Necdet Neydim’in çocuklar için kaleme aldığı, Bilgiyolu Kültür Yayınları tarafından Ağustos 2022’de okurla buluşturulan Sevginin Peşinde adlı masalın başında bir not yer alıyor: “Klasik Anadolu masallarından yola çıkılarak eşitlikçi bir dille yeniden yazılmıştır.”
Elimizde klasik bir masalın çocuklar için yeniden kaleme alınmış bir örneği var. Sevginin Peşinde’yi klasik Anadolu masallarından ayıran yönün eşitlikçi bir dille yazılması olduğuna dikkat çekiliyor.
Bir süredir hem dünya hem Türk edebiyatında masalların değiştirilerek yeniden yazılması popülerlik kazandı. Başlangıcı geçmişin derinliklerinde bulunan, pek çok eskiye uzanan masalların iletilerinin günümüzün gereksinimlerini karşılamadığı düşünüldüğü için onlar, güncellenerek yeniden yazılıyor. Ayrıca günümüze ulaşmış pek çok masalın çocuklara uygun olmadığı konusunda hemfikir olunması da masalların pedagojik yönden gözden geçirilerek çocuklara uygun hale getirilmesini gündeme taşıdı.
Masalları değiştirerek yeniden yazmak, kültürel dönüşüm olanağı sunacağı için de ayrıca dikkate değerdir. Masallar, kendi coğrafyalarına ait insan anlayışlarını, toplumsal yaşamın dayandığı temel değerleri bünyesinde saklar. Böylece ortak bilinçaltında kültürel unsurlar korunur. Toplum tarafından kabul gören masallar kuşaktan kuşağa aktarılır. Çocuklar, masalları kendilerine yakın buldukları gerçeküstü dünyaya açılan bir kapı olarak görür ve sever.
Masallara egemen olan ataerkil bir anlayış, eril bir dildir. Cinsellik, aile, erkeklik, kahramanlık gibi toplumsal olgular üzerinden ait oldukları topluma nasıl yaşamaları gerektiğini anlatır. Bu açıdan baktığımızda “Sevginin Peşinde çocuk okuruna nasıl yaşaması gerektiğini söylüyor?” diye sorarak söze başlayalım.
Kitabın kapağını açtığımızda Özlem Açar tarafından yapılan resimlerin oldukça başarılı olduğunu, metni ustalıkla tamamladığını görüyoruz. Çocuk edebiyatında çok önemli olan bu noktaya değinmeden geçmek istemedik. Kitabın üzerinde seslendiği yaş grubuyla ilgili bir not olmasa da üç formalık her sayfasında renkli resimlerin yer aldığı ve iri harflerle basılmış kitabın 1. kademe öğrencilerine yönelik olduğu sonucuna varılabilir.
Yazar, okuruna kendi bahçelerinde gördüklerinden farklı bir kaplumbağanın masalını anlatacağını vadederek söze girer. Kaplumbağa, bütün hayvanların mutlu olduğu bir ormanda yaşar. Kendi halinde mutlu bir kaplumbağadır. Doğada gezintiye çıktığı bir gün daha önce hiç duymadığı bir ses duyar. Sesin otların arasındaki bir yumurtadan geldiğini fark eder. “Yumurtanın içinde görünmeyen bir genç kızın ağlaması” (s. 15) onu da etkiler ve onunla birlikte ağlamaya başlar. “Yumurtanın içindeki genç kız aslında bir kanarya”dır. (s. 17) (Masaldır deyip yumurtanın içindeki aslında kanarya olan genç kıza takılmadan geçelim.) Kaplumbağamız, yumurtadan çıkacağı zaman gelene kadar onun yanında kalır, onu koruyup kollar. Bu noktada anne rolü üstlendiğini kabul etsek arkasından gelen duygular ve düşünceler farklı bir ilişkiye kapı aralar. Kaplumbağa yalnızlığını fark etmiş, iki kişi olmanın güzelliğinin tadına varmıştır. Bir gün kanarya yumurtadan çıkacaktır. O da birlikte yaşayacakları günlerin hayalini kurar.
O, hayran kalınacak güzellikte bir kanaryadır. Ancak kendi kadar güzel olanlarla arkadaşlık eder. Diğerleri (onun kadar güzel olmayanlar) yanına yaklaşmaya bile çekinir.
Güzellik, geçer akçedir. Kaplumbağa, kanaryanın yanına yakışır mı? Yakışıklı ve alımlı değildir. Çirkin ve biçimsizdir. Kanarya, davet edildiği büyük bir partiye yalnız gider ve şarkıcı menajeri papağana aşık olur. Papağan ise ona aldırmaz. Oysa kaplumbağa uğruna ölecek kadar çok sever kanaryayı.
Artık araya girmek zorundayız. Kaplumbağa, kanaryaya neden aşık oldu? O, çok güzeldir. Kanarya neden kaplumbağaya aşık olmadı? O, çirkindir. Karşımızda güzellik ve çirkinlik üzerinden doğan/doğamayan bir aşk var. Biz bu masalı 7-8 yaşındaki çocuklara sunuyoruz. Ne diyoruz onlara? Güzel sevilir, çirkin sevilmez. Fiziksel güzellikten ya da çirkinlikten söz ediyoruz. Hani şu kendimizin belirleyemediği fiziksel özellikler… Bir kız ve bir erkek yan yana gelirse… Gelmesinler. Dost olurlar, birbirlerini koruyup kollarlar. Önce birbirlerini arkadaş/dost olarak sevmeyi öğrenseler… Kaplumbağa, dostu kanaryayı büyük kente gidip zengin olmaktan başka bir şey düşünmeyen papağan konusunda uyarsa… Olmaz. Aşk deyince uğruna öleceksin. “Aşk o zaman aşk!” Kaplumbağa da buna hazır zaten. Fedakar âşık… Hatır gönül saymaz, bencil sevgili… Üstüne bir de papağanla aramızı yap diyor! Papağan, güzel sesli kanaryanın söyleyeceği şarkılarla bir servet kazanabilir. Aaa! Ama kaplumbağa bunu kendisi söylüyor papağana. Onun aklına bile gelmemişken… Yeter ki kanarya mutlu olsun! Kendisi üzerinden para kazanmayı düşünen bir adamın arkasına takılıp büyük kente gidince mutlu mu olacak kanarya? Haydi, evlendirelim onları. Evlenmeden bir erkeğin arkasına düşerse namusuna leke mi sürülür kanaryanın? Durun! Bunlar “çocuğa görelik” ilkesine uygun mu?
Masallar, toplumların yansımasıdır. Dolayısıyla bunların hiçbirini yadırgamıyoruz (mu?). Oysa masallar analiz edilip eleştirilmedikçe toplumsal normlar çerçevesinde kemikleşmeyi sürdürür, toplum üzerindeki etkisi kalıcılaşır, hoşça zaman geçirme aracına döner. Hoşça zaman geçirmeye itirazımız yok elbette ancak “masaldır” deyip geçmenin doğuracağı sonuçlar bizi bugünden ileride bir dünyaya taşımayacaktır.
Başa dönecek olursak… Masalın eşitlikçi bir dille yeniden yazıldığı söyleniyordu. Erkek egemen anlayışta erkek; kadını koruyan, kollayan, yaşamını yönlendirendir. Okur, masalın başında kaplumbağanın (erkeğin) kol kanat gerdiği kanaryanın (kadının) masalın sonunda kendi ayakları üzerinde durmayı seçtiğini görür. Papağan genç bir bülbüle aşık olarak onu terk etmiştir. O da başka bir erkeğin kanatları altına girmeden kendini kabul ettirip ünlü bir şarkıcı olmayı başarmıştır. Yazar, eşitlikçi bir dilden yana tavır koysa da “sevginin peşinde” doğru bir rota çizmiş midir, tartışmaya açıktır.
edebiyathaber.net (18 Ocak 2024)