“Kendi halimde yaşayıp gidiyordum. Orada bir yerde, mutluymuş gibi.”
Orada bir yerde, mutluymuş gibi, kendi halinizde yaşayabilirsiniz. Burada ve şimdide değilken. Orada bir yerde. Ait hissetmediğiniz, aidiyet gerekmeyen bir yerde. Gelip geçici. Yaşama ara vermiş, belirsiz bir sürenin dolmasını bekler gibi. Mutluluğun ya da mutsuzluğun içinde barınmadığı bir zaman dilimi; mutluymuş gibi. Şimdi değil, burada değil; orada bir yerde, şimdiden geçmiş zamanın içinde…
“Çünkü bazen hiçbir şey olmadığı halde oluyormuş gibi gelirdi bana. Yalnızlıktan.”
İşte, burada boy veriyor Engin Türkgeldi’nin öyküleri. Orada Bir Yerde. Kimi yabani bir neşenin ama çoğunlukla göze alınmış ve kabullenilmiş bir kötücüllüğün hâkim olduğu bir yer. Kesif bir kasvet, irinli sızılar, kutsal bir şiddet. Acımasız, kanlı, kusursuz bir şiddet. Adeta mutluluk. Ya da tuhaf bir mutluluk.
“Hayatımda duymadığım bir acı duyuyordum fakat kanla beraber tuhaf bir mutluluk da sızıyordu dişetlerimden. Bitmişti.”
Türkgeldi zorlama betimlemelere girişmeden, sınırları belirlemek için gözle görünür – yahut göze batar – bir çaba harcamadan fantastik bir atmosfer yaratıyor, öykülerini bu atmosfere salıveriyor. Akraba öyküler bunlar, kimi hemen bir diğerine bitişiyor; kimi mesafesini korusa da kan bağını inkâr etmiyor. Dili leziz, en kasvetli göğün altında bile ferah. Bunda en büyük etken yarattığı fantastik atmosferin dokusu olsa gerek. Bir kaçış edebiyatının izi yok bu atmosferde, bu kendi içine bükülmüş dünyada. Boşluklar var; nefes almayı ve bildiğimiz dünyaya dönmeyi olanaklı kılan boşluklar. Göğün gözenekleri. Metnin pencereleri.
“Bu ülkede de herkes, henüz bir cinayete karışmamış dahi olsa, hem maktuldür hem de katil.”
Türkgeldi karakter inşasından çok dünyasının inşasına yoğunlaşmış gibi görünüyor. Karakterleri uçucu, bu masalsı havanın içinde her biri büyünün – ya da lanetin – bir parçası. O kadar. Orada Bir Yer kendi başına, bir bütün olarak yaşıyor – Leviathan. Karakterlerin bu saydam yapısı öyküleri zayıflatmaktan öte, daha görünür ve etkileyici kılıyor. Kötülükleri, umutları, çılgınlıkları ve acıları her yere ve her şeye siniyor.
“Artık sahip olmadığım bir şeyin bıraktığı boşluğun bana tekrar acı vermesini istemiyordum.”
Çağrışımlara açık, göndermelerle bezeli bu öykü dünyasının dili hem yalın hem masalsı olmayı becerebilen, süssüz ama gösterişli bir üslup sergiliyor.
“Ardından, bir zamanlar büyük bir heyecanla açılan, fakat artık kimsenin yüzüne bakmadığı saat kulesinin yanına geldik. Neredeyse on yıldır saat dokuzu çeyrek geçiyordu. Kabasakal yavaşladı. Bir anlam arar gibi saate baktı uzun uzun. Akrebe mi inanacaktı yoksa yelkovana mı?”
Türkgeldi’nin ilk öyküsünden son öyküsüne dek gizemli bir yapbozun parçaları yerlerine oturuyor. Ancak ortaya puslu bir dünya çıkıyor; bir yer değil ortaya konan, orada bir yer. Ve sanki parçalar kendi kendine yer değiştiriyor. Öyküsünü yeniden yazmak, yeni bir yerde, yeni bir gölgeyle ortaya çıkmak istiyor. Tekrar okunmak, tekrar yorumlanmak istiyor.
“Öyle saf bir mutlulukla, öyle yoğun bir sevgiyle gülümsedi ki öleceğim sandım. İşte o, mükemmel andı. Hayatımın en mutlu, onun en güzel ânı. O sırada onu öldürmemek ikimize de haksızlık olacaktı.”
Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (23 Ağustos 2017)