Mahal Edebiyat Yayıncılık, ilginç ve lezzetli kitaplar yayınlama çizgisini bozmuyor. Yayınevi, bu yılın şubat ayında Aydın Akduman’ın ilk kitabı Tuhaf Öyküler Silselesi’ni de okurla buluşturdu.
Kitabın içeriği adında da anlaşılacağı üzere ilginç öykülerle dolu. Okuru yüzeyde değil, derinde bir noktaya götürmeye çalışan yazar, bunu tüm öykülerinde başarmış. Her öykü bittiğinde içinde bir acı ile kalıyor okur.
Esere adını veren Tuhaf Öyküler Silselesi, kitabın ilk öyküsü. Aydın Akduman’ın kalemini tanımak için iddialı bir öykü. Masalsı bir tadı var. Zamanın anlamını düşündürürken, ince ve titiz çalışılmış olduğu hissediliyor. Yazarın üslubu bu öyküye çok yakışmış, denebilir rahatlıkla. Akıcı, masalsı ve düşündüren. “Zaman ihtiyar bir dağmış, kimi zaman yükselir, kimi zaman dibe batarmış ama hep varmış ve hep var olacakmış.” (s,15) Öykünün felsefeye yaklaştığı ve okuru düşündürdüğü anlar yazarın kurmacadaki rahatlığına, dildeki kıvraklığına bağlıyorum. “Dil akla boyun eğmediğinden yürek dilden korkarmış, bu yüzden kendinden geçen her şeyi dile dile söylemezmiş ama dil bu ya, arar bulur ve ıslatmadan çıkarırmış baklayı, yürek de bakar ki korkuları gerçekleşmiyor, oturur dizlerini döve döve dile ağıt yakarmış, açtığı yarayı nerede saklasınmış.” (s,19)
Akduman’ın öyküleri olay üzerine kurulu olsa da olayın gerçekleştiği ana kadar okurunu şiirsel dille öykünün derinine yaklaştırmaya çalıştığı düşüncesindeyim. Denizi İçen böyle bir öykü. Yalnızlıktan dem vuran anlatıcı, olayı filim izler gibi verirken dilin felsefesine getirir sözü. “Çünkü dil, bilmediğini anlamlandırana kadar işkence eden bir mekanizmadan farksızdır. Hırpalar, çeşitli aletler kullanır, gerekirse parçalara ayırır ama talep ettiği bilgiyi yine de alırdı.” (s,37) Yalnızlık, yaşlılık ve denizi öykünün merkezine koyan Akduman, aynı zamanda bu nesneleri imgelemekte. Öykünün derininde yatan şiddeti, çaresizliği bir nevi “savaş”ı üstü örtülü anlatmakta. Paslanmış bir sandalye bacağı ile kahramana koşan, gözünü kan bürümüş adamı yazarın neye imlediğini anlamak belki de yazarı tanımaktan geçecek…
Akduman’ın öyküleriyle kitabın adının örtüşmesi tesadüfü olamaz elbette. Tuhaf Öyküler Silsilesi’de kimi öyküler şiirsel, felsefi ağırlıklı iken çoğu öyküler içtenlikle kapalı. Katil Balta adlı öyküde baltayla savaşan atletli adamın devinimi belki de toplumun savaşı. Gerçekleri saklayarak öyküleştirebilen Akduman, bu konuda yetenekli bir yazar. Okur baltayı da atleti adamı da hayatında muhtelif bir yere, bir kişiye rahatlıkla koyabilir. Kapalı anlatımın enginliği kim bilir belki de buradadır.
Tuhaf Öyküler Silselesi okurken aynı zamanda düşündüren öykülerle dolu. İmgelerden biraz arınsa eksik mi olurdu, okur bunu kendi bulmalı. Ancak Mahalle adlı hüzünlü öyküde yazar, sanırım imgelerden eksik kalsaydı bu acıyı okura geçirebilir miydi?. “Gün, ışıklarını şehrin üzerinden kirli bir bezi almak ister gibi çekiştiriyordu.” (s,77) Her cümlede ağlayan bir çocuk var, gizli. Onun ne yapmaya çalıştığını bu imgeleri aralayarak bulmaya çalıyoruz. Zaman zaman yorucu olsa da derinde seslenen yazarın, “tembel okur olma, düşün!” dediğini hissediyorum. “Kör karanlıkta nefesinin kesildiğini hissettiği anda eli duvarla temas etti. Sımsıkı kapalı gözlerini kör edecek bir karanlık yatağından taşmış bir nehir gibi bir anda üzerine boşandı, karanlığın sessizliği tüm duygularını sağır etmişti.” (s,78) Mahalle, bir çocuğun geçmişte kalmış çığlığı sanki.
Öykülerinde baba figürünü kullanmayı seven Akduman, kitabın son öyküsünde de bir baba kız ilişkisini öykünün sonsuz anlatım şekillerinden birini kendince keşfedip yazmış. Dip notlar öyküye farklı bir boyut katmış.
Yeni bir yazar tanıyayım farklı lezzette öykü okuyayım diyenler için Tuhaf Öyküler Silselesi tavsiyemdir.
edebiyathaber.net (28 Mart 2024)