Gündüz Vassaf’ın Ressamın İsyanı adlı kitabı geçtiğimiz Nisan’da Everest’ten yayımlandı. Vassaf, Barok dönem ressamlarından Caravaggio’nun eserlerinin, yaşamının izini süren anlatıcı- yazarla tanıştırıyor bizi. Yarı Amerikalı anlatıcımız Sicilya, Siracusa’daki Ortigia Adası’nda sesleniyor ilkin. Zira Caravaggio’nun , Ortigia’da, Santa Lucia alla Badia Kilisesi’nde sergilenen Azize Lucia’nın Gömülüşü adlı tablosunu kiliseyi mesken tutarak inceliyor kahramanımız. Tablonun önünde saatlerce düşüncelere dalıyor, notlar alıyor. Aylar geçiyor; anlatıcımız Caravaggio’yu bu kez de Paris’te, Roma’da, Floransa’da, Napoli’de arıyor.
Ressamın İsyanı daha çok bir araştırmacı-gezginin notları gibi. Şimdiki zamanda görülenler, duyulanlar, düşünülenlerle geçmişin yaşanmışlıkları arasındaki örüntüler, köprüler, çağrışımlar…Başroldeki anlatıcımızla eser boyunca konudan konuya, temadan temaya dalıyoruz. Çeşitli dinlerin, inançların insan varlığı üzerindeki etkilerine. Alışılagelmiş, kabullenilmiş şeylerin barındırdığı absürtlüklere. Caravaggio’nun resimlerinin anlatıcıda uyandırdığı duygulara; Azize Lucia’yı kilisede uzun uzun incelerken aklından geçen düşüncelere; kilisedeki tuhaf atmosfere, ziyaretçilere. Kimlik/ aidiyet kırılmalarına. Sicilya’nın sokakları, meydanları, fırınları, dükkanları kadar Caravaggio’nun yaşadığı çağların ve daha da ötesinin, berisinin coğrafyalarıyla, sanatıyla, sokak yaşamıyla tanışıyoruz. Sohbet ederek ve tıpkı sohbet ederken yaptığımız gibi daldan dala konarak. Oralı olmayan birinin, bir Amerikalı-Türk’ün duyguları, anıları, aşkları, âşık halleriyle.
Hakkında en çok kitap yazılan ressam
Gelecek bugünden daha mı iyi yoksa daha mı kötü olacak, tam olarak bilemeyiz. Ama yine de tüm benliğimizle, geleceğin seyrini olumlu yönde etkileyecek çabalara katılabiliriz. Paylaşmak, teselli etmek, umut varlık, dayanışma gibi değerler günümüzde yükselişe geçmiş ırkçı, aşırı güvenlikçi duvarları; özgürlüğü- eşitliği boşlayan politikaları gördükçe önemli de. Aksi halde ruhsal zenginliğimizi nasıl koruyabiliriz ki. Nitekim “Günümüzün haddini bilmezliğinde, çağdaşlaştıkça çirkinleşen ellerimizle yazanlardanım. İddiam yok; yalnızım, birileri beni duysun istiyor, bencilliğime kızıyor, yazıyorum.” diyor Vassaf.
Hakkında en çok kitap çıkan ressam Caravaggio, ama en az resim yapan da o diyor yazar. Caravaggio’nun resimlerinin sayısı altmış kadarmış. Sokağın diliyle aydınların bilgeliğini birleştiren ressam diyor Vassaf, Caravaggio için.
Bir yere/zamana ait olma
Yeri geliyor kanıksadığımız acayiplikleri ‘ti’ye alıyor yazar. İşte modern zamanların şiddet yüklü absürtlüklerinden biri:
“Arkadaşım Aleksander Sopov’un anneannesi rekor sayıda aitlik kurbanı.
Dana Hanım, 1905-1998 arası Kumanova’daki sokağında, aynı evde yaşarken memleketi sekiz defa isim değiştirmiş.
1912’de doğduğu yer Osmanlı İmparatorluğu’ndadır.
1912-1915 yıllarında burası Sırbistan Krallığı’dır.
1915-1918’de Bulgaristan Krallığı.
1918-1929 döneminde Sırp-Hırvat-Slovenya Krallığı olur.
1929-1949’da da Yugoslavya Krallığı.
1941-1944 yıllarında Bulgaristan Krallığı’nda yaşar.
1944’ten 1991’e kadar adresi Sosyalist Yugoslavya.
1991’le öldüğü 1998 arası Makedonya Cumhuriyeti”
Dana Hanım’ı, soyadını da üç defa değiştirmeye mecbur etmişler.
İvanovska.
İvanova.
Yovanoviç.”
İnsan durup düşününce, Dana Hanım’a, en basit resmi işlemlerde bile ne gibi zorluklar yaşatıldığını hayal dahi edemiyor.
Yaşamı sanatlaştırabilmek
Çocukluğumda bir gazetede okuduğum cümleyi bugün de hatırlıyorum: İnsanlar yaşamlarını sanat yapıtına dönüştürdüklerinde sanat belki de gündemimizi bu denli işgal etmeyecek. Gündüz Vassaf da dönüp dolaşıp Caravaggio’nun sanatını bize anlatırken aynı noktayı vurguluyor. Ona göre sorun, sanatı seyretme edilgenliğimizden silkinip yaşamlarımızı sanatlaştırabilmemizde.
Ressamın İsyanı tanıklıklara, tanışıklıklara, hikâyelere, hikâyelerdeki acılara dair içerdiği yalın izdüşümlerle John Berger, Nick Hornbey, Alberto Manguel gibi yazarların kimi eserlerindeki temaların rengini, ritmini hatırlatıveriyor.
Tarihsel olarak neredeyiz? Neler yaşıyoruz? Nereye doğru sürükleniyoruz? Neler kaybettik? Güvenilir bir gelecek öngörüsü olmadan yaşamaya nasıl devam edeceğiz? İnsan ömrünün ötesine uzanan bir tahayyüle sahip olma yeteneğimizi kaybettik mi, kaybettikse de nasıl bulacağız? Bunlar Kıymetini Bil Her Şeyin’de bizlere etkileyici bir yirminci yüzyıl bakışı sunan Berger’in üzerinde durduğu sorular. Aslına bakarsanız Gündüz Vassaf da bizi benzer duraksamalara götürüyor. Yalnız temalarının altını biraz daha kalınca çizerek ve inceden inceye alaycılıkla.
Sorular devam ediyor
Neden bir aradayız?
Başkalarıyla etkileşimimiz bizi ve komşularımızı nasıl tanımlıyor?
Toplum içinde yaşamanın sonuçları, tehlikeleri ve sorumlulukları nelerdir?
Birbirimizle iletişim kurmamızı olanaklı kılması gereken konuştuğumuz dile neler oluyor?
Kendi gerçekliğimizi, dünyayı, başkalarını, çevremizde olup bitenleri kavrama yetimizi sorgularken hem kendine hem bize böyle sorular soran Alberto Manguel’in duyuların erişimi dışında kalan gerçekliği tasavvur etme yeteneği ne denli etkileyiciyse Vassaf’ın Batı’daki din savaşları döneminde, kendi tarihselliği içindeki sokağı, sokağın dinamiklerini günümüzün sürreal manzaralarına dikkat çekerek kıyaslama gücü o denli etkileyici.
Satranç mı dediniz?
Kitabın sonlarına doğru anlatıcımız “Kadınlar Neden Satranç Oynamaz?” diye soruyor ve hemen ardından cevaplıyor. “yenmek için yenme” hırsından muzdarip değil kadınlar. Halbuki böylesi bir hırs cinsiyet gözetmeksizin herkese bulaşabilir ve ayrıca bu düşünce yine aynı bölümde, yazarın, kadınların erkek peygamberlere erkeklerden daha çok inandıkları iddiası kadar spekülasyona açık. Gelgelelim yazarın dikkat çektiği yenme güdüsü J.M.Coetzee’nin satranca dair yazdıklarını hatırlatmıyor da değil. Paul Auster’a hitaben kaleme aldığı mektuplarından birinde Coetzee bu meseleyi ele alır ve satranç oynamaktan nasıl vazgeçtiğini anlatır: Coetzee, yirmili yaşlarındayken günler süren bir gemi yolculuğuna çıkmıştır. Gemide, satranç maçları düzenlenir ve Coetzee finale kalır. Final maçı saatler sürer. Gemi limana yanaşmak üzeredir ama rakibiyle bir türlü yenişemezler. Sonunda muhatabı beraberlik önerir, maçı sonlandırırlar. Karaya ayak basan Coetzee’nin aklı maçta kalmıştır. Zihnindeki her şeyi öteler ve oyunu yeniden gözden geçirdiğinde maçı sonlandırmasalardı üçüncü hamlede galip geleceğini anlar. Kendisiyle övünç duyar, hemen ardından bu duygu onu rahatsız eder. Bir daha da satranç oynamaz. Mektubunda, bir insanın hiç tanımadığı bir başkasını alt etmesinin ölüm kalım meselesi haline gelmesini ne derece saçma bulduğunu belirtir. Alt etmek için yanıp tutuşma haline itiraz eder. Auster’a zarafetten, erdemden, saygınlıktan yoksun sporları sevmediğini söyler.
Coetzee’nin hikâyesinin kıssadan hissesi bize çok geniş bir perspektif sunar. Başkalarıyla tanışıklıklarımızın ötesine geçerek derinlikli ilişkiler geliştirebilmemizin yollarını çeşitlendirebileceğimizi fark ederiz. Bu çeşitlemelere varmanın zarafet, saygı, ince düşüncelilik, içtenlik, şefkat, iyi niyet gibi davranışları özgüleyebilmekle kolaylaşabileceğini, tüm bu tahayyüllerimizin cinsiyetler ötesi bir şeylere karşılık gelebileceğini de.
***
Kitabın sonunda Papa’ya hitaben yazılmış bir mektup var. Yazar, mektubunda dört yüzyıl sonra bile olsa Papalığın Giordano Bruno’dan özür dilemesini talep ediyor ve bu amaçla change.org’da yer bulan kampanyayı duyuruyor. Mektubun son cümlesi ise vurucu: Şimdi değilse ne zaman?
Alıntılar:
Ressamın İsyanı, Vassaf, Gündüz, Everest, Nisan 2023, 1.basım, sırasıyla syf.75, 174,195.
Yazıda bahsedilen yazarların atıfta bulunulan eserleri:
Kıymetini Bil Herşeyin, Berger, John, Metis, Çev: Beril Eyüboğlu, Şubat 2017, 3.basım.
Hece Cümbüşü, Hornby, Nick, Çev: Defne Orhun, Sel, Aralık 2005.
Kelimeler Şehri, Manguel, Alberto, Çev: Esen Ezgi Taşçıoğlu, YKY, Şubat2012, 2.baskı
Şimdi ve Burada, Mektuplar, Paul Auster-J.M. Coetzee, Çev: Seçkin Selvi, Can, Ocak 2013.
edebiyathaber.net (15 Mayıs 2023)