Sevtap Ayyıldız: “Hiçbirimizin elleri temiz değil…”

Nisan 22, 2016

Sevtap Ayyıldız: “Hiçbirimizin elleri temiz değil…”

sevtapaMelike Belkıs Aydın, Notabene Yayınları tarafından yayımlanan, “Belleğin Bahar Temizliği” adlı öykü kitabı üzerine Sevtap Ayyıldız ile söyleşti:

Yeni öykü kitabınız “Belleğin Bahar Temizliği” on dört öyküden oluşuyor. Öykülerin hepsinin ortak özelliği tümünün gönderme yaptığı yerli şarkı sözleri. “Bak Yeşil Yeşil”den “Dilektaşı”na, “Git Gidebilirsin”den “Manolya”ya okur bir yandan da şarkıların arasında dolanıyor. Seçtiğiniz şarkılar basit birer ayrıntı değil, öykülerin içine gizlenmiş ipuçları gibi.

Öykü yazarken şarkı dinlerim çoğunlukla. Genellikle sanat müziği, bazen de beni geçmişe götüren şarkılar, Joan Baez ya da Edith Piaf şarkıları. Öykü kahramanlarımın da kendi şarkıları olsun istiyorum. Haklısın kendimce ipuçları da gizli şarkılarda. Dilektaşı adlı öyküm adını Ferdi Özbeğen’in Dilektaşı şarkısından alır, çünkü ilk aşık olduğum delikanlı Ferdi Özbeğen dinlerdi. Ben o yıllarda Madonna, C.C. Catch, Sandra dinlerken, onun dinledikleri de yer etmiş hafızamda.

“Dilektaşı” öyküsünün kahramanı, bir ömür beklemeyi öğrenen bir kadın. Beklemenin kendisine öylesine alışıyor ki, kavuşmayı gerçekten umut etmiyor, sanki beklemeyi bir yaşam biçimi haline getiriyor. Bir yerden sonra yeni bir adım atmaya koruyor. Yeni bir yaşama başlamaktan korkunun kılıfı mı beklenecek bir şeylerin olması?

Bir tür yaşama tutunma biçimi hatta eylemdir beklemek.  İnsanın umudunun tükenmesindense ümit ederek beklemek yaşamla arasındaki bağları kuvvetlendirir. Öyküdeki kadın beklerse sevdiğinin geleceğini düşünüyor ve yaşama dahil olmadan sadece geçmişi anarak günleri birbirine ekliyor. Beklediği gelse, gözlerine baksa, konuşsa hayal kırıklığına uğrayacak belki.

bellek_on“Aykız” öyküsü geleneğin boğduğu insanların, kötülüğün o çok alıştığımız deyimle söylersek “münferit” olmadığını gösteriyor. Zayıfı sindirmek, güçsüzü ezmek, farklıyı yok etmek kültürümüzün bir parçası mı? Bu düzenin en büyük mağdurunun kadınlar olduğunu söylemek yerinde olur mu?

Ötekileştirmek, yalnızlaştırmak diye çoğaltabiliriz bence. Beni en çok inciten de ikiyüzlü ahlak anlayışımız. Aykız öyküsünde homoseksüel oğullarından utanan aile ensest ilişkiden utanmıyor. Ele güne karşı oğullarının tam bir erkek olduğunu ispata uğraşırken ev içindeki cinsel istismar -adına şiddet de diyebiliriz- görmezden geliniyor. Elbette geleneksel ataerkil toplumda her zaman mağdurlar kadınlar olacaktır. Öyküdeki diğer kadın yenge -kayınvalide- geleneksel rolünün dışına çıkmıyor, diğer kadına yardım edebilecekken kocasına tam anlamıyla itaat ediyor. Toplumun en kutsal birimi aile dışarıya karşı korunuyor, ama içeride hangi acıların çekildiği kimselere belli edilmiyor. Özümüzde ahlaklı olmayabiliriz ama önemli olan bunu başkaları bilmemesi!

Kitaba adını veren“Belleğin Bahar Temizliği” adlı öykünüzde, “Yaşam beni bir türlü içine almadı, bir şiir yazacaktım o da yarım kaldı” diyorsunuz. Kahramanlarınız genellikle yaşamın içine giremeyen, kenarda kalanlar. Yaşamın içine nasıl girebiliriz? Yazmak bunun bir yolu mu?

Sanırım bu durum kendimle alakalı. Bu dünyaya dahil olmakta epey zorlanıyorum. İnsan, yaşamının farklı evrelerinde bazı kırılmalar yaşar ve bu kırılmalar onu uzaklaştırır yaşamdan. İlk kırılmayı ilkokul 3. sınıfa giderken yaşamıştım ve dünyanın çocuk gözümle kötü bir yer olduğunu sezmeye başlamıştım. Sonrası geldi, yaşama teyellenerek tutunabildim ancak. Hep gitmeleri özleyerek. Yazmak, yaşama patika yollar açtı. Ancak bir yazar olarak kendimi yaşamın içinde değil, kıyısında konumlandırmayı tercih ederim. Aksi takdirde kahramanlarımı gözlemleyemem. Ama yine de önce kendim için yazıyorum, görünür olmak, ben de varım demek için değil.

“Mavi Kareli Gömlek” öykünüz geçmişin sorumluluğunu duyumsayan, vicdanı sızlayan bir çifti anlatıyor. İnsan geçmişe ilişkin her zaman yapılabilecek daha iyi bir şeyler olduğunu düşünür durur. Bir başka öykünüzdeyse “Kötülüklere dahil değilim, içim rahat” diyor anlatıcı ama bunu aslında susmayan vicdanını susturmak için, söylediğine kendisi de inanmadan söylüyor sanki. Bizim ellerimiz temiz mi sizce? Yazmak ile vicdanın temizlenmesini ilişkilendirebilir miyiz?

Mavi Kareli Gömlek öyküsünde yapmak istedikleri şeyleri, düşünce aşamasından eyleme dönüştüren bir kahraman Medet. Bizim çelişkilerimiz ve huzursuzluklarımızdan öte duru bir iç huzurla gitti gideceği yere. En ufak bir vicdani rahatsızlığı olmadan.

Bütün bu süreçte düşüncelerimizin eyleme dönüşmemesidir asıl vicdanımızı sızlatan. Düşüncenin girdabına asılı kalmaktır bizi mahveden. Ne zamanki daha iyi bir şey yapmaya başlarız, bu girdaptan kurtuluruz ve mavi kareli gömleği giyeriz. Bunu söylerken bile geniş zaman kullanıyoruz. Halen vicdanımızın sesiyle hayatın gerçekleri arasında sıkışıp kalıyoruz. Bu duygularla yazıyorsak, yazmak vicdanımızı hiç bir şekilde temizlemez.  Kısa süreli iç huzuru sağlamaktan öte geçemez.

Yaşadığımız bu çağda ne iyi niyetten bahseden Kant‘ın, ne de bizim ellerimiz temiz.

edebiyathaber.net (22 Nisan 2016)

Yorum yapın