Şiddetten yana değil güzelden yana öfke | Halit Payza

Şubat 12, 2021

Şiddetten yana değil güzelden yana öfke | Halit Payza

Öfke ve şiddet bir ve aynı şey değil. Dr. Charles Spielberg’e ‘hafif bir rahatsızlıktan, şiddetli kızgınlık ve hiddete kadar değişebilen bir duygudur’ öfke. Bu tanım eksiktir. Öfke psikolojik bir sayrılık olarak nitelendirilemez, haklı olarak oluşan öfke de tıbbi bir semptom olarak kabul edilemez. Öfke haksızlığa, adaletsizliğe tepki olarak ortaya çıkan ahlaksal bir duygu da olabilir, şiddete dönüşmediği sürece. Teolojik olarak İncil’de Rab da öfkelidir. “O gün onlara öfkeleneceğim, onları terk edeceğim. Yüzümü onlardan çevireceğim. Başkalarına yem olacaklar, başlarına sayısız kötülükler, sıkıntılar gelecek. O gün, ‘Tanrımız bizimle olmadığı için bu kötülükler başımıza geldi’ diyecekler.” Rab söylüyor, söylemekle kalmayıp öfkesini gösteriyor, Sodom ve Gomora’nın üzerine öfkesini yağdırıyor, yerle bir ediyor, gökten ateşler yağdırıyor. Cezalandırmak için acının her türünün yaşatılacağı cehennemi inşa ediyor. Teolojideki yaratıcı öfkenin ötesine geçiyor, şiddeti meşru kılıyor ve cezalandırmayı hak görüyor.

Erich Fromm, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı’nda yaratamayan insanın yok etmek istediğini yazar; “Yaşam yaratmak, güçsüz insanda bulunmayan birtakım nitelikleri gerektirir. Yaşamı yok etmekse yalnızca bir tek niteliği -şiddete başvurmayı- gerektirir. Güçsüz insan, tabancası, bıçağı ya da kuvvetli bir bileği olduğu sürece başkalarının ya da kendisinin içindeki yaşamı yok ederek onu aşabilir. Böylece, kendisini yadsıyan yaşamdan öç almış olur. Ödünleyici şiddet, güçsüzlükten doğan ve güçsüzlüğü ödünleyen bir şiddet türüdür. Yaratamayan bir insan, yok etmek ister, yaratırken, yok ederken salt bir yaratık olma rolünün ötesine geçer.”  Şiddet bu istekten kaynaklanır.

Lokman Kurucu’nun Ne Güzel Suçtur Öfke’si1 öfke ve şiddetin toplumsal koşullarını gösterir. Sokaktan gelenin sokağı gösterdiği şiirlerdir Ne Güzel Suçtur Öfke. Kurucu, Ne Güzel Suçtur Öfke’de okuru yedi tepeli İstanbul’un arka sokaklarında dolaştırır, sıradan insanın görmek istemediği gerçekleri gösterir. İstanbul, Taksim- Beyoğlu- İstiklal caddesi-Galatasaray’dan ibaret değildir, Yahya Kemal’in şiirlerinden de ibaret değildir. Üstat ona bir tepeden bakabilir, sade bir semtini sevmeyi ömre değer bulabilir. Yahya Kemal için nice revnaklı şehirlerden biri olabilir en hoş ve en uzun rüya da olabilir. İstanbul Orhan Veli’nin şiirlerindeki İstanbul Yahya Kemal’in şiirlerindeki İstanbul’undan biraz daha gerçekçidir. Doklardan işçilerin çekiç sesleri hâlâ duyulabilir, rüzgar emekçilerin ter kokularını uzaklardan getirebilir, bir yosma geçtiğinde kaldırımdan hâlâ ona küfürler edilebilir, ardından laf atılabilir. İlhan Berk’in İstanbul’u da en az ama biraz daha fazla Orhan Veli’nin şiirlerindeki İstanbul gibidir. “İnsanlar sokak sokak, çarşı çarşı, ev ev / İnsanlar sırt sırta, omuz omuza verip durmuşlar / Boyunları bükük / Yorgun, asabi, kederli, kindar ” Bu panorama yalnız İstanbul değildir, her şeydir, bütün evrendir. Her kentin kirli bir yüzü, yorgun bir geçmişi vardır. Kimi kentler öfke biriktirir, kimi kentlerde öfke suç olur, şiddet olur. Yanı yananlar can yakarlar, toplumun dışladıkları, toplumu dışlarlar. Her şey karşılıklıdır, sevgiye şefkat, acıya merhamet, öfkeye karşı öfke.

Siz arka sokakları, babasız, annesizleri, sokak çocuklarını, mendil satanları, seks emekçilerini anlamak, tanımak için bir de Lokman Kurucu’yu dinleyin, Ne Güzel Suçtur Öfke’yi okuyun. Bir kenti tanımak, gökdelenlerini, caddelerini, vapurlarını, martılarını, parklarını, meydanlarını, eşsiz mimarisini tanımak değildir. Bir kenti tanımak, o kente değer katan pahalı, görkemli yapıları değil, o caddelerde, arka sokaklarda, o evlerde, kapısı, penceresi olmayan yıkık dökük inşatlarda yaşayanları, çöp konteynırlarından ekmek toplayan insanları ve onların nelere katlanıp, nasıl yaşadıklarını bilmekle olur.

Kitaba adını veren şiirde Kurucu, Yahya Kemal’in yazmadığı, Orhan Veli’nin biraz değindiği, İlhar Berk’in biraz daha fazla değindiği kitaba da adını veren bir başka öfkeden söz eder.

 “Aşağıda rüzgârla kavgada bir otobüs / önünde ipsiz uçurumlar gibi altılar / okyanusun tuzundan denize karışmışlar / kusmuşlar şehirlere caddelerde doğrulmuşlar / gözleri tam açılmamış, burunları çıkmamış  / kafaları demirden, ayakları kireçten, elleri bakır  // …  // aşağıda korkuya park etmiş araba / çatlak camın ardında eroin, titreyen altı / …// üç küçük kalbe sığmayacak kırıklar // yine uykusuz göğsümde saatin altısı / boğazımda yanan lastiklerin tadı / tükürsem bin kötü altının nefesi / kızacak silah, tutuşacak kara masalarda / binlerce sayfa cehennem ah! // tarlabaşı’ndan bildiriyorum sayın altılar / pencere önünde titreyen elim değil evren  / ve sabah sabah ne güzel bir suçtur öfke!”

Biz kentlerin karanlık sokaklarını, karanlık sokaklardaki karanlık adamları, yaşamlarına karanlık doğrananları okuruz Ne Güzel Suçtur Öfke’de. ‘Extacy Çiko’da daha görünür kılar, ışık tutar sokaklara, aydınlatır ve gerçeği gösterir Kurucu: “bak ne güzel de saklamışız diriliğini / kanın kurumamış henüz gözlerimizde / nereye baksak o keskin masumiyet / ve isyan jilet jilet! // Kaldırımları kim tükürdü toprağa / Kim tükürdü seni kaldırımlara / Neydi kaldırımlardan söküp / Koyan bu taşsız mezara // Neden, sürüngen yalnızlığı neden / Hangimiz şaştı yerle gök arasında / Hangimiz piçe piç dengesindeyken / İhanet ettik sokaklara // … // Çiko çık / Sırtlarına binelim zebanilerin / Devriyelerden dayak yiyelim / Çık bu kez kentin ortasında / Boynumuzu keselim// … // Hadi çık yiyorsa / Piç / Bu kez beraber ölelim!”

Jilet’te anamız, kızımız, yârimiz dediğimiz, sokağın insafına ve insanın vicdanına terk edilmiş tecavüz mağdurları jilet gibi keskin bir acıyla anlatılır. “ah sen var ya sen orospusun kızım, arsızsın / saçlarını duman almış, bit yürümüş bu asırda / ekmeği ve tuzu kuru kapkaç aşamasında / … / ama hâlâ yaşamak diyorsun ya”

İstatistiklere göre fuhuş yüzde sekiz yüz, uyuşturucu bağımlılığı yüzde yedi yüz, çocuklara yönelik cinsel istismar yüzde dört yüz, kadına yönelik olmak üzere cinayetler yüzde üç yüz, başta ekonomik olmak üzere diğer gerekçelerle boşanma oranları yüzde kırk atmış durumda.2

Mendil Satan Çocuklar Korusu’nda bu kez açlığını bastırmak -karnını doyurmak değil- için mendil satan, yastığı ve yatağı sokaklar çocuklar anlatılır. “örme patiklerimiz daraldığından beri / korkarız yağmurlardan, ellerimiz yaş mendil / kurak düşlerde gezeriz çırılçıplak  // örme patiklerimiz daraldığından beri / annemiz olur kaldırımlar / sert göğüslerde yatarız // örme patiklerimiz daraldığından beri güneş / fırından yeni çıkmış somun sıcaklığında / umut olur her gece kalbimize sokulur // örme patiklerimiz daraldığından beri açlığın / kezzap tadı damlar masumiyetimize / delik deşik olur patiklerinden taştığımız ülke”

Lokman Kurucu’nun, Ne Güzel Suçtur Öfke’si ezilmişlerin, dışlanmışların, ötekileştirilmişlerin öykülerinin anlatıldığı şiirlerden oluşuyor. ‘Bak yok bunların da elleri’ şiir dizinde Kurucu arka sokakların mağdurlarını dizelerine taşıyor: Seks işçisini, transselsülel bireyi, anneyi. “çıktım senden çoktan beri / içinden çıkan kardeşlerim gibi / anne uzak dur yakınıma / bak yok kızının da elleri”

Şiir bir işe yaramalı. Sokrates sorgulanmayan bir yaşamı yaşamaya değer bulmaz. Yaşam sorgulanmalıdır, sorgulayan düşünmelidir. Şiir de düşünmenin araçlarından biri olmalı. Albert Einstein atomu parçalamanın önyargıyı parçalamaktan kolay olduğunu söylerken, yerleşik önyargılara, kafasını kuma gömenlere karşı çıkar. Ve Veysel fikrin başka başka olmasa, koyunun kurt ile kardeşliğinden söz eder. Rosa Luxemburg, hareket etmeyenin zincirlerinin farkına varamayacağını söyler. Şiir prangaların, zincirlerin, kör cahillin, aslı astarı olmayan dogmaların bilincine varmamıza olanak sağlamalı. İçi boş şiirler balonlar gibidir, çok geçmeden patlar. Aklını kullanmak yalnız bilinç değil ceraset etmeyi de gerektirir. İmmanuel Kant ‘Aydınlanma nedir sorusuna “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. ‘Sapere aude! Aklını kendin kullanma cesaretini göster’der. Şiir bize aklı kullanma cesaretini verniyorsa şiir değildir. Aydın’ın görevi aydınlatmaktır.

Lokman Kurucu’nun Ne Güzel Suçtur Öfke’si haksızlığa, adaletsizliğe tepki olarak ortaya çıkan ahlaksal bir duygu. Suçu yaratanlara, öfkenin gerekçesi olanlara yöneltilmiş şiddetten yana değil güzelden yana duyumsanan öfke. Değil bu dünya gül memeli, gül yanaklı çocukların, bir eli yağda bir eli balda olanların, değil yatlarda, plazalarda, otomobillerde caka satanların…

Şiir de bizim, evren de…

———————-

  1. Lokman Kurucu, Ne Güzel Suçtur Öfke, Klaros Yayınları, Ankara, 2020.
  2. Son Kale İzmir internet haber portalı, 26 Kasım 2019.
  3. İmmanuel Kant, Seçilmiş Yazılar, Çev: Nejat Bozkurt, Remzi Kitabevi,  İstanbul, 1984.

Halit Payza – edebiyathaber.net (12 Şubat 2021)

Yorum yapın