Soluk alamıyoruz | Anıl Ceren Altunkanat

Haziran 15, 2020

Soluk alamıyoruz | Anıl Ceren Altunkanat

“İnsanlar size görüntünüzün bedelini ödetirler. Bu aynı zamanda sizin görünmeyi istediğiniz ya da öyle göründüğünüzü sandığınız görüntüdür. İşte zamanın insanın yüzüne yazıp çizdikleri, bu çatışmanın bir kaydıdır.”

Soluk alamıyoruz. Şiddetten, acımasızlıktan, kıyıcılıktan. Nefretten, ırkçılıktan, kadın düşmanlığından. Soluk alamıyoruz. Hayvanlara yapılanlardan. Gezegene yapılanlardan. Ötekine yapılanlardan.

Ve hep bir öteki var.

Soluk alamıyoruz.

George Floyd öldürüldü. Gelenekselleşen ırkçılık yüzünden ölen milyonlarca siyahî gibi.

Anne fil, karnında yavrusuyla öldürüldü. İnsan zulmünden kaçamayan milyarlarca hayvan gibi.

Sadece bir ayda bu ülkede yüzlerce kadın öldürüldü, şiddete ve/veya tecavüze uğradı, darp edildi. Erkek egemen zihniyetin kurbanı olan sayısız kadın gibi.

Soluk alamıyoruz. Ama üzülemiyoruz da. Yeterince üzülemiyoruz. Hissedebiliyor musunuz bunu? Her kurbanla yaşamın değersizleştiğini. Parçalar ezildikçe bütünün çöktüğünü. Kirlendiğini. Üzülemiyoruz, korkuyoruz. Zira her kurbanla biz de potansiyel kurban haline geliyoruz. Ama bu kadar değil. Daha kötü. Her kurbanla şiddet siniyor içimize; potansiyel fail haline geliyoruz. O kadar tıkırında işliyor ki şiddet süreci, farkına bile varamıyoruz. Korkuyoruz. Korktukça şiddete yaklaşıyoruz. Uzun günün sonunda, bir şekilde elimizde ötekinin kanıyla soluksuz kalıyoruz.

Bütün çöküyor.

Altında eziliyoruz.

*

“İşkenceciler büyük iş çeviriyordu. Piskoposlar, papazlar ve vaizler büyük iş çeviriyordu. Devlet adamları daha da çok yapıyordu. Buraya kapatılan adamlar gizli ve korkunç bir şiddetin gizlenen bedelini ödüyorlardı: Haklı olanlar, doğruluktan sapmayanlar lanetlenmişlerin nerede olduklarını bilmeliydiler. Çok fazla şey yapabilmek demek, lanetlenmiş olanlara yapacaklarını buyurmak gereğini duymak ve buyuracak güce sahip olmak demekti.”

James Baldwin’in 1974’te yayımlanan romanı, Sokağın Dili Olsa, bu çöküşün bir yüzünü, bir sokağını anlatıyor. Siyahîyseniz suçlusunuz; bir yaşam kurmaya çalıştığınız için, âşık olduğunuz için, mutluluğu aradığınız için. Nefes aldığınız için. Sistem yakanıza yapışır. Çünkü polisin teki yürürken gülümsediğinizi görmüştür. Sevgilinizin elini tuttuğunuzu. Ve sizi unutmaz. Öyle ya da böyle, bugün olmazsa yarın, bedelini ödetir.

Bütün biraz daha çöker. Şiddet biraz daha palazlanır.

Ve bu karanlığın içinde sevgiye sarılırsınız. Fonny gibi, Tish gibi. Benim gibi. Döngüyü kıramazsınız – şiddet insanın en kusursuz ve sağlam yanıdır – ama bağ kurarsınız.

“Zaman ilerledikçe, her birimiz duyduğumuz korkuyu, dehşeti birbirimizden gizlemeye çalıştıkça, gitgide birbirimize daha çok bağlanır, daha çok güvenir olduk. Başka çıkar yolumuz yoktu.”

Başka çıkar yolumuz yok.

*

Ya da bir virüs. Ne istediğini bilen, bulaşıcılığı çok yüksek, inatçı bir virüs insanı temizler bu güzel gezegenden. Olamaz mı?

Öyle ya da böyle, bugün ya da yarın: güzel şeyler de olacak.

Kaynak: Sokağın Dili Olsa, James Baldwin, çeviren Seçkin Selvi, YKY, 2. Baskı Mayıs 2017, İstanbul.

Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (15 Haziran 2020)

Yorum yapın