Şimdi gözlerdesin | Feridun Andaç

Temmuz 11, 2017

Şimdi gözlerdesin | Feridun Andaç

-“Nazenin” için

Güne dokunan sözün ardındaydın nicedir.

Karşına çıkan metinler, ya da senin gittiklerin dindiremiyordu bakışına yansıyan kederi.

Ona yazdığın mektupta şunlardan söz etmiş, bir de bu epigrafı yerleştirmiştin yazının alınlığına:

-Kırılmış biri öyle güzel susar ki, 

öfkesine bile hasret kalırsın.

“Çaresi yok, insan yalnızca yazarken kendisi olabiliyor. Bunun için de arayışı, biriktirmesi, hatta gitmesi kaçınılmaz. Çünkü yazarken, her daim, giden oluyorsunuz.

Bugün, yazdığınız mektupta, ‘ışığım ancak kendime yetiyor,’ diyerek ilgisizliğinizi de ‘benim başarısızlığım’ olarak nitelendirmiştiniz.

Dertler birikerek kederi oluşturmaz, kederdir büyük dertlere neden olan.

Kendinizi oraya kapatmanız, insanlardan uzaklaşmanız, ıssızlığı seçmeniz niye?

Bunun bir kaçış değil, seçilmiş yalnızlık (sizin deyiminizle arınma yolculuğu) olduğunu bilsem de; sizi öyle uzakta düşünmek bana burukluk yaşatıyor.

‘Ben bu zamanın insanı değilim,’ demenizi yerinde bulsam da, başlangıçlardan ürktüğünüzü görmek (dahası hissetmek) üzücü geldi bana.

Elimden bırakamadığım, benim için de çok eğlenceli gelen, Montano Hastalığı romanını okurken, ara ara notlar almış, hem de bunları size göndermeye söz vermiştim.

Gittiğiniz yerde bu romana ulaşmanız zordu, biliyordum.

İsteseydiniz bir gecede bunu alıp gelebilirdim yanınıza. Enrique Vila-Matas’ın bu romanından birkaç sayfayı sesli okuyarak birlikte eğlenir, hem de böylece kederinizi dağıtmış olurduk.

İstemediniz, sustunuz!

Ben de, Tolstoy’un yarım kalan Dekabristler romanını okurken aldığım notların esiniyle/hatırlattıklarıyla yazdığım “Gittiğinde” öykümü oturup ikinci kez yazarak temize çektim.

Bunu da size okumanız için gönderiyorum. Oysa, bunu da, o ilk yazılmış haliyle size okumaya söz vermiştim. Gene susmuştunuz.

Bu burukluğun başlangıcı ilkgençlik yıllarıma uzanır.

Dilerim, bunu, bir kez daha; üstelik sizde yaşamaz, sizinle yaşamayız,

Sevgilerimle.”

Gittiğinde

“Hiçbir şey sesler kadar canlandıramaz geçmişi.”

Tolstoy

“Beni arayın ama,” demişti.

Susmuştun.

Bakışların başka yerdeydi. Sesin senden uzaklaşmasını istemiştin, bir de gölgesinin.

O günü unutmadığını hatırlatmıştı:

“O gece o kadar çok ağlamıştı ki!”

(…)

“İnsan böyle mi yapar Kâmil abi,” sözleri sesindeki titremeyle ağlayışı biriktirmişti.

Kendini tutuyordun.

Bakışsızdın adeta o ilk günkü gibi.

***

Cebindeki leblebileri hatırlamıştın. Daha çok da sıcaklıklarını, kavrulmuşluklarının kokusunu… karlı buzlu yollarda yürümüştünüz.

Suskundu.

Her zamanki gibi.

Ressam: Jonh Singer Sargent / “Lady Agnew of Lochnaw”” (1892)

Elini tutmak istemiştin, istememişti.

“Siz çok okuyan birisiniz, ben sizinle yapamam,” sözündeydin.

Bir yanıt aramıştın yol boyunca.

O sessizliği bozmuştu:

“Babam sizinle tanışmak istiyor…”

Gene araya ıssızlık girmişti.

Bu kez susan, dağların devrilmesini bekleyen sendin.

“Eldiveninizi giyinin, hava çok soğuk,” sözünün sevecen uyarıcılığına uysalca uymuştun.

Ne çok istemiştin onun duygularında yaşamayı oysa.

Onun elini bekleyen elini unutmuştun bir ânda.

O, yinelemişti son söylediğini:

“Babam sizi mağazada bekliyor…”

İçin ılınmıştı, unutmuştun cebindeki leblebileri.

Bir adım daha yakınlaşmıştınız sanki!

Ne diyeceğini bilememiştin.

“Sizinle yapamam”daydı aklın.

Oysa, o da okuyan biriydi. Bu nasıl bir bahaneydi!

Sevenin sevileni olmak baş edilemeziydi onun. Her haliyle; “ben sevmeliyim, seveceğimi ben seçmeliyim,” duruşu, düşüncesi vardı.

Kırgınca konuştuğunun farkındaydın.

“Hep böyle sorular mı sorarsınız,” deyişi seni öfkelendirmişti; gene de belli etmemeye çalışmıştın bu tavrını.

Susmuştun.

Bu kez o üstelemişti:

“Çok didikliyorsunuz her şeyi, çok meraklısınız…”

“Hayat sorulardan başka nedir ki,” deyip kesin suskunluğa bürünerek karanlıkta kaybolmuştun adeta.

Cimcime Sultan Kümbeti’nin önüne gelmiştiniz.  Sokak lambası önünüzü aydınlatıyordu. Kar yağışı hızlanmıştı.

Ne gecedeydiniz ne de akşamın karanlığında. Kar aydınlığı sarmıştı her yanınızı. Dünya durmuştu sanki. Ses de, söz de. Karın sesini dinlercesine bakıyordun ona.

Durdurmuştu seni bir ân, eldivenlerini çıkarmıştı, için ılınmıştı, eli eline değecekti sanki!

“Ben buradan ayrılmalıyım, şunları alın giyinin, sizinkiler ince, yolunuz da uzun, üşütmeyin ellerinizi,” diyerek ellerini ellerine bırakmıştı.

Almak istememiştin önce; “Üşümem, içimin sıcaklığısınız siz,” diyebilmiştin fısıltıyla.

“Bu yol ikimizi de çıkmaza götürür,” demiştin gülümseyerek.

Gözleri gözlerindeydi.

“ O ne söz, ben sizden ayrılmıyorum ki…”

“Ama bizden ayrılığı seçiyorsunuz şimdi,” diyerek ilk kez hazırcevaplığa soyunmuştun.

“Görüyorsunuz, ben sizinle sözde baş edemiyorum. Bilin ki, bizi düşünmeye gidiyorum.”

Bir adım atıp yakınlaşmıştın.

Eldivensiz eliyle durdurmuştu seni, ne yapacağını bilerek.

“Çok acelecisiniz. Hem daha biz oralara gelmedik, yalnızca arkadaşız,” sözleriyle bir ân kalakalmıştın.

***

“Ablam hep öyleydi Kâmil abi. Sizi sevdiğini bile söylemeye cesaret edememişti bir türlü. Yazıp göndermediği onca mektuptan birini seçip bana vermişti; ‘Belki bir gün gerekebilir,’ diyerek. Galiba o gün bu gün Kâmil abi. Hadi, onu uğurlayalım, sonra okursunuz.”

***

Aklın hâlâ o kar yağışlı gecedeydi, onu öpmeye yeltendiğin gecede.

“Beni arayın ama,” demişti.

Susmuştun.

Bir daha hiç birbirinizi görmemiştiniz. Sonraki gün kenti terk etmiştin.

Döndüğünde yıllar öncesindeki o ânı hatırlamıştın, o elem dolu geceyi.

Şimdi sonsuz kederlerdesin.

PS: Ne bu mektubu ona gönderdin, ne de yazılan öyküyü.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (11 Temmuz 2017)

Yorum yapın