Sıra geldi kadın açılımına | Gönül Kıvılcım

Şubat 25, 2015

Sıra geldi kadın açılımına | Gönül Kıvılcım

gonulkKadın bedenini hakkıyla yazmak zorlu bir sınavdır dürüst olmak gerekirse. “Ötekiler”le çevriliyizdir çünkü. Kadını kolay bir lokma belleyen, yazılanları ağızda sakız etmeye hazır ötekiler. Ama ben yine de deneyeceğim.

Hatırlarsınız, sevişirken yataklarımız köpürür bazen, enginleşir, yorgun mutsuz iskeletimiz ansızın gençleşir, bir balık kılçığına dönüşür. Pullanırız. Onun elleri sıvazlar gümüşi pullarımızı.

Hayır, Grinin Elli Tonu’ndan söz etmeyeceğim size. Sevişmeyi anlatabilmek için yeterince renk ve ışık biriktirmiştir kadınlar bu ülkede. Misal mi, zamanında buradan uzaktaki küçük bir liman kentinde göçmenliği tatmış kadın arkadaşım, kuzey ışıkları geceyi gündüze çevirirken sırtındaki şeftali rengi tüyleri seyretmeye doyamadığı adamla geçirdiği o upuzun geceyi anlatmıştı. Adı ve şiirsel ayrıntıları bende saklıdır. Güneyde, ay ışığı denizi efsunlarken tenini kavuran adamla yaşadıklarını bir kâğıda karalamış, bende kalmasın istemişti başka bir arkadaşım. Bana gelince… Oğlumun babasının koynuna, dirseklerimizin üstünde doğrulmamıza ancak izin veren alçak bir çadırda, altına kurulduğumuz kestane ağacının meyveleri Asterix kitaplarındaki gibi tepemize düşerken girdim.

Ama hayır, tenimin hafızasını dökmeyeceğim ortaya. Bu kurtlar sofrasına yem etmeyeceğim o değerli anları. Zira gizli ve açık kadın düşmanlarının kamaşan dişlerini şimdiden görebiliyorum.

Yeni romanımda, bedenini ve ruhunu mühürlediğiniz, sevişemeyen genç bir kadının portresini çiziyorum. Bu toplumdaki on kadından birini anlatıyorum yani. Çalışmalar var kadınların bedenini nasıl kilitlediğini, erkek bedenini, sanki onun ait olduğu dış dünyayı ve saldırganlığını da reddedercesine kabul edemeyişini anlatan. Son aylarımı bu çalışmaları okumakla, kadının yüksekten bir yerden emir almışçasına kasıklarını, rahmini, bacaklarını devre dışı bırakışını anlama gayretiyle geçirdim. Bilmiyor muydunuz durumun vahametini, rakamların işaret ettiğin gerçeğin bu denli ağır olduğunu? Eh, cinselliğe, zevke, hazza dair rakamları okur geçeriz çoğunlukla. Bir ‘işlemeyen bedenler’ cehenneminde yaşadığımızı duymak istemeyiz. Sanırız ki erkeklerin cebine harçlık koyarsak hallolacak meseleler. Erkekler haftada bir boşalırsa çözülecek düğümler. Ya kadının mahrum kaldığı en doğal hak? Eğer o kadınlardan biri yakın çevremizde değilse, bir erkek olarak yatağımıza girmemişse umursanmaz genellikle. Oysa bu bir zincirdir, rahimlerini korkuları ile doldurmuş kadınlar kendi tenlerinde mahsur kalmış erkekler doğurur, yatakları çölleşmiş.

Evet, umursamayız çünkü çoğunlukla bilmeyiz. Bilmek istemeyiz hatta. Algımızın dışında kalırsa hayat akar gider zannederiz. Hem hastalıklar kadınlara dairdir ne de olsa. Histeriyi kadınların defterine yazmıştır Freud, onları histerik yapan ketlenmelerin neler olduğunu rüyalarla, klinik vakalarla tek tek açımlayarak hakkını yemeyelim. Sevişemeyen de kadındır. Zihniyle organları arasındaki bağlantıları felce uğramış, saklanmaktan, gizlenmekten düğüm düğüm olmuş, artık çözülemeyen kadın.

O düğümü, o mührü anlatıyorum size. Toplumun mührünü. Bedenlerimize vurulmuş. Söküp atmak zorunda olduğumuz.

Sevişmekten daha kutsal, daha masum, daha muammalı bir şey olmadığına inanırım yeryüzünde. Sevişirken insan oluruz çünkü. Tekleşiriz. Bütün ikilikler biter, güzelle çirkin, iyiyle kötü, zalimle masum, şeytanla melek kaynaşır birbiriyle. İnsan doğar. Ve bedenler öldürülmek için değil sevişmek için yaratılmıştır, mührü kaldırabilirsek altında açık seçik okuyacağız bunu.

sendeanlatDiyeceğim, bütün açılımları yaptık sıra geldi kadın açılımına. Kadın düşmanlığını bir tecavüze, bir cinayete indirgemeden medyada kadının tezahüründen edebiyata, politikacıların söylemlerinden günlük hayata mercek altına almamız gerektiği aşikar değil midir? Türkçede “kapatma” anlamına gelen metres sözcüğünü ve “Masumiyet Müzesi“nde eve kapatılmaya direnen Füsun’u örnek veriyor Necmiye Alpay kadın düşmanlığı, “mizojini” konusunda Radikal’de yer alan bir yazısında. Kapatma aynı zamanda ucuza alınan bir maldır diye hatırlatıyor bize. “Kaça kapattın bunları” diye sorulur ucuza düşürülen bir mal için. Evet işimiz sözcüklerle, hayatla, hayatın tıkanmış kılcal ve atardamarlarıyla. Kaç kadın direnebilmektedir metres olmaya? Erkeğin ayaklarının altında paspas olmamaya? Mal olmamaya?

İşimiz sözcüklerle ve özgürlüklerle. Kadının içine kapatıldığı, kapatılmaya çalışıldığı dille, yasaklarla, tabularla örülü bir sistem var. Adını cinsiyetçi, eril, ataerkil, kadın düşmanı koyabiliriz bu sistemin. Ama ad koymanın da ötesinde, kadınlar bakışlarla, tacizlerle, sürtünmelerle, ellemelerle, okutmamalarla, törelerle, örtülü düşmanlıklarla dünyanın onlara nasıl dar edildiğini kendi aralarındaki sohbet olmaktan çıkarıp ötekilere anlatmaya başlamalıdır, başlıyor da. Özgecan Aslan cinayetinden sonra twitterdaki #‎sendeanlat etiketi bunun güzel bir örneğidir.  

Erkek arkadaşlarım, cesaret ana sizden de yana, analarınızın üstüne kuma getiren babalarınızı yazın. İmam nikâhı ile kadınlara güya paye veren  tanıdığınız erkekleri; bir kadına attığınız, şiddeti avcunuzda kalan tokadı yazın. Sonra kapısını çaldığınız kadına karşı içinizdeki samimi duyguları yazın. Kim o kadın sizin için? Sevgili? Yabancı? Bayan? Para vermeden kırıştırmaya gittiğiniz nesne? İnsan?  Vaktidir artık. Öyle yalnızca kanunlarla olmuyor bu iş. Yaşayarak öğreneceğiz. Ve mümkünse konuşarak, öldürmeden.

Gönül Kıvılcım – edebiyathaber.net (25 Şubat 2015)

Yorum yapın