Yaşadıkça görmek, gördükçe yaşamak…
Nerede durursanız durun, hayatın size taşıdıklarıyla yaşantınızda biçimleneduranlar önünüze ışık düşürür her daim.
Belki de deneyim dediğimiz şey de buradan ağıp gelenlerle oluşur benliğimizde.
Bizi biçimleyen de biraz bunlar değil midir? Ama bilgi, hele hele bilimsel bilgi en temel koşuludur yaşamanın, öğrenmenin…
Bu, bir yolda giderken, başka bir yöne dönüp gideceğinizden vazgeçmek gibi değildir. Her yeni size bir şey katar. Ama her vazgeçiş de yeni bir şey öğrettiği kadar sizi eksiltir de.
Bertrand Russell anlatır: On birinci yüzyıl başlarında Papa II. Silverster’in bir sihirbaz olduğuna, şeytanla dost olduğuna herkesin inanmasının biricik nedeni, Papa’nın kitap okuyan bir insan oluşuydu.
Bu beni hiç mi hiç şaşırtmayan bir öyküdür. 1970’lerin sonunda buna benzer bir öykü yaşadığım ücra bir yerde karşıma çıkmıştı Anadolu’da. İnsanlar bana, bir “büyücü” / “kâhin” gibi bakıyorlardı üstelik! Bu insanlara bilginin nasıl bir “güç” olduğunu anlatmak/öğretmek için gitmiştim oysa oraya.
Bilgisiz iktidar
Sophokles Antigone oyununda Kral Kreon’a şunları söyletir:
“Ama bir insan iktidar ve yasalarla
sınanmadı mı; düşüncelerini, tercihlerini
ve ruhunu anlamak mümkün değil .”
İnsan, kendini bir eylem içinde sınar görür. Ne olup olmadığına bakar, neyi yapıp yapmadığını bilir. Gene Kreon şunları söyleyecektir:
“Bir ülkeyi yönetirken en doğru kararları
veremeyen, bir kenara çekilerek
korkusundan ağzını açamayan bir kral
kötüdür ve dostunu vatanından üstün
tutanın gözümde yoktur hiçbir değeri.”
Yeni kral Kreon; iki kardeşin savaşına tanıktır, birbirlerini öldürmelerine: “Kendi halkını köleleştirmek isteyen” Polyneikes’in cesedini açıkta bıraktırır, kurda kuşa yem olsun ister. Ve şunu ekler:
“İzin vermeyeceğim
kötülerin iyilerden
fazla saygı görmesine,
ülkesini kollayanlar ise ister hayatta
olsunlar, ister ölümlerinden sonra
hep saygı görecekler benden.”
Musil’i okumadan asla!
Bugün ülkemizde hâlâ Robert Musil’i okumadan roman yazılıyor. Gerçi Tolstoy’u, Balzac’ı, Stendhal’i okumadan da bu köprüden geçmeye çabalayanlar çoklukta. Gene de, nice zaman önce, üstelik dilimizde Niteliksiz Adam yokken bunu okumaya çaba gösteren Oğuz Atay’ı da bu yazanların ne denli anladıkları müphem!
Musil, bu kült romanıyla birçok şeyi anlatır, öğretir, gösterir de okuruna.
Peki, onu, çağının ruhunu/ağrısını bu denli hissederek yazmaya yönelten neydi? “Çok bilgili” oluşu mu? Yazmak için, hele hele roman yazmak için bilgiye ne denli gereksinme duyulabileceğini anlatır yazılarında, mektuplarında. Ama bunun da önünde “vicdan”.
Vicdan duygusu olmadan yazılamayacağını gösterir/öğretir bize Robert Musil.
Buyurun okuyun Niteliksiz Adam’ı, sonra konuşalım bunları.
Onun şu sorusunu da aklımızda tutarak üstelik:
“Bir yazarın ne olduğunu söyleyebilir misiniz?”
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (21 Mart 2017)