’ dönüyorum. Var kuvvetimle bunu istiyorum ve âdeta o yöne doğru çekildiğimi hissediyorum.”

Doğrusu o duygu tufanının sesine dönüyor Flaubert; ve acının ne tür bir yaratıcı olduğunu imlemeye çalışıyor.

Yaşanan ezinci sağaltabilecek şeyin yazmak, yaratmak olabileceğini de dillendiriyor.

“Ne çare,” demek yerine; kendinizi diri tutabilecek, bir tür yaşama yolculuğunuzda nefes gibi gelebilecek “ses” arayışına dönmek kaçınılmaz sanki!

Yüzünüzü bir insana dönmek, yolculuklara çıkmak, size elveren bir uğraşın tutkunu kesilmek… Evet, daha nice şey var bizi acıda olgunlaştırabilecek.

Unutmayı değil, sağalmayı seçiyoruz her birinde. Bu da, bir bakıma bizi yaşama yüzleşmelerine taşıyor diyebiliriz.

Kendi payıma, acıdan geçen bir yürek hayatı daha fazla ciddiye alıyor, yaşamın her bir ânının neden değerli/anlamlı olduğunu biliyor.

Bilmenin ötesinde, yaşama eyleminin nasıl bir yolculuk olduğunu bilerek yol alırken, insan, ilkten tabularını yıkıp önyargılarından ve korkularından kendini arındırarak saydamlığı seçiyor.

Yani tümden bunların nasıl bir yük, ezinç olabileceğini görüyor.

İşte asıl yaşama yolculuğumuz da o görmelerle başlıyor. Kendinize yeni patikalar açıyor, yepyeni bir kılavuz seçiyorsunuz: akıl ve duygu bileşkesidir bu da.

Sanırım bu tür bir acı yüzleşmesi insanda insanı anlama/tanımayı da getiriyor. İçimizdeki körlük kuyuları açılıyor, adeta deri değiştirircesine kabuk değiştirmeye başlıyoruz.

Bu yaraları, sızıları iyileştirmenin de bir yoludur. Yani özcesi, insan, yeryüzü serüveninde seçeneksiz değildir.

“İyi, kutsal olanın tek kaynağıdır. İyiden ve iyiye dair olandan başka kutsal yoktur,” diyor Simone Weil.

Öyledir de; yaşamanın, yaşama hakkının kutsallığı da oradan başlamıyor mu?

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (28 Mayıs 2019)

Yorum yapın