19. Uluslararası Öykü Günleri Pelin Buzluk’un açılış konuşması ve Tekgül Arı’nın Şiir Erkök Yılmaz Hocamızla söyleşisi ile başladı. Uluslararası Öykü Günleri benim severek takip ettiğim Ankara’nın müstesna edebiyat etkinliklerinden biri. Pelin Buzluk’un da açılış konuşmasında belirttiği gibi, Ankara Öykü Günleri Ankara’nın kültür ortamını canlandırmak amacıyla 1997 yılında düzenlenmeye başlamış. Şimdi iyi bir öykü yazarı olan Pelin Buzluk da bir zamanlar iyi bir öykü okuru olarak Öykü Günleri’nin sıkı takipçisiymiş, şimdi ise birkaç yıldır yapılamayan Öykü Günleri’nin tekrar düzenlenmesini sağlayanlardan biri. Kendisine buradan teşekkür ediyoruz.
Pelin Buzluk’un açılış konuşmasından sonra Tekgül Arı’nın Şiir Erkök Yılmaz Hocamız ile söyleşisi vardı. Ben de bu yüzden koşa koşa gelmiştim bu etkinliğe. Zira Şiir Hocam ilk öyküsü ile beni kendisine hayran bırakmıştı. Bu öykü de “Homo economicus” idi. Genelde ben dahil tüm iktisatçıların “homo economicus” ile ilgili esprileri, gırgırları vardır, ama bu kadar başarılı bir öyküyü ilk kez okumuştum. İktisatçı yanı ile tanıdığım Hocamıza hayranlık duymuştum. Ardından diğer öyküleri geldi. Bu günlerde YKY toplu öykü kitabı “Eşek Arısı”nı yeniden orijinal öykü kitaplarına göre bölerek yayınlıyor. Ben de söyleşinin sonunda Hocamıza “Enayi Bir Aşk” kitabını imzalattım. Bir de yanımda getirdiğim son romanlarından “Aile İçi Muhabbet”i. En son okuduğum eseri de bu romanı oldu. Hem de ikinci kez okudum, çünkü bu roman bana terapi gibi geliyor. Doğrudan dalıyorum Güven ailesinin hikayesine. Hocamızın usta bir öykücü olduğunu bir kez daha vurguluyor bu kitap. Ankara’da yaşayanlar için Güven ailesi sıradan bir aile… Bizden birileri… Romanın sonu da bitmemişlik hissi veriyor ve aslında Güven ailesinin hikayesi devam ediyor. Bu soru Hocamıza çok sık soruluyormuş, o da biraz sitemle karışık yanıtladı sanki. Ona göre, “biz son zamanlarda dizilere epey bağlandığımız için illaki bir final istiyoruz”. Haksız da değil. Ama bu aile yaşıyor bizde. Yani okurlarda… Tekgül Arı’nın da dediği gibi o eserler artık bizim, yazarın değil. Neyse ben onlar hakkında sonra yazacağım zaten. Şimdi asıl konu “öyküler”… Hepsi birbirinden değişik, özgün, ustaca kaleme alınmış öyküler…
Peki bu usta işi öyküler ne zaman ve nasıl başladı? Tekgül Arı’nın sorusuyla Şiir Erkök Yılmaz nasıl öykü yazmaya başladığını ve ardından gelen gelişmeleri özetledi. Hocamızın rahmetli annesinin edebiyat öğretmeni olduğunu, lise ve üniversite öğrenimi sırasında genelde şiirler yazdığını ve bunların aile çevresinde okunduğunu öğrendik. Tüm usta yazarların benzer anıları olması sanırım tesadüf değil. Ardından Hocamızın Dışişleri Bakanlığı meslek memurluğu sınavına hazırlanırken Bilge Karasu ile tanışması, ondan çeviri dersleri alırken yazdığı İngilizce kompozisyonlarının “fena halde beğenilmesi” ve onun “Türkçe dilinde de yazıp yazmadığını” sorması üzere hemen 3-4 tane öykü yazarak göstermesi hoş anekdotlardı. Beğenilmesi üzerine öykülerini edebiyat dergilerine göndermeye başlamış Hocamız. İlk öyküsü 1974 Kasım ayında Soyut dergisinde yayınlanmış ve ardından peşi sıra başka öyküleri ve hakkında “dikkat çekici öykücü” olarak değerlendirme yazıları gelmiş. Sonra bir gün Enis Batur telefonla arayıp ”Yeni Ankara” adlı yayınevinde öykülerini basmak istemiş. Hoca birçok öyküleri basılmış olmasına “henüz öykü kitabı oluşturmadığı” gerekçesiyle nazikçe reddetmiş ama daha sonra ilk öykü kitabı “Hop Eden Şey” Yeni Ankara yayınevi tarafından 1978 yılında basılmış. Hasan Bülent Kahraman’ın ve Oğuz Demiralp’ın değerlendirme yazıları kaleme aldığı öykü kitabını ben edinemedim. YKY’nin tekrar basacağını ümit ediyorum.
10 yıl aradan sonra 1987 yılında Hocamızın çok sevdiği “Uyuyamamak” adlı ikinci öykü kitabı yayınlanmış ve yeniden kendini tanıtma gereği duymuş. Akademik çalışmaları nedeniyle çık sık kitap yayınlayamadığından hatta edebiyat çevrelerinde bilinmesine rağmen edebiyat söyleşilerine çağrılmadığı için katılamadığından haklı olarak sitem etmişti söyleşinin en başında…
“Uyuyamamak” öykü kitabını ben de sevdim. Aynı adlı öykü yanında “Balonlar”ı da sevdim. Bu öyküdeki gibi “ciddiyetinden ödün vermeyen” bir kızdım ben de. “Ciddi kız kendini tüketircesine çevresindekilere ders anlatıyordu. Bu yolla arkadaşlarının kendisine bağlanacaklarını sanıyor, diye düşündüm. Oysa yalnızca eziyor onları, kıskançlık duygularını kabartıyor. Çevresinde, şimdi ondan yararlanır görünenler ilk fırsatta ona karşı, hem de onun için aldırmaz göründüğü, – ama en çok aldırdığı- noktadan saldırıya geçecekler, bu ciddi, iyi niyetli kızcağızı kırıp geçecekler..” ifadesinde adeta kendimi gördüm. Hele “ Önümdeki kitaba baktım. Hep düzen düşüncesi aşılandığı için mi düzenden bezilir, diye düşündüm. Üretici dengesi, tüketici dengesi.. Maksimumu sağlama, minumumda bırakma, optimuma varma.. Toplumsal refah, dengeli büyüme.. Belki de olmayacak bir denge, yeni dengelerin özlemini beraberinde getirdiği için..bir dengeyi yadsımanın kolaylığı, yeni dengelerin kolayca kurulabileceği düşüncesini beslediği içi.. Bir dengeyi olanaksız kılan nedenleri araştırmak, düzeltmek, yepyeni bir denge özlemini çekmekten çok daha zor olduğu için..” ifadesinde iktisatçı Sultan içsesini duyar gibi oldu.
Bu kitaptaki farklı anlatım tarzlarının denendiği öyküleri de sevdim ben. Söyleşinin sonunda bir okurun sorusu üzerine tevazu ile “çok okuduğunu ama bunların bir tür denemeler olduğunu” ifade etti Yazar. Oysa “Oyun” daki diyaloglar çok ustaca hele “El” öyküleri kitaba bütünlük katmış. Hocamız yine tevazu ile bunların “kenar süsleri” olduğunu söylüyor.
1997 yılında yine 10 yıl aradan sonra çıkardığı 3. Öykü kitabı “Enayi Bir Aşk” (evet ben onu da bir solukta okudum) da “Senaryo: Bir Aşk Masalı” da kanımca böyle bir yöntem denemesi (!) ile başlıyor ve sahne sahne bir sinema filmi gibi hatta Türk filmini eleştirir gibi ironik bir dille “Binbir gece Masalları”na da gönderme yaparak aslında bildik bir öyküyü anlatıyor. Bu kitaptaki “Geçkince Bir Kızın Son Mektubu” benim de favorilerimden biri. Öykünün ilk birkaç paragrafını adeta canlandırır gibi okudu Tekgül Arı. Onun dediği “kıl, tüy, ağda işlerine” ilk kez bu öyküde rastladım ben. Yazar, “ siz hiç ağdacıya girmeyen bir bilim kadınına rastladınız mı? Kafamın içindekilerden soyunup bir kadın olarak sevilmeyi öyle isterdim, öyle isterdim ki…” diyor. Ama mevzu “kadın olmak”( s. 28)… “Sardunyaların Kokusu”ndaki eski Yazar Ragıp’a , “yaşlanmayan, yalnız kendisi için yaşayan” Muzaffer’e, yeni yazar “o kız, Esin” e bayıldım. Bir kadın yazar olarak bir çırpıda ne güzel anlatmış erkek karakter “eski Yazar Ragıp’ı Şiir Hoca. Öyküde de dediği gibi; “Bir durumu, bir duyguyu, nasıl söyleyeyim, hiç anlatmıyormuş gibi bir çırpıda bakıyorsun ki anlatıvermiş… Hem de en iyi biçimde…” (s.42). “Çöken Bir Öykü”deki “güzel bir yaşlı kızı” da bir çırpıda anlatmış Yazar… Kitabın diğer öyküleri, “Terbiyesiz Adam”, “Deniz Gibi”, “İntihar” , “Can Havli”, “Sekiz Bardak Su” , “Bekçi” ve “Sizin İçin Sizlerle Birlikte” öyküleri de ince ince örülmüş özgün öyküler…
“Çiçek Yiyen İnek” kitabını da 2006’da yayınlatmış Hocamız. Bu kitap da benim çok beğendiğim “Homo Ecoomicus” öyküleri var. Aslında kitap “Homo Economicus” ve “Diğerleri” olarak iki bölüme ayrılmış. Hocamız söyleşide kitabın adını da bu şekilde tasarladığını ama yayınevinin “Çiçek Yiyen İnek” başlığını daha uygun gördüğünü anlattı.
Bu öykü kitabından 4 yıl sonra (10 yıllık periyodu kırarak) yeni bir öykü kitabı daha çıkarmış. Bunun adı da “İncir Çekirdeği Yanığı”. Ben bu kitabını da severek okudum. Özellikle “Kırmızı Başlıksız Kız” ve “İpte Asılı Kalmış Bir Çift Çorap” öykülerine… Tekgül Arı’nın ilk sorusu da bu kitaptaki “Kıskançlık” öyküsünün girişiyle başlamıştı. “Onurlu Gururlu Bir Öykü”nün sonunda “Hikayeler bitmiyor, devam ettiği izlenimi veriyor” diye not almışım. Kitabın sonuna geldiğimde aldığım notlar ise şöyle: “Hepsi birbirinden ince, duyarlı öyküler. Devam ediyor, edecek izlenimi veren sonları, sessiz kesişleri ile duyarlı bir okur kitlesine hitap ediyor. Evet ironi de var. Hepsi kendine özgü… Sıradanmış gibi görünen kendine özgü öyküler. Derinlik ve farkındalık içeriyor. Ben sevdim. İç ve dış gözlem gücü hayranlık uyandırıcı. Kendine özgü anlatım dili de…”
2021’de yayınlanan “Fil Kazası”nı henüz okumadım, ama en kısa zamanda onu da edinip okuyacağımdan eminim.
Tekgül Arı’nın vurguladığı gibi Hocamız “toplumun topografyasını çıkarmış, aile yapısı, mülkiyet eşitsizliği, ekonomik eşitsizlikler, cinsiyet eşitsizlikleri, kadın sorunları, öğrenci olayları, darbeler, üniversiteden atılan Hocalar, aydınlar, kadın sorunları, halk arasındaki yabancılaşma gibi temaları içselleştirerek anlatmış” … Zaten bireysellik nerede başlar, toplumsallık nerede; tartışılır. Tekgül Arı’nın da dediği “öyküler karakterleriyle bizi kendine çekip içine alıyor”. Oldukça özgün öykülerinde dili ustaca kullanmış Hocamız.
Tekgül Arı, Şiir Erkök Yılmaz’ı “kadın sorunlarıyla” yakından ilgili görüyor ve hatta “feminist bir yazar olduğunu düşünmeden edemiyor”. Bu açıdan Hocamızı Sevgi Soysal’la, Duygu Asena ile, Leyla Erbil, Gülten Akın, Fürüzan, Sevim Burak gibi yazarların yanında görüyor. Hocamız “bir kadın Yazar olarak kadın sorunlardan bahsetmiş olsa da feminist söylemler aktarmak amacıyla yazmadığından kendisini feminist olarak nitelendiremediğini” vurgulasa da bunu “bağırmadan” öyle güzel anlatıyor ki örneğin Aile İçi Muhabbet romanı ile 2019 yılı Duygu Asena Jüri Özel Ödülünü almış.
Ben çok keyif aldım bu söyleşiden. Şiir Erkök Yılmaz ve eserleri hakkında pek çok yeni bilgiler edindim. Umarım sizler de bu notları okumaktan keyif almışsınızdır.
İlgilenenler için söyleşinin tamamının yayınlandığı Youtube linkini de şuraya bırakayım:
Hocamızın son sözüyle; “Öyküsüz kalmayın, kitapsız kalmayın!”…
edebiyathaber.net (23 Mayıs 2022)