Sesiniz, sizin sesiniz | Feridun Andaç

Mayıs 15, 2018

Sesiniz, sizin sesiniz | Feridun Andaç

Her anlatı aynı zamanda okurunu zihinsel bir yolculuğa çağırır. Okuttuğu metnin ne anlattığına odaklanan okurunu düşündüren anlatıcı, anlatıp yansıttığı gerçekliğin açık/kapalı yanlarını kurgusuyla ortaya koyar.

Biz, bir metni okurken yazarın/anlatıcının zihinsel süreçlerine katıldığımız gibi, her sözcük/tümce, paragraf/sayfa bize kendi içinde bir anlam sunar.

Okur algımız, zihinsel durumumuz okunan metnin yolculuğunda ilkten yazarın çağrısına kulak verir. Dahası bunu size sağlayan/gösteren anlatıcılar, bence, seçilmiş anlatıcılardır. Yani bir bakıma “iyi anlatıcı”nın zihni/belleği okur olarak sizi kendisinde tutar. Anlatısını okunur kılan sırrı gene anlatının dokusunda adım adım karşınıza çıkarır. Bir adım öteye de geçirerek sizi kendinizle baş başa bırakır. Yani bir tür “özgür okuma” ediminde artık metinle yüz yüzesinizdir. Siz o süreçte metni yeni anlamlar katarak yol alırsınız.

Anna Kavan’ın keşfi

Anna Kavan’ın Uyku Tanrısının Evi’ni okumaya başlarken, yazar, o kısa “önsöz”ünde bir tür okur uyarısı yapar:Uyku Tanrısının Evi bireyin gelişimindeki belli başlı aşamaları gece diliyle anlatıyor.”

Kuşkusuz okur olarak siz, bu ön yazının diğer cümlelerine de dikkatle dönersiniz.

Bu bir bakıma yazarın hem izleklerine hem de birazdan metin içinde karşılaşacağımız “ses”ine dair ipuçlarını da içerir.

İlk ânda karşımıza bir “kara anlatı”nın çıkacağı sezgisi de vardır burada.

“Her bölümden önce yer alan birkaç söz, günün olaylarıyla bağlantıyı sağlıyor.”

İşte bu  “açıklama” da, metnin iki katmanlı yapısını/sesini imliyor.

Anlatı süresince “ara/bağlantı” kısa metinleri yapıtın bütüncül yanını “açıklama”ya da dönüktür.

Gene de bu iki katmanlı yapının birbirine geçişlerdeki bağlantısını yazarın dilediğince değil de; okurun okuma algısı, metnin ona yansıyan seslerine göre olacağı gerçeğini yadsıyamayız.

Okurun önündeki YAPIT, YAZAR’ını artık öteler. Metinle baş başadır.

Yazar karşımıza kendince örüntülediği bir anlatıyı koymuştur. Yer yer onun sesinden, yer yer okur olarak kendi algımız ve içsesimizden giderek metni çoğaltmaya, anlamaya, anlamlandırıp yorumlamaya yöneliriz.

“İyi yazar”ın imgelem dünyası kadar zihinsel/düşünsel yapısı, metin kurma/anlatma becerisi, deneyimlenmiş bilgi/yaşamsal tözün(ün) varlığı bütünüyle yapıtta kendini gösterir.

Anna Kavan bu soy bir yazar. Buz ve Kartal Yuvası anlatılarında da ilerleyince bunu yanını gözlemleyebiliyorsunuz.

Kavan’ın bu anlatısı imlediğim okur bakışı/algısına denk gelen bir roman. Anlatı süresince iki sesi izleriz. İç ve dış ses.

Dış ses ara metnin sesidir.

Anne imgesinden söz edilir. Ara ara bunu hatırlayışlarla yansıtır. Yani anneye dair neredeyse “ her şey” buraya yansır. Ama hatırlanarak anlatılanlar başka izlekleri/imgeleri de içerir:

  • Anne
  • Sevmemek
  • Gitmek
  • Ev
  • Mutsuzluk …

Ana anlatıda anlatıcının içsesine, kendi duruşu/durumuna döneriz:

“Yaşamım bir hayalet treni gibi aklımdan geçiyor, pusulanın hangi derecesinde olduğumu bilmiyorum.”

Anlatıcının zihinsel yolculuğundaki imgesel zenginlik düşsel/masalsı bir evreni çıkarıyor karşımıza. Oradaki düş görünümleri, zihnin gelgitleri; deniz, sonsuzluk ve boşluk imleri genç kızın gerçekliğine dair bir evren yaratıyor.

Yer değiştirme, başka ülkeye gidiş… Annenin mutsuzluğunun o benlik üzerine yansıları…

Bu kez o kopuşla gidilen yere/dünyaya adım atarken karşılaşılan “yeni dünya”nın gerçekliği belirir. Anlatıcı bu kez o zamanın gerçekliklerinden söz eder.

Yaşanan “rüya hayat”tır!

Uzak Doğu’dan renkler, esintiler yansır.

İhtimal, Kavan’ın ilk evliliğini geçirdiği Burma günlerinden özyaşamsal izler bu anlatısına dokunur.

“Çocuk yalnızlığı”na dönüş… İlgisiz, sevgisiz anne… Onun hüznü evin her yerindedir. Sığındığı o yalnızlıkta düşler kurar.

Bu iki sesin okuru ve anlatıyı taşıdığı yer; hatırlamaya, yaşanmışa dayalı zaman dilimlerinin/kesitlerinin katman katman yansıtılışı…

Anlatının odağındaki anlatıcı-kadın, anne figürü ekseninde kendi gelgitlerinden söz eder. Ama anlatısını döngüsel kılan onun zihin yapısı, imge dünyasıdır.

Hatırlananla düşleneni, yaşananla gerçeklikte var olanı içselleştirerek anlatır.

Kendini sürekli geceye taşıyan anlatıcı, içzamanına yolculuklara çıkar oradan. Yaşadıklarını, başından geçenleri hatırlar.

Gündüzün ve gecenin ayrı zamanları olduğunu bilir, hatırlatır, hatta gösterir de. Ve adlandırdığı “gece zamanı”, “gündüz sorulamayacak sorular zamanı”dır.

“Sorular çekmecelerin içinden çıkar. Önce emin olamazsınız. Başka şey olma ihtimali de vardır. Belki en alt çekmecede, kalın kışlık kazakları yemekte olan bir güvedir. Yün lifleri ona sert gelse de bunu itiraftan çekinir.”

Kırılganlığın diliyle

Anna Kavan’ın Buz romanına yansıyan duyarlığı birçok açıdan irdelenmeye değer.

Öncelikle, vurguladığımız gibi,  imgeleminin zenginliği. İçsesin dilini kurma, yansıtmadaki sezgiseliliği.

Evet, ona yakıştırılan/benzetilen “Kafka duyarlığı” ötesinde bir anlatıcı gerçekliğidir bu.

Kurmacadaki zihinsel yolculuğu görsel imgeyle birlikte içses’in dengesini kurmak, hatırlananla yaşananı buluşturmak üzerinde gelişir.

Buz’un ben-anlatıcısı yola çıkış/gidiş öyküsünü anlatırken, hatırladığı/yöneldiği/unutamadığı “aşk”ına dair imlerden söz ederken, onun gerçeklik duygusuna da bakmamızı ister adeta. Yani tedirgin, bilinmezlikler içeren duygu durumunun sürüklenişi, bunun nasıl olduğu/neleri içerdiğini görmek, göstermek…

Karlı buzlu bir havada, bilinmedik bir yoldadır. Dahası yolda olmanın her türlü kaygısı onun o anki duygu durumunu da ortaya çıkarır.

O kar yağışı, karlı buzlu bilinmedik yol onu sanrılı hatırlayışa yöneltir. Geçmişteki kırılgan duygu yolculuğudur hatırladığı. Travmatik bir ilişkidir. Âşık olduğu genç kadın onu terk edip başka biriyle evlenecektir.  Bir ressamdır kızla evlenen. Onlarla buluşmayı hatırlar, sıcak bir yaz günüdür. Şimdi ise kendi zamanının buzul çağındadır…

Zaman anlatıcının belleğinde sürekli yer değiştiren bir gölge gibidir. Zihinsel ayrışma, bir tür duygusal parçalanmanın/bölünmenin ve kişilik yarılmasının da yansılarını getirir.

Kavan, anlatısını öyle bir yere taşır ki; siz, bir senfoniyi dinler gibi her bir cümlede ilerlerseniz. Ara ara bir ses sizi uyarır: “Sesiniz, sizin sesiniz Kavan; yaralı benlikleri hatırlama ve bellek kanaması yurduna taşır…”

Şimdi, dönüp, Kavan anlatılarını tam da bu yerden okumaya başlayabilirsiniz…

Eminim ki Kartal Yuvası’nı da yetinmeyen bir duyguyla okuyup kendi sesinizin arayışına ödneceksiniz.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (15 Mayıs 2018)

Yorum yapın