Şeyma Ünal ile ilk kitabı “O Zaman Gerçeği Nasıl Öğreneceğiz?” hakkında konuştuk. Bu kitap herkesin hemen hemen her şeyi sakladığı bu dünyada gerçeğe duyulan sahici merakla ilgili…
Çok tesirli bir isme sahip ilk öykü kitabınız O Zaman Gerçeği Nasıl Öğreneceğiz? raflarda yerini aldı. Neler hissediyorsunuz?
Kalbimi açtığım her işte olduğu gibi hem kırılgan hem cesur hissediyorum. Aynı zamanda, uzun süredir zihnimde dolaşan kız çocuklarına kulak verdiğim ve onlara ses olabildiğim için çok mutluyum.
İsmin çok tesirli olduğundan bahsettik, sahi bu isim nasıl ortaya çıktı? Gerçeği öğrenmek neyin metaforu ve evet, öğrenebilecek miyiz?
Cevabı öğrenebilecek miyiz bilmiyorum ama bir cevap olduğuna dair inancım tam.
Kitabın ismi herkesin hemen her şeyi sakladığı bir dünyada gerçeğe duyulan sahici merakla ilgili. Neredeyse her şeyi sıfırdan öğrendiğimiz çocukluk yıllarında, somut şeyleri kavramak bile zaman alırken soyut olanları anlamak çetrefilli olabiliyor. Yağmur nasıl yağar, ağaç neye benzer öğreniyorsun da güven, sevgi, ihmal, utanç gibi konular hakkında kavrayış geliştirmek oldukça sancılı bir süreç. Zaten kimsenin bu konular üzerine net bir fikri yok, olsa bile söylediği düşündüğünden bambaşka olabilir. Kitaptaki çocuklardan Leyla’nın dediği gibi “Bu sürekli hareket ve bilinmezlik öyle kafa karıştırıcı ki… Ardı arkası kesilmeyen bir tahmin etme ve yeniden tahmin etme oyunu.”
Kitabınızın arka kapağında “Yaşamımızın sayfalarını çevirirken çocukluğumuza dair olanları koparıp bir kenara koyarız. O sayfalara yeniden bakmak uzun süre aklımıza gelmez.” deniyor. Sahi bizi, biz yapan bu sayfalardan neden alabildiğine kaçarız?
İnsan görünce, duyunca ne yapacağını bilmediği şeyden kaçıyor sanırım. Herkesin çocukluğunda bakmak istemediği yerler vardır. Çünkü bakarsam, korkumun, utancımın, değersizlik hissimin kökünü görürsem ne yapacağım? Oradan nasıl çıkacağım? Çünkü artık yetişkinim, çocukken yaptığımdan daha iyisini yapmam gerekiyor değil mi? Değil işte. Büyürken kazandıklarımız kadar kaybettiklerimiz de oluyor. Rezilyans bunların başında geliyor bence. O yüzden kendimize eskisine göre daha dayanıklı olduğumuz yalanını söylerken, çocukluğumuza bakmak kolay olmuyor.
Anne-babamızla vakit geçirebilmek için beş dakikanın hesabını yaptığımız günleri; çocukluğa özgü, acımasızlığa varan umursamazlıkla bir oyunu kazanmak için gösterdiğimiz çabaları; öylesine söylesek de hâlâ içimizi kemiren o yalanı, ümidimizi hep diri tutan ufacık gülümsemeyi hatırlatıyor öyküler. Siz yazarken o günlere döndüğünüzde neler hissettiniz?
Hikayeler otobiyografik olmasa da içlerinde benden çok şey var. Dolayısıyla yazmak çok yoğun bir deneyimdi.
Çocukken “Bu benim suçum, ben böyle olduğum için bunlar yaşandı” gibi sağlıksız bağlantılar kurmak çok kolay olabiliyor. Dünya çok küçük çünkü o yaşlarda, iyi kötü her şeyin ortasında kendinizi görüyorsunuz. İşte bazen o bağlantılar sizinle birlikte büyüyebiliyor ve o kadar uzun süre içinizde kalıyor ki gerçekliğiniz oluyorlar. Bu hikayeleri yazdıkça o zamanlardaki kaynaklarımla elimden gelenin en iyisini yaptığımı fark ettim. Fark ettikçe iyileştiğimi hissettim. Umarım bu kız çocukları bana iyi geldikleri kadar okuyanlara da gelir.
Sizinki nasıl bir çocukluktu?
Sokakta oynamayı sevmezdim, sosyal gruplardansa ikili ilişkileri, çocuklarla iletişim kurmaktansa yetişkinlerle sohbet etmeyi tercih ederdim. Şimdi olduğum yerden bakınca neden öyle olduğumu açıklıkla görebiliyorum. Çocuklar arasındaki ilişkiler ya da akran rekabeti benim gibi kırılgan bir çocuğa göre fazla kaygan zemindi sanırım. O yüzden bir an önce büyümek isterdim.
Öykü ilk kitaplar için sıklıkla tercih edilen bir tür aslına bakarsanız. Sizin öyküyü seçmenizin nedeni neydi?
Birileri yan masana oturmuş sohbet ediyor, kim olduklarını, ne iş yaptıklarını bilmiyorsun, aile öykülerini bilmiyorsun, ama öyle iştahlı anlatıyorlar ki, gözünü kırpmadan dinliyorsun. Sonra belki en heyecanlı yerinde kalkıp gidiyorlar. Sonra ne oldu bilmiyorsun, küsler barıştı mı, konu kapandı mı, eve dönerken yolda kaza mı geçirdiler? Öykü okumak böyle bir şey bence. Kitap boyunca defalarca tadı damağımda kaldı hissi yaşıyorsun. İşte bu yüzden öykü okumayı da yazmayı da çok seviyorum.
Son olarak yazdığınızda kendi farkındalık parantezinizi araladığınızı düşündüğünüz birkaç cümleyi bizimle paylaşır mısınız?
“İki insan arasında hep tek yol var sanıyordum o güne kadar. Sen birine kendini ne kadar yakın hissedersen o da sana o kadar yakın hisseder. Ama hissedilen yakınlık başkaydı, gerçekte olansa başka. İki insan arasında her zaman iki yol vardı. Sen onu yanında sanarken, o seni köprülerin ardından izliyor olabilirdi. Herkes kendi aklının içinde yaşıyordu. Ve gerçeği bilemezdin. Neredeyse hiçbir zaman.”
edebiyathaber.net (11 Ağustos 2021)