“Ben, ruhum memnun olduğu zaman mutluluk duyuyorum ve şiir benim ruhumu memnun ediyor.”
“Varmak nedir bilmiyorum ama kuşkusuz tüm varlığımın ona doğru aktığı bir maksat vardır.” Furuğ Ferruhzad
Doğumu ile ölümündeki iki kış arasına otuz iki yıllık kısa bir ömür sığdıran İranlı ünlü şair Furuğ Ferruhzad yaşamı, hüzün dolu şiirleri ve ölümü ile tam anlamıyla bir kış kadınıydı. Sanatıyla olduğu kadar kişilik özellikleriyle de dikkat çeken Furuğ, dünyada kalacağı sayılı günleri hissedercesine yaşamındaki her şeyi hızla yaşayıp tüketti. Tek kazancı kendisini mutlu ettiğine inandığı şiirleriydi. Bir tutam mutluluk ve özgürlük için sırtında bir çuval kederle gezdi. Aşka, cesarete, şiire tutkun yaşadı ve öldü.
On altı yaşında evlenen, çocuk sahibi olduktan yaklaşık iki yıl sonra boşanan ve kendisine gösterilmeyen oğlu Kâmyâr’a hasret yaşayan Furuğ, Michael Hillman tarafından yaşamı ve şiirleri “Yalnız Kadın” adı altında toplanacak kadar dikkat çeken kesif bir yalnızlık duygusuna sahipti: “Ve bu benim/ Yani yalnız bir kadın/ Ve soğuk bir mevsimin eşiğinde”(İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına)
Ataerkil düzende kurulmuş tutucu baba ocağındaki ve koca evindeki mutsuzluğu had safhadaydı. “Cuma” şiirindeki dizeleri o günlerinin şiirsel gölgeleri gibidir: “… ah ne denli dingin ve gururla geçiyordu/ garip bir su akıntısı gibi bu terk edilmiş sessiz Cumalarda/ bu sıkıntılı evlerde/ benim yaşamım/ aaah ne denli dingin ve gururla geçiyordu… “
Henüz ilk gençlik döneminde gazel ve mesnevi tarzı ilk şiirlerini yazmaya başlayan Furuğ, bu şiirlerden sonra gerçek tarzını bulduğunda şiirde radikal mucizeler yaratmaya başladı. Onun kimi Osmanlı kadın şairlerinde de rastladığımız gibi mahlas kullanmadan korkusuzca yazması, erkek şairler gibi belki daha da cesurca aşktan, sevgiliden ve cinsellikten söz etmesi içinde bulunduğu toplumu -edebiyat çevreleri de dahil olmak üzere- şoka sokmaya yetmişti. Furuğ şansını cesur olmaktan yana kullanırken mutsuzluğun doruklarına tırmanacağını da tahmin ediyordu elbette: “Söylemek istediğim korkak fısıltılar değil karanlıkta/ Gündüzdür söz konusu olan ve ardına kadar açık pencere”(Bahçenin Fethi)
Şiirlerinde yalnızlık temasının yanı sıra İran toplumunda yaşanan kadın sorunlarını da ele alan şairin 20.yüzyıl modern İran şiirine katkısı yadsınamaz. İran gibi kapalı bir toplumda yetişen Furuğ’un Şah’ın yönetim şekline ve toplumun kadınlara ayrımcı bakış açısına karşı çıkan yazılarındaki ve özellikle şiirlerindeki cesarete, kimi şiirlerindeki erotik anlatımda da rastlarız.
“Oyuncak Bebek” adlı şiirinde birbirinden farklı tarzlarda hayatlar süren kadınların dikkatlerini bir sesleniş, bir serzeniş, uyandırma çabası ve hafif bir istihza eşliğinde bir şiir kâsesinde sunduğu yaşam seçeneklerine çekmek ister. “Oyuncak Bebek” İran kadınının nezdinde tüm kadınları kendilerini bulmaya davet eden şiirlerindendir.
Furuğ, bildiklerini, sezdiklerini şiirleri aracılığıyla cesurca paylaşarak toplumundaki kadınlara bir nevi eğiticilik ve rehberlik rolü de üstleniyordu. Kadının isteklerini özgürce dile getirmesinin sesiydi, kadın cinsinin bir nesne olmadığını ispatlamaya çalışan bir şairdi.
İncelikle işlendiği takdirde şiire duygu yüklü farklı bir çizgi kattığına inandığım erotik unsur, Furuğ’un kaleminde unutulmayacak mısralar olarak can bulur. Furuğ’un aşk temalı şiirlerinde geçen “haz” kavramını, “günah” kavramıyla eşdeğer tuttuğunu görürüz. Bu noktada yaşadığı topluma meydan okumanın yanı sıra bilinçaltına yerleşmiş dini kurallar etkisindeki bir “günah” unsuruyla da karşı karşıya geliriz. Annesinin dinine sıkı sıkıya bağlı ve “her zaman bir günahın izi peşinde” olmasının da Furuğ üzerindeki etkisi büyük olmalı: “Vardı gözlerinde günahların kahkahası/ yüzünde de törensel bir parıltı/ Ve eşliğinde masum dudakların gülümseyişi/ gizemli ve asi…”(Öpücük)
Cesur şair Furuğ, “Cehaletin tek korkusu kadındır.” sözünün doğruluğunu ispatlayan durumlardan ve olaylardan elbette birinci derecede etkilenir. Örneğin bir dergide yayınlanan”Günah” şiiri ile sanata ve kadına her daim potansiyel suç unsuru olarak bakmaya hazır mollalar tarafından mimlenir: “Günah işledim lezzet dolu bir günah/ Titreyen esrik bir tenin yanında/ Tanrım ne bileyim ne yaptım ben/ o karanlık susku dolu zulada…”
Bu şiirin ardından babası, kocası ve kendilerini ahlâkın koruyucu görevlileri ilân eden çevresindeki birtakım erkekler tarafından dışlanan, çocuğundan uzak tutulan, eziyet gören Furuğ’a son olarak molla takımı yapmıştır yapacağını… Bu mollalar genç Furuğ’un cenaze namazını kılmazlar. Mollaların kılmadığı namazı, ölümünden iki gün sonra yazar Mehrdad Samadi kılar. “… Pişman değilim/ Zamanın ötesinde akıp gidiyor benim yüreğim/ Yaşam yeniden doğuracak onu/ Yeniden yaşatacak beni rüzgârların/ Göllerinde yüzen haberci gülü” (Gecenin Soğuk Caddelerinde)
“Günah” şirinin yarattığı infiallerin ardından yaşadığı tüm olumsuzluklardan sonra isyan bayrağını ardına kadar açarak tanrıyı da dile getirdiği şiirleri… Çocukluk aşkı kocasının ardından olgun bir kadın olarak gerçek aşkı bulduğu öykücü, senarist, Mark Twain ve Ernest Hamingwey’in çevirmeni İbrahim Golestan’la tanışması… Tüm bu yaşadıkları, içinde bulunduğu çevreyi yeterince kışkırtacak durumlardı. Gerçek aşkıyla âdeta yenilenen ve şiirlerinde de çok farklı bir boyuta geçerek İran şiirinde radikal değişikliklere yönelen şair, bu kez “Yeniden Doğuş” adlı kitabını yayınlar. Bu olgunluk döneminde Furuğ’u cinsel tabulara karşı isyandan uzaklaşmış, aşkın ve sevginin kutsi yönünü yücelten bir şair olarak görürüz.
Böylelikle İbrahim Golestan’a ithafen yazdığı şiirlerinde haz ve tutku coşkusu artık yerini ruhsal coşkuya bırakmıştır. Kendisiyle birlikte Gulestan’a duyduğu aşk da olgunlaşarak âdeta kutsallık çerçevesinde özel bir sevgiye dönüşmüştür: “…tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir/ seni kendinde tekrarlayarak/ çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek/ ben bu ayette seni ah çektim, ah/ ben bu ayette seni ağaca suya ve ateşe aşıladım.” (Yeniden Doğuş)
Tutsak, Duvar, İsyan ve Yeniden Doğuş adlı kitaplarını arka arkaya yayınlayan şair, son kitabı “İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına”yı tamamlayamadan 1967 yılında şaibeli sayılabilecek bir trafik kazasında boynu kırılarak öldü.
Furuğ’un kimi şiirlerine baktığımızda sezgilerinin inanılmaz derecede güçlü olduğunu görüyoruz. Yaşayacaklarını çok önceden şiirlerinde anlatan bir şairle karşı karşıya geldiğimiz çok açık… Kendisini mutsuz eden ve üretkenliğini engelleyen evliliğini sonlandırmayı düşündüğünde çocuğunun elinden alınacağını tahmin edercesine; “hayır uzaklaş sen kötüsün/ uzaklaş nefret ediyorum senden/ ben bebeğimin yanında uyanıkken/ alıp kaçıramazsın onu benden”(Tutsak) dizelerini kaleme alır. Ölümünden kısa süre önce ise”İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına” şiirinde kardan, ölümden ve kendi ölümüyle ilgili pek çok mânidar ayrıntıdan söz eder:
“Üşüyorum ben ve sedef küpelerden nefret ediyorum./ Üşüyorum ve biliyorum/ Bir yaban lalesinin kırmızı düşlerinden/ Birkaç damla kandan başka/ Hiçbir şey kalmayacak yerde.”…
“Artık bitti” dedim anneme/ “Düşünmeye fırsat bile kalmadan olur olanlar…/ Gazeteye bir başsağlığı ilanı versek?”
Furuğ’un çalışmaları daha sonra “Soğuk Mevsim” adı altında bir kitapta toplanmıştır. Şiirleriyle olduğu kadar yaşamındaki sıradışılıklarla da her daim ilgi odağı olan bu yalnız kadın hakkında birçok makale ve kitap yayınlandığı gibi yaşamı filme de konu olmuştur. İran’ın Nuri Bilge Ceylan’ı olarak görülen yönetmen Abbas Kiyarüstemi tarafından 1999 yılında çekilen filme isim olarak verilen “Rüzgâr Bizi Alıp Götürecek” şiiri ve başka şiirleri Furuğ’un kaleminden sonra Kiyarüstemi’nin filminde farklı şekilde can bulur.
Beşerî aşk kadar sanat aşkıyla da dolu olan şairin bir sanat eseri karşısında hissedebildiği tapınsal derecedeki yoğun duygularına İbrahim Gulestan’a yazdığı mektuplardan birinde şahit oluruz: “…National Gallery’de, Leonardo’dan bir tablo var, daha önceleri görmemiştim. Yani önceki Londra yolculuğumda. Müthiş bir şey! Her şey açık bir mavilikte çözülmüş. Eğilip namaz kılasım geldi…”
Haşim Hüsrevşahi’nin deyişiyle “Furuğ’un ölümü dili kesilmiş İran kadınlarının ölümüdür.” Çoğu kadının düşüncelerini ve hislerini Furuğ pervasızca ifade ettiği için toplumundaki belli bir kitle tarafından hazmedilemedi, hak etmediği pek çok hakareti gördü, iftiraya uğradı, yeri geldi psikolojik tedavi görmek zorunda kaldı. Adının anlamı olan”ışık”tı birilerini rahatsız eden… Işık, ortamdaki kimi gözlere kaçmış, fazla gelmişti. Furuğ’un düşüncelerini özgürce dile getirmesine ve Fars edebiyatına farklı bir renk katmasına engel olmaya çalışanlar, ölümünden yıllar sonra bile onun dünyaca anılmasını, konuşulmasını engelleyemediler. İstemeseler de Furuğ, İran edebiyat tarihinde hak ettiği yeri aldı.
“Keşke ölseydim ve yeniden dirilebilseydim ve dünyanın başkalaştığını, dünyanın bu denli acımasız olmadığını (…) görseydim.” Furuğ Ferruhzad
Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (18 Haziran 2015)