Patrick deWitt, hiç alışkın olmadığımız türde bir “kovboy hikâyesi” yazmış. Her şeyden önce, iki kahramanı (biri aynı zamanda anlatıcımız) kiralık katil. Batı’da oradan oraya gidip kendilerinden öldürülmesi istenen insanları herhangi bir silahla temize havale ediyorlar. Yani biz olayı, “kötü adam”ların gözüyle takip ediyoruz.
Kitabın başında Commodore denen esrarengiz şahıs onlardan, Hermann Kermit Warm adlı birini öldürmelerini istiyor. Sözde Commodore’a ait bir şeyi çalmış, bir de sırrı varmış. Sisters Biraderler, ağabey Charlie ile kardeşi Eli, Oregon City’den yola düşüyorlar, ama bu seferki işleri, onları aynı zamanda Altına Hücum’un göbeğine atıveriyor. Çünkü Worm, Sacramento dışındaki altın madeninde. Üstelik Commodore’un bu görevin liderliğini Charlie’nin üstlenmesini istemesi, patronlarını zaten sevmeyen Eli’ı hayli kızdırıyor.
Patrick deWitt’in “The Sisters Brothers / Sisters Kardeşler”i, insanın dengesini bozan bir kitap. Bunu kötü anlamda söylemiyorum. Her kitapta rahatlıkla kötü adam olabilecek iki karakterine, ille de Eli’a ister istemez duyduğumuz sempatiden söz ediyorum. Hayatlarını parayla adam öldürerek kazanan Sisters Biraderlerden Charlie, iki kişilik ailenin reisi, kararları o veriyor. Çocukluktan beri hep böyle olmuş. Yaptığı işten rahatsızlık duyduğu da yok. Kardeşinin aksine, viskiye düşkün. Bu zaafı, çok içtiği gecelerin sabahında (hemen hemen her gece) hastalanıp yola çıkamamakla sonuçlanıyor.
Eli ise biraz şair ruhlu, adeta vicdan sahibi. İnsanları gözlemeyi seviyor, anlatıcımız da o. Zaman zaman kendini rahatsız hissediyor, ama ağabeyinin sözünden de çıkmıyor. İyi ihtimalle bazen biraz tartışmakla kalıyor diyelim. Öte yandan, önce veremli bir muhasebeci kadına, sonra da bir otel hizmetçisine tutulmak, diş fırçalamak gibi kendince (kendinin de yorumlayamadığı) isyanları da var. “Biz ne yapıyoruz? Kimin için yapıyoruz?” gibisinden düşüncelere de kapılmış.
Sonuçta, Altına Hücum çağında, ama altın peşinde koşmak için değil de, sipariş üzerine adam öldürmek için Sisters Biraderler ile yoldayız. Gücü yetenin ayakta kaldığı bir dünya, güvenecek insan bulmak çok zor. Kardeşin olursa belki. Ancak Patrick deWitt kitabıyla klasik Western’e bir selam yollamış olsa da, tarihi ayrıntılar konusunda öyle aman aman hassas olduğunu sanmıyorum. Gerek de yok zaten. Western’lerin hangi türü gerçeğe yakındır ki? Öte yandan insanlar, hiç değilse maddiyata olan düşkünlük açısından, o günden bugüne pek de değişmemiş gibi görünüyor. Tek fark o devirde makbul çözüm tarzının hemen silaha davranmak olması ve insanların açgözlülüğünün daha kısa yoldan deliliğe dönüşmesi.
Patrick DeWitt’in kitabının, Charlie ile Eli’ın “Kızkardeşler” anlamına gelen soyadları “Sisters”ı, Biraderler/Kardeşler ile bir araya getiren özgün adı bana çok komik geliyor. Kitabın gerçekten de çok komik anları var, ama bu kara mizah ve çoğu kez korkutucu bir olayla birlikte ortaya çıkıyor. Yani, dört dörtlük Cowboy Noir. “The Sisters Brothers” bir maceradan ziyade yanlış tarafta duran bir mesele benziyor. DeWitt’in büyük bir başarıyla yaptığı şey ise bir Fellini filminden fırlamışa benzeyen karakterlerinin ruhlarına inebilmek. Bunu da hakkıyla yapıyor, doğrusu. Gözümün önüne sık sık Chaplin’in “Altına Hücum”u geldi. Eli’ı ise filmin haklarını satın aldığı söylenen John C. Reilly’nin yüzüyle gördüm. Gerçekten sıradışı ve iyi yazılmış bir kitap. İnsan ruhuna, ürperten ama tuhaftır, aynı zamanda güldüren bir pencereden bakıyoruz.
Sevin Okyay – edebiyathaber.net (12 Haziran 2013)