“…babam bana imbikten geçmemiş habere inanmamayı öğretti. Gazeteler yalan söyler, tarihçiler yalan söyler, bugün televizyon da yalan söylüyor…”
Gülün Adı, Foucault Sarkacı, Prag Mezarlığı gibi belgesel tadındaki romanlarının çok katmanlı kurgularıyla okuru büyüleyen Umberto Eco, ünlü bir yazar olmanın yanı sıra değerli bir akademisyen, sağduyulu bir tarihçi ve düşünür, kısacası gerçek bir entelektüel olarak da tanınıyor.
Vatikan’ıyla, Sicilya mafyasıyla, Gladio’suyla, birbiri ardına kurulan koalisyon hükümetleriyle ve ağır işleyen bürokratik yapısıyla sürekli bir çalkantının, çapraşık ilişkilerin hüküm sürdüğü bir ülkede yaşıyor olması da, Umbertco Eco için eşi bulunmaz bir laboratuvar ortamı sağlıyor.
Eco kimi zaman, Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi adlı romanında olduğu gibi fantastik bir öyküden yararlanır, roman kahramanını kendisinin çocukluk yıllarına gönderir ve onun gözünden İtalya’nın karanlık tarihini anlatır eserlerinde. Kimi zaman da, düşüncelerini bir aracı kullanmadan doğrudan paylaşır okurlarıyla. Örneğin, entelektüel olmakla ilgili düşüncelerini bir çırpıda şöyle özetler Yengeç Adımlarıyla adlı eserinde:
“Bana sorarsanız yaratıcı bir şekilde yeni bilgiler üreten her kişi entelektüel sayılmalıdır. Örneğin, yeni aşılama yöntemleriyle daha sağlıklı bir elma üretmeyi becerebilen bir çiftçi entelektüel bir yaratıcılığa sahiptir. Öte yandan, Heidegger’in düşünce sistemini hayatı boyunca aynı yöntemlerle derslerinde, seminerlerinde açıklamaya çalışan bir felsefe profesörünün entelektüel yaratıcılığından şüphe etmek gerekir. Eleştirel yaratıcılık – mevcut yapıları eleştirmek, ya da daha iyi yapılmasını sağlayacak bir yöntem geliştirmek – entelektüel düşünce yapısının yegâne göstergesidir.”
Umberto Eco, Sıfır Sayı adlı son eserinde de okurlarına farklı ufuklar açıyor. ‘Asla çıkmayacak’ olan bir günlük gazetenin hazırlanışıyla geçen bir yılın öyküsünü anlatıyor bu romanında. İdeolojik sapkınlıkların doğurduğu tuzaklara çekiyor dikkatimizi. Ya da biz etrafımızda olup bitenleri izlerken önümüze konan haberlere neden kuşkuyla bakmamız gerektiğini sezdiriyor satır aralarında.
İşte Eco’nun, hınzırca ipuçlarıyla kâh düşündüren, kâh gülümseten, kâh kafasını karıştıran kitabı Sıfır Sayı’dan birkaç ilginç alıntı.
İdeolojik sapkınlıklardan insani şaşkınlıklara giden yol…
“…68’de otuz yaşıma gelmiştim ama gene de saçlarımı uzattım, kazak-parka giydim ve Çin yanlısı bir gruba yanaştım. Sonradan Mao’nun Stalin ve Hitler’in toplamından daha çok adam öldürdüğünü öğrendim; öte yandan belki de bu Çin yanlılarının arasına gizli servislerden provokatörler girmişti… Hiçbir şeyden emin değildim, emin olduğum tek şey hepimizin tam ensesinde bizi aldatmak üzere bekleyen biri olduğuydu.”
Medyanın dayanaksız iddiaları ortaya atma sanatı…
“…İddiaya göre gazete yazdıklarını yakın bir kaynaktan almıştır. Bu her zaman işe yarayan yönteme göre kaynağın kim olduğu söylenmez ve gazetenin gizli kaynaklara sahip olduğu sezdirilir ve bu kişilerin çok güvenilir olduklarının sanılması sağlanır… Birilerinin denetleyebileceği verileri ifşa etmektense olumsuz imalarla yetinmek yeğdir. İma ettiğinde kesin bir şey söylemezsin ve sadece yalanlama yapanın üzerine bir kuşku düşürürsün…”
Gazeteler algı yönetimini nasıl gerçekleştirir?
“Peki ama gazeteler halkın eğilimini mi izler yoksa bu eğilimi onlar mı yaratır?”
“Her ikisi de. İnsanlar başlangıçta nasıl eğilimlere sahip olduklarını bilmezler, biz bunu onlara söyleriz ve onlar zaten öyle bir eğilime sahip olduklarını fark ederler…”
Kamu görevlilerini itibarsızlaştırmak mı istiyorsunuz?
“…Yayıncımız meraklı savcıya nasıl çamur atılır konusunu işlememizden hoşlanabilir. Şunu unutmayalım ki günümüzde bir suçlamayı çürütmek için tersini kanıtlamak gerekmiyor, suçlayan kişiyi yasa tanımaz ilan etmek yetiyor… Kimse yüzde yüz namuslu değildir. Belki pedofil değildir, ninesini öldürmemiştir, cebine rüşvet girmemiştir ama tuhaf bir şey yapmıştır. Ya da ifademi hoş görürseniz, her gün yaptığı şeyleri tuhaflaştırın… Örneğin elinizde dosyalarda dağınık bilgiler vardır ve isteyen bunları işleyerek kuşkular, göndermeler bulup çıkarır. Yıllar önce hız sınırını aştığı için ceza yediğini, bir başkası geçen ay izci kampına gittiğini, öteki daha dün diskoteğe gittiğini yazar. Bu üç haberden yola çıkarak o şahsın trafik kurallarını ihlal eden, aşırı hız yapan, içkili yerlere giden ve olasılıkla oğlan çocuklardan hoşlanan biri olduğu haberi yapılabilir. Hem de sadece gerçekleri söyleyerek.”
Peki, haber yaparken risklerden kaçınmak mümkün mü?
“…Karanlık olayların peşinde koşan bir savcının havaya uçurulduğunu düşünelim… Böyle bir durumda mafyadan, düzeni sağlamakla görevli kuvvetlerin yetersizliğinden ve benzeri şeylerden söz etmemiz gerekir. Tek bir darbeyle polisi, jandarmayı ve mafyayı kendimize düşman ederiz… Tabii bu haberi yazmamız gerekecek… En temkinli çözüm işi duygusallığa bağlamak, gidip anne babasıyla görüşmektir. Dikkat ederseniz televizyonların yaptığı budur ve evlatlarını toprağa vermiş annenin kapısını çaldıklarında ‘Oğlunuzun ölümüyle ne hissettiniz?’ diye sorarsınız kadıncağıza. Seyircinin gözü yaşarır ve herkes memnun olur…”
Papa’ya neden suikast yapıldı? Mussolini gerçekten asıldı mı? Gladio adında bir örgüt var mı?
Bilgece dinginliği, sağlam düşünce altyapısı ve keskin mizah anlayışıyla bütün bu soruları sorarken, okura belki de asıl şunu hatırlatmak istiyor usta yazar:
“Kuşkular asla abartılı olmazlar. Kuşkulanmak, daima kuşkulanmak gerekir, gerçeği ancak böyle bulabilirsiniz. Bilim de böyle yapılmasını istemez mi?”
Hasan Saraç – edebiyathaber.net (27 Kasım 2015)