İletişim Yayınları futbol kitapları dizisinden yayınlanan Adana Futbolu; Adana Demirspor (ADS) ve Adanaspor’un kökenleri, gelişimi, yarattıkları dinamizmin etkileri ve çözülüşlerini ele alan yazıların bir araya getirildiği derleme bir kitap. Kitapta gelecek ve şimdiden ziyade geçmişe odaklanan yazılar çoğunlukta. Kulübeden, sahadan, kentten, gurbetten yazarların anıları, anekdotları, değerlendirmeleri, yorumları ve sosyolojik analizleri eşliğinde bir solukta okunup bitiveriyor kitap. Su gibi akan bölümlerde, kent ve futbolun bütünleşerek oluşturduğu gündelik yaşam kültürü, anılar eşliğinde önümüze seriliyor. Yaşamla iç içe, dolu dolu geçen hayatlar… Hayata bağlılığı daha da kuvvetlendiren serüvenler… Güç, para ve menfaat ilişkilerinin değil; esprinin, dayanışmanın ve erdemin dünyası bu.
Girişte ADS’nin yüzme, sutopu ve atlama branşlarındaki sporcularının, yurtiçi ve uluslararası yarışmalarda 40’lı yıllardan 70’lere kadarki başarılarının dökümü yapılıyor. Takımın efsaneleşip yenilmez armada adını almasının arka planında, başarıların kökeninde; iklim uygunluğu, 1940 yılında yapılan açık olimpik yüzme havuzu ve İstanbul’dan getirilen antrenör Halil Dalhan var. Ancak futbol, yüzme, atletizm, güreş gibi alanlarda çocuk ve genç yeteneklerin keşfedildiği doğal antrenman alanı olan Seyhan Irmağı kıyılarının, bugünlerde yürüyüş parkurlarına, parklara dönüşmesine içlenmeden geçemiyoruz .
Dönemin ve ADS’nin simge ismi Muharrem Gülergin‘in yaşam öyküsü eşliğinde kulübün kuruluş, gelişim ve çözülme süreçleri ele alınıyor. Muharrem Gülergin yüzme, atletizm, sutopu ve futboldaki başarılarıyla komple bir sporcu. Mütevazı, paylaşımcı, sevecen, toplumla ve kendisiyle barışık bir insan. Aşama yapılması gereken kritik dönemeçlerde radikal kararlar alabiliyor. 1971 yılındaki kongrede devlet memurlarının tasfiye edilip yönetimin sivilleşmesine destek oluyor. Hem yüzme hem de futbol takımı 1. lige yükseldiğinde takımın başına yabancı kökenli antrenörlerin gelmesini sağlıyor. Adil, akılcı, işlevsel ve özellikle katılımcı bir yapıyı desteklemesi başarıların öteki nedeni. Ancak bürokrasinin 60’lardan sonra kapalı yüzme havuzlarının açılmasına destek olmaması, kentte üniversite yokluğunun gençlerin eğitim için İstanbul’a göçünün önünü açması, kulüp bütçelerinin ağırlıklı olarak futbola ayrılmaya başlanması ve Muharrem Gülergin’in ölümü çözülmeyi başlatıyor. 50’lili yıllarda sadece yurt içinde değil, özellikle Uluslararası Demiryolları Futbol Şampiyonası sayesinde Adana’da, Avrupa ve Orta Asya’nın değişik kentlerinde yapılan maçlarla sınırlar aşılıyor. ADS/Livorno maçı bu geleneğin hâlâ sürdüğünü gösteriyor. Bu arada Muharrem Gülergin’in hayatını anlatan bir belgesel de çekildi.
70’li altın yılların ardından gelen ekonomik ve siyasal değişimler, günümüze kadar uzanan yönetim krizlerinin temelini oluşturuyor. Burada özgün iki kent olan Liverpool ve Adana’nın karşılaştırıldığı bölüm hayli zihin açıcı. Günlük konuşmalarda ağız kullanımı, göçle gelen kitlelerle oluşan yeni kültürlere sahip çıkma durumları, yaşam giderlerinin düşüklüğünün getirdiği nispeten rahat yaşam bu iki kentin temel benzerlikleri. Ancak 80’lerden sonra kapatılan tersaneler ve artan işsizlik oranlarına rağmen futbol merkezli bir yaşam öncülüğünde öncelikle üreterek insanlarını mutlu eden bir Liverpool kenti ve yöneticileri var. Buna karşılık Adana futbolu kurumsallaşmayı bir türlü hayata geçiremiyor. Patronlar, yerel yöneticiler, milletvekilleri ve bürokratlardan medet uman kitlelerin pasifliğinin de etkisiyle, kendini yeniden üreten krizlerin, belirsizliklerin içinden bir türlü çıkılamıyor. Kuruluşunda demiryolu işçilerinin katkısı olsa da sermaye sahipleri ve iktidarlara yakın kişilerce yönetildiğinden ADS işçi sınıfının takımı da değil. Ancak son dönemde ışıldayan örgütlü taraftar grupları sürece müdahale etmedeki etkinlikleriyle yüreklerimize su serpiyor. Toplumsal etkileşimin ortaya çıkardığı potansiyellerin politik protestolara yakıt sağladığı fedakârlık temelli bir aidiyet kültürü bu. Krizlere çözümün, Adana futbol geleneğinin kökenlerinde var olan katılımcı yapıda gizli olduğunun bilincine varılsa keşke.
ADS’nin içinden çıkan Adanaspor her ne kadar sivil bir kopuşa vurgu yapsa da, devletin spor politikaları sonucunda Torosspor, Akınspor ve Adana İdmanyurdu kulüplerinin birleşmesiyle oluşuyor. 70’lerde 1. lige çıkan kulüp gol kralları çıkarır, ligi ikinci ve dördüncü bitirdiği yıllarda UEFA kupasına katılır. Turuncu-beyazlıların Avrupa’daki maçlarının ulusal basındaki sunumunda tecrübe ve yaşantı birikimi yerine küçümseyici, kayıtsız ve eşitsizlikleri vurgulayıcı hava dikkat çekici. Bu olumsuz tutumun günümüzde farklı biçimlerde devam ettiğini düşünüyorum. Güzel günleri inişli çıkışlı on yıllar takip ediyor. 90’ların ikinci yarısında şirketleşen kulübün, sınırlı haklarla da olsa Uzanlara devredilmesiyle paranın konuştuğu günler başlıyor. Ta ki, kulüp 2006 yılında tasfiye nedeniyle kapanana kadar. Kültür ve kurumsallaşmanın olgunlaşmaması köklü Anadolu kulüplerini yok olma noktasına getirebiliyor. Biz yine de enseyi karartmayalım, küllerinden doğan bir Adanaspor ışıldıyor.
Taraftara ve tribünlere gelince… Kasabadan kente göçle oluşan işçi sınıfı mahallelerinin temel oyunu futboldur. İlk kez maça gitme ya da götürülmeyle yaşanan atmosfer, gönülleri mekânına mühürler. Kapalı, maraton, kale arkaları, seyircisiz maçlarda apartman balkonları… Sıcak,acı ve küfürle yoğrulan taraftarın, Adanalı futbol âşıklarının mabedi: Adana 5 Ocak Stadı. Sonra mahalle turnuvaları, hafta sonları maça kaçınca yenen dayaklar, futbolcu lakapları, amigo motivasyonları, eski tip skor tabelaları, taraftarıyla empati kurabilen yöneticiler, çiçeklerle karşılanıp sohbetler edilen rakip takım futbolcuları… Peki 80’ler ve sonrası” ADS taraftarı olmak; bitkinlik, yorgunluk, hüznü göze alıp, acı çekeceğini bile bile her maç öncesi tribünde yerini alma durumudur biraz da. Gurbet ise kendi ritüellerini üretir. Duvar yazıları yazmak, fanzin çıkarmak, yaşadığın şehre yakın deplasmanlar için fikstür incelemek, takım otobüsünün havasını koklamak, tesadüfen karşılaşılan bir taraftarla sevince boğulmak gibi. Taraftar ve taraftar gruplarının oluşumunda kuruluş süreci ve geleneğin katkısı, kişisel ilişkiler ve kaynak dağılımının yarattığı ayrışmalar, taraftarların sınıfsal kökenlerinin gözleme dayalı yorumları, siyasi duruşların tribüne yansımaları,internetin yarattığı alternatif oluşumlar,takımların başına gelen ve bir an önce unutulması gereken tikel felaketlerin (15.10.1989/Beşiktaş:10-ADS:0/Ama rövanşı 1-1 bitmiş, Adanaspor için Uzanlar dönemi…) gülümseten ve can yakan etkileri… Kitapta Adana tribün kültürünün yakın tarihi ve taraftar yapısının derinlikli sosyolojik analizlerine, iki takımın 1973 yılı sonrası tüm resmi maç sonuçlarının dökümüne, başarılı ve başarısız yönlerinin istatistik değerlendirmelerine de ulaşıyoruz.
Adana futbol basınını da anmadan geçmeyelim. Titiz arşiv çalışmasıyla, 40’lı yıllardan itibaren kentte spor kültürüne katkı yapan dergilerden, özellikle Adana Spor ve Çukurova Spor Postası dergilerinin içeriğiyle ilgili bilgilere ulaşıyoruz. Kuruluş yıllarında kentte cılız bir spor medyası var. Bu duruma neden olarak; ADS’nin 60-61 sezonunda 1.Lige yükseldiği halde, bürokrasinin bize özgü saçmalıkları sonucunda maçlarını Ankara grubunda oynaması ve tekrar amatör lige düşmesinin, çevreyle etkileşimi azaltan etkisini es geçmeyelim. 70’lerde Adanaspor ve ADS’nin 1. lige yükselmesiyle futbol merkezli spor medyası hem yerel hem de ulusal boyutta hareketleniyor. Ancak 80’lerin malum kültürel dönüşümleri, ulusal ve yerel haber bürolarının canlılığını yitirmesine neden oluyor. Başladığımız yere geri dönüyoruz. Hiç de hafife alınamayacak böyle bir basın geleneğine rağmen bugün Adana kökenli bir spor ya da futbol dergisi olmamasına üzülmemek elde değil.
Serkan Parlak – edebiyathaber.net (25 Aralık 2018)