“Bırak Üzülsünler – Türkiye’de Büyükmek”de Özge Samancı, hayallerinin peşinden gitmekle ailesinin onun için seçtiği yol arasında tıkanıp kalmış Özge karakteri üzerinden, “Türkiye’de büyümenin” ne demek olduğunu ülkedeki bitmek bilmeyen toplumsal iniş çıkışlarla bağlantılı olarak ele alıyor.
15 yaşındayken Almanya’ya gittiğimde, evinde kaldığım arkadaşım Krischan’la gelecek üzerine konuşurken mevzu, ileride ne olacağımıza gelmişti. Okuldaki dersleri hiç de fena olmayan Krischan, üniversitenin onun için o kadar önemli olmadığını, bilgisayar malzemeleri satan bir dükkan açmak istediğini söylemişti. Ufak bir afallamadan sonra, “Çocuğa bak! 15 yaşında esnaf olmanın hayalini kuruyor,” diye geçirmiştim içimden. Çünkü ben o sırada cayır cayır yanan basketbolcu olma hayaliyle yatıp kalkıyordum ve dandik bir dükkan sahibi olmak müthiş saçma gelmişti. Ancak aramızda şöyle bir fark vardı: Krischan’ın esnaf olma düşüncesi bir “hayal” değil, ailesi ve öğretmenleri tarafından da desteklenen bir “plan”dı, benimki ise “hobi”den öteye geçmeyeceğini adım gibi bildiğim bir rüyaydı. Ayrıca benim önümde kocaman bir engel daha vardı: Ablam ODTÜ’yü dereceyle bitirip yine aynı okulda yüksek lisansa başlamıştı. Belki ablamınki kadar değildi ama yine de ailemin “iyi bir üniversite” beklentisi vardı benden. Benimse “böyle şeyler” zerre kadar umurumda değildi çünkü basketbolcu olmak istiyordum ve benimki bir “hayal”di.
O yıl matematikten kalmıştım. Bütünleme sınavına girecektim ve bizimkiler beni şehrin en meşhur matematikçisine, sınava kadar her gün özel derse gönderdiler. Sınava girdim. Sonuçlara bakmaya ailecek gittik. Karne notum olan 1’i, bütünleme sınavında 0’a düşürmüştüm. Çünkü ailemin bana verdiği özel ders paralarını, arkadaşlarımla bira içerek harcamıştım. Matematik de dahil bütün derslerden nefret ediyordum. Benim için okul demek kardeşten öte arkadaşlarla acısıyla tatlısıyla vakit geçirilen yer demekti. Aradan yıllar geçtikten sonra Krischan’ın yönetmen olduğunu ve kafasındaki işleri çektiğini öğrendim. Ben de gazeteci oldum, o ayrı mesele ama meslek sahibi olmakla ilgili ne zaman bir konu açılsa aklıma hep bu anı gelir. Northwestern Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan sanatçı Özge Samancı’nın Karakarga Yayınları’dan çıkan “Bırak Üzülsünler Türkiye’de Büyümek” kitabını bitirdikten sonra da aklıma o anı geldi. Kitap, tipik bir memur ailesinin ferdi olan Özge’nin, ailesinin ablası gibi bir mühendis olmasını istemesiyle, kendisinin Kaptan Cousteau gibi bir dalgıç ya da tiyatro oyuncu olma hayali arasındaki gel-gitlerini anlatırken 70’lerden 2000’lere kadar olan zaman dilimi arasındaki Türkiye’nin de bir panoramasını sunuyor.
Üniformayla başlayan kimlik
Kitabın hikâyesi basit (bunu kötü anlamda kullanmıyorum): Annesi ve babası öğretmen olan Özge, kendinden iki yaş büyük olan Pelin gibi okula gitmek, okumayı yazmayı öğrenmek, üzerinde gururla taşıyacağı kapkara “üniformayla” erken yaşta bir “kimlik” edinme için gün saymaktadır. Her gün dürbünle ablasının okulunu gözetler. Okulun büyülü havasını tatmak ister. Nihayet gün gelir, okula başlar. Okulla yatıp okulla kalkar. Öğretmeni Hediye Harikatepe’nin karizmasına hasta olur. Tam konsantrasyonla derslerinde başarılı olur. İlköğretiminden sonra karşısına çıkan ilk “duvar” olan lise sınavlarıyla karşılaştığında yürüyeceği yolun ne kadar çetin olduğunu ilk defa anlar. Önünde geleceğini şekillendirecek iki seçenek vardır: Ya düz bir devlet okuluna devam edip vasat bit üniversiteye girecek ya da iyi bir Fen Lisesi’ni kazanıp daha iyi bir üniversiteye gitmek için ilk basamakları tırmanmaya başlayacaktır. İkinci şık gerçek olur ve Özge İstanbul’da bir Fen Lisesi’ni kazanır. Sınıf mevcudundaki dört kız haricindeki diğer öğrenciler erkektir ve bunların da çok büyük bir kısmı muhafazakâr ailelerden gelen çocuklardır. Okulun öğretmen kadrosu da o dönem iyiden iyiye “yeşermeye” başlayan tarikatlara, cemaatlere mensup kişilerden oluşmaktadır ve tabiri caizse okulda onların borusu ötmektedir. Özge bu sürede kendini yavaş yavaş keşfetmeye başlar. Lisenin ve ergenliğin başındaki her çocuk gibi ufak yaramazlıklar ve sivrilikler yapar. Ancak bu okulun katı kuralları vardır ve bunlar asla hoş görülmez. Özge ardı ardına aldığı disiplin cezalarıyla mecburen okulu yarıda bırakıp baba ocağının yolunu tutar.
“Okul bitince ne olacak?”
Ailesi hâlâ Özge’yle ilgili mühendis olup kısa yoldan parayı kırma planları yaparken, o ise kafası patatese dönmüş vaziyette ortada dolaşmaktadır. Bir hiç olduğunu, hiçbir işe yaramadığını ve yaramayacağını, herkesin yüzünü yere düşürdüğünü düşürmektedir. Bir defasında Boğaziçi Üniversitesi’nde mühendislik okuyan Pelin’i ziyarete gider. Okulun muazzam atmosferine hayran kalır ve orada hangi bölümde olursa olsun okumak için gecesini gündüzüne katar nihayetinde ailesi hiç tasvip etmemesine rağmen Boğaziçi Matematik bölümünü kazanır. Fakat bu daha başlangıçtır. Özge okulu bitirince ne olacaktır? Ablası gibi sisteme ait bir parça olmayı istemiyordur. Öte yandan elinde Matematik diplomasıyla ne yapacağına dair de bir fikri yoktur. Her şey yine sarpa sarmaya başlar. Ta ki Özge’deki cevher tesadüfen de olsa açığa çıkana kadar…
“Bırak Üzülsünler – Türkiye’de Büyümek”de Özge Samancı, “Türkiye’de büyümenin” sancılarını resmederken asıl “ekmeğini” sırtını bu “sancıların” sebebi olan ve ülkenin bitmek bilmeyen çatışmalı toplumsal sinir uçlarına yaslayarak çıkarıyor. 100 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca kutuplaşmadan, ayrışmadan, ekonomik uçurumlardan kendini kurtaramayan bir ülkenin bu çalkantılı ruh halinin bir çocuğun hayatının şekillenmesindeki etkisini net bir şekilde anlatan Samancı’nın kitabı, yakaladığı bu damarla, sorunun kökeninin nerede yattığına da dikkat çekiyor.
edebiyathaber.net (27 Mart 2023)