I
Yayın dünyamızın hareketlendiği iki dönemden söz edebiliriz. İlk dönem, sonbaharda, Tüyap İstanbul Kitap Fuarı yaklaşırken başlar ve Fuar sürerken, yayınevleri o kış için hazırladıkları kitapları piyasaya sürerler. İkinci dönem ise ilkbaharın yaza evirildiği günlere denk gelir. Kaba bir niteleme yapacak olursak, ilk dönemde, yayınevleri sezona hızlı bir başlangıç yapma kaygısıyla o sene için en iddialı oldukları kitapları piyasaya sürerler; ikinci dönemde ise yazın rehavetinde okuyacak kitap arayanlara seslenecek kitapları piyasaya sürerler, diyebiliriz.
Bu yılın ikinci sezonu, yaşadığımız ekonomik çalkantılar nedeniyle olsa gerek bir miktar zayıf başladı. Dileğim odur ki ekonomik belirsizlik kısa sürer ve yayınevleri kitap fiyatlarını yükseltmek zorunda kalmadan, yayın programlarındaki kitapların basımını ertelemeden yayıncılık faaliyetlerini sürdürmeye devam ederler.
Aşağıda okuyacağınız yazıda beş farklı yayınevinden kısa aralıklarla çıkan beş ayrı kitaptan bahsetmeye çalışacağım. Bu kitapların ilk üç tanesi meraklısına, son ikisi ise daha geniş bir okur kitlesine sesleniyor. İlk kitap, Şenol Erdoğan’ın editörlüğünde yayımlanan Toz Amerikalı Toz; ikinci kitap, John Freeman’ın yazarlarla yaptığı söyleşilerin derlendiği Bir Yazar Nasıl Okunur?; üçüncü kitap, Don Delillo’nun epeydir tekrar baskısı yapılmayan kült romanı Beyaz Gürültü; dördüncü kitap, Mirgün Cabas’ın Can Kozanoğlu ile gerçekleştirdiği uzun söyleşinin yer aldığı Bıçkın ve Ağlak; yazıda değinmeye çalışacağım son kitap ise Aslı Tohumcu’nun yeni romanı, Durmadan Leyla.
II
Bugün, alt kültür edebiyatı veya yer altı edebiyatı gibi tartışmalı adlandırmalarla dünya çapında pazarlanan edebi eserlere dair sıralayabileceğimiz anahtar sözcüklerin hiçbirisini Richard Brautigan hakkında kullanamayız. Brautigan’ın kendisi ve yarattığı kahramanları, iddiasız, melankolik ve günümüzde rastlanması son derece zor, kırılgan karakterlerdir. Bu yönüyle herhangi bir Brautigan kitabı okuduğunuzda içerdiği ince mizah sizi bir yandan gülümsetse de kitabın geneline hâkim olan melankolinin etkisinden kurtulamazsınız.
Brautigan, bu yönüyle kendine ait bir yerde duran ayrıksı bir figürdür.
Sub Yayımları kurulana kadar, Brautigan kitaplarının Türkçe basımları Altıkırkbeş Yayıncılık tarafından yapılmaktaydı. Sub Yayım, 2017’nin son günlerinde Richard Brautigan’ın Özel Şiir Koleksiyonunu yayımladı. “Tanrım, O Kadar Güzelsin Ki Yağmur Başladı” adıyla kitaplaşan 568 sayfalık bu özel kitap şu cümlelerle tanıtıldı:
“Bu genişlikteki bir RB eseri yerkürede ilk defa Türkiye’de Türkçe olarak SUB Press tarafından yayımlanmaktadır.
Bir tek Fransa’da yakın geçmişte yayımlanan “şiir toplaması” mevcuttur, LAKİN o edisyonda da bizim burada yer verdiğimiz; yayımlanmamış, dergilerde yayımlanmış, kitaplarına alınmamış, eş dostta kalmış vs. vb. vd. sıfatlı şiirleri mevcut değildir. Dışarıda bıraktığımız “yayımlanamaz” etiketi yedirilmeye çalışılan minik ve özel bir edisyon ise kısa sürede RB okurlarına hediye edilecektir. Böylelikle sadece Türkiye’de romanları ile birlikte eksiksiz bir RB külliyatı tuhaf şekilde vücud bulmuşluğunu tamamlamış olacaktır!”
Brautigan’ın şiirlerinin ardından Nisan 2018 tarihinde, “Underground Poetix Richard Brautigan Özel Edisyonu” olarak adlandırılan ve Brautigan’ın eserleriyle ilgili derinlemesine analizler içeren bir kitap daha yayımlandı.
Kitabı yayına hazırlayan Şenol Erdoğan, Çevirmen Burcu Denizci, baskıya hazırlayan ise Selim Bektaş. Kitapta Brautigan ve eserleriyle ilgili farklı tarihlerde ve farklı mecralarda yayımlanmış dokuz yazı yer alıyor. Kitaptaki yazılar; Brautigan’ın kitaplarını okumuş, daha derinlemesine fikir sahibi olmak isteyen okurlara sesleniyor. Yazarlar, kimi zaman Brautigan’ın bir şiirinden, öyküsünden ya da kitabından yola çıkıyorlar kimi zaman da Brautigan’ın yaşamından hareketle külliyatını inceleyerek tespitlerde bulunuyorlar.
Bu yönüyle Toz Amerikalı Toz, kitapları dönüp dönüp okunası bir yazar olan Richard Brautigan ile ilgili daha derinlemesine düşünmemize fırsat sunuyor.
III
Hep Kitap, yayın hayatına başladığı 2016’dan beri popüler edebiyatla nitelikli eserlerin kesişim noktalarını başarıyla takip eden ve bu yolda kısa sürede farklı okur kitlelerine hitap eden epeyce kitap yayımlayan bir yayınevi oldu.
“Atölye” üst başlığıyla yayımladıkları kitapları önemsediğimi belirtmeliyim. Bu başlık altında Haziran 2018 itibarıyla toplam yedi kitap yayımladılar. Bu kitapların bazıları doğrudan yaratıcı yazarlık derslerinde anlatılan konuları işlerken bazıları da sözü yazarlara bırakarak kendi yolunu çizmeye çalışan yazar adaylarının yol gösterici önerilere ulaşmalarını sağladı. (Çevirmen adaylarına seslenen, Fuat Sevimay’ın Çeviri’Bilirsin! isimli kitabı üçüncü bir grubun ilk temsilcisi olabilir.)
Kanımca, Ursula K. Le Guin’in Dümeni Yaratıcılığa Kırmak isimli kitabı ilk gruptaki; Hakan Bıçakcı’nın hazırladığı Uydurmanın İncelikleri ise ikinci gruptaki kitaplar içerisinde ilk elden edinilmesi gereken yapıtlar.
Hakan Bıçakçı, Uydurmanın İncelikleri’nde Türkiye’den yazarların, yazma rutinlerini, konu bulma süreçlerini, kahramanlarıyla olan ilişkilerini ve daha onlarca konuyu bize anlatmalarına fırsat sağlamıştı.
Ursula K. Le Guin’in Dümeni Yaratıcılığa Kırmak isimli kitabı ise hem yazma çabası içinde olan okura hem de kurmacanın matematiğini merak eden okura çok şey anlatmayı başaran özlü bir kitap.
Bu yazının konusu, John Freeman’ın Çağdaş Dünya Edebiyatından elli beş yazarla yaptığı söyleşilerinin bir araya getirildiği Bir Yazar Nasıl Okunur? isimli kitap.
Freeman, 1944 ABD doğumlu bir eleştirmen ve yazar. ABD merkezli birçok gazete ve dergide editörlük ve yazarlık yapmış.
Bir Yazar Nasıl Okunur?’da geleneksel soru-cevap biçiminde yapılmış söyleşiler okumuyoruz. Freeman, çoğunu kişisel olarak tanımadığı yazarlarla buluşuyor, onlarla biraz zaman geçiriyor, birlikte geçirdikleri sürede yaptıkları konuşmaların kayıtlarından da faydalanarak izlenimlerini iki veya üç sayfalık kısa yazılar halinde okurlara sunuyor. Yazar, söyleşilerin öncesinde kısa biyografik bilgiler vermeyi de ihmal etmiyor. Bu biyografik bilgiler, W. H. Chong’un çizdiği resimlerle destekleniyor.
Kendi adıma, Bir Yazar Nasıl Okunur?’dan çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim. Kitaplarını okuduğum kimi yazarlara dair bilmediğim detayları öğrendim, dilimize çevrilmiş ama benim atladığım kimi yazarlarla ve henüz dilimize eserleri kazandırılmamış yazarlarla tanışma fırsatı buldum.
John Freeman’ın söyleşi yaptığı yazarların çoğu, ana dilleri İngilizce olmasa da kitaplarını İngilizce yazmayı tercih ediyorlar. Mo Yan, Imre Kertész gibi kimi yazarlarla yapılan söyleşiler ise çevirmen aracılığıyla gerçekleştirilmiş. Yazarların neredeyse tamamıyla yapılan söyleşiler ABD’de gerçekleştirilmiş. Bu nedenle yazıların içinde verilen referanslar ve detaylar Anglosakson kültürüne sahip okurları hedef alıyor.
Bir Yazar Nasıl Okunur? Avustralya’da 2012’de, ABD’de ise 2013’te yayımlanmış. Söyleşiler ise 2003 ile 2012 arasında yapılmış. Bu nedenle, söyleşilerden önceki sayfada verilen biyografiler 2012’ye kadar olan bilgileri içeriyor. Hep Kitap, eserin bütünlüğünü bozmamak adına güncelleme yapılmadığı bilgisi veriyor. Bana kalırsa, yazarların 2012’den sonraki süreçleri ve dilimize çevrilmiş kitaplarının künyeleri kitabın sonuna eklenmeliydi.
IV
Beyaz Gürültü, 1936 ABD doğumlu yazar Don Delillo’nun 1985 tarihinde yayımlanmış sekizinci kitabı. Yazar bu kitabıyla roman dalında “National Book Award” ödülünü almıştır.
Beyaz Gürültü, dilimize ilk olarak 2002 yılında Dost Kitabevi Yayınları tarafından kazandırılmıştı ancak ilerleyen yıllarda yayınevi kapanmış ve kitabın yeniden basımı yapılmamıştı. Siren Yayınları, Handan Balkara tarafından yapılan çeviriyi biz okurlarla tekrar buluşturdu.
Kitabın kahramanı, Jack Gladney isimli bir akademisyen. Bir Amerikan üniversitesinde Hitler üzerine akademik çalışmalar yürütüyor. Dördüncü eşi Babette ve çocuklarıyla beraber göreceli olarak sakin ve güvenli sularda bir yaşam sürüyor.
Romanı okudukça, Gladney’in hayatının, üstteki parlak kısım biraz kazındığında o kadar da mükemmel olmadığını görüyoruz.
Jack, üniversitede Hitler üzerine çalışmaktadır ancak sayfalar ilerledikçe anlarız ki akademik anlamda son derece yetersizdir. Bulunduğu konuma gelmesinin tek nedeni, Hitler Çalışmaları isimli bölümü kurmanın ilk onun aklına gelmiş olmasıdır. Babette ile görünürde uyumlu bir birliktelikleri vardır ancak roman ilerledikçe evliliğinin temellerinin de sağlam olmadığını anlarız. Çiftin daha önceki evliliklerinden olan çocukları da Jack ve Babette ile birlikte yaşamaktadır ve çocuklarıyla kurdukları ilişkiler de tutarsızlıklar içermektedir.
Beyaz Gürültü’nün ilk bölümü, Dalgalar ve Radyasyon adını taşıyor. 140 sayfa süren bölüm boyunca roman kahramanlarını tanıyoruz. Bu bölümün epeyce durağan olduğunu ve anlatım dili itibarıyla kolay bir okuma sunmadığını belirtmek gerek. Romanın ikinci bölümünün adı, Havada Gelişen Toksik Olay. Bu bölümde, yaşanan bir kaza sonucunda toksik bir gaz bulutu kasaba semalarına yayılıyor ve kısa süren bir sancılı dönemin ardından yaşam normale dönüyor.
Toksik gaz bulutu nedeniyle yaşananlar Jack’in yaşama bakışını, ölümle ilgili görüşlerini ve sistemi gözden geçirmesini sağlıyor.
Bu noktada Don Delillo’nun eleştirel tutumunun roman kahramanları üzerinden anlatımına şahit oluyoruz. Jack, Babette, çocukları ve çoğunluğu akademiden olan arkadaşları roman boyunca uzun uzun konuşuyorlar. Bu konuşmalar çoğu zaman kara mizah sınırlarında gezinen eleştirel monologlar şeklinde ilerliyor.
Medya ve yalanlar, devletler ve tutumları, imajlar, inançlar, ölüm ve ölüm korkusu, eğitim sistemi gibi hayata dair hemen her şey roman boyunca sorgulanıyor. Bu yönüyle Beyaz Gürültü, kolay okunan bir kitap arayan okurlara hitap etmeyebilir.
V
Bıçkın ve Ağlak, Can Kozanoğlu’nun Can Yayınları’nın o dönemki yayın yönetmeni olan Sırma Köksal’a verdiği bir kitap sözünü tutamaması sonucu ortaya çıkmış. Tutulamayan bu sözün hikâyesi kısaca şöyle:
Bugün yeni baskıları yapılmasa da yayımlandıkları dönemde oldukça ses getiren dört kitabı vardı Kozanoğlu’nun: Cilalı İmaj Devri, Pop Çağı Ateşi, İnternet Dolunay Cemaat ve Yeni Şehir Notları. Bu dört kitap; 1980’li yıllardan başlayarak 1990’lı yılları da kapsayan, sosyolojik çözümlemeleri kişisel değerlendirmeler ışığında ele alan makaleler içeriyordu. Can Kozanoğlu yazma sözü verdiği yeni kitabında yukarıda adını andığım dört kitabından yola çıkarak Türkiye’nin yakın tarihini ve bugününü değerlendirecekti. Anlaşılan o ki Kozanoğlu kişisel nedenlerden dolayı verdiği sözü tutamadı. Bunun yerine Mirgün Cabas ile aynı fikir etrafında uzun bir söyleşi gerçekleştirdi ve ortaya Bıçkın ve Ağlak: Yeni Türkiye’nin Hikâyesi isimli söyleşi kitabı çıktı.
Mirgün Cabas, Bıçkın ve Ağlak için yazdığı sunuş yazısında şu bilgileri veriyor:
“… Bu kitap için onunla 16 söyleşi yaptık. Yola çıkarken aklımızda olan her konuya değindik. Türkiye’yi, siyaseti, ülkenin temel meselelerini, popüler kültürü, medyayı, darbe girişimini ve pek çok başka şeyi konuştuk.
Başka pek çok şey derken, seri katiller, pornografi, Adana mutfağı, 1970’lerin tuhaf dergileri, turşu kurma teknikleri, 1980’lerin haber değerindeki çalışma ortamı, Türkiye’de uyuşturucu kullanımı, lobut kaslar, siyasi parti mitingleri, günümüzün popüler edebiyat dergiciliği ve buna benzemeyen onlarca konudan bahsediyorum. Ki bundan fazlasını da yaptık…” (s. 14)
Bıçkın ve Ağlak, Cabas’ın yukarıda kısaca özetlediği konuların tartışıldığı on dört bölümden oluşuyor. Bölümlerin içinde Can Kozanoğlu’nun özgeçmişine dair önemli detaylar da anlatılıyor. Kitap bu açıdan bakıldığında Can Kozanoğlu’nun kurmaca ile otobiyografik unsurları iç içe anlattığı, neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğunu ayırt edemediğimiz iki kitabı, Acemi Eğitimi ve Yalan Yıllar, için de rehber işlevi görüyor.
495 sayfa uzunluğundaki Bıçkın ve Ağlak, söyleşi formatının da etkisiyle oldukça rahat okunuyor. Kozanoğlu, kitap boyunca kesin yargılarda bulunmak yerine açıklamaya ve anlamaya çalışıyor. Kitap bu yönüyle hem hafızamızı tazeliyor hem de uzun yılların birikiminden süzülüp gelmiş fikirlerin ışığında okurlara yeni pencereler açmayı başarıyor.
VI
Aslı Tohumcu’nun ilk dönem kitapları olan, Abis, Şeytan Geçti ve Taş Uykusu kadın sorununu merkeze alan, toplumsal meseleler üzerine kafa yoran, biçim ve içerik olarak oldukça farklı, karanlık bir atmosfere sahip eserlerdi. 2014’te yayımlanan Ölü Reşat, Tohumcu’nun karanlık dilinin geriye çekildiği, mizahi bir anlatımın öne çıktığı, bununla birlikte toplumsal duyarlılık temelinde özünden fazla uzaklaşmadığı bir kitaptı.
Nisan 2018’de yayımlanan Durmadan Leyla, bu yazıda tanıtmaya çalıştığım kitapların içinde biçim olarak popüler edebiyata en yakın duran eser. İki, üç sayfalık bölümler, kısa ve vurucu cümleler, merak unsurunu sürekli canlı tutan yapısıyla bir oturuşta bitirilebilecek kitaplardan. Durmadan Leyla, Ölü Reşat gibi mizahi dili ön plana çıkartan bir kitap. Hatta kitabın bir yerinde geçen ifadedeki tanıma bakarsak: “Erotik roman değil, mizahi aşk romanı.” (s. 171)
Durmadan Leyla için vurgulanması gereken nokta, onun kolay okunurluğu, mizahi dili değil de toplumun ısrarla yok etmeye, baskı altında tutmaya, bunları yapamazsa görmezden gelmeye çalıştığı özgür kadınlara dair sunduğu bakış açısı. Sesini günden güne daha fazla duyurmayı başaran kimi meczupların söylemleri, toplumun bazı kesimlerinde karşılık bulsa da modern dünyanın değerleriyle barışık bir yaşam sürmek isteyen insanlarda büyük bir öfke uyandırdığı da kesin. Bu noktada yaşam alanlarını kısıtlamaya çalışan toplum kesimlerinin karşısında duran, özgürlük alanını genişletmeye çalışan, her şeye rağmen görünür olmaktan vazgeçmeyen kadınların sayısı sürekli artıyor.
Durmadan Leyla’nın ana karakteri olan Dişi’yi, yan karakterlerden Başak’ı ve eşcinsel karakter Evren’i toplum tarafından marjinalleştirilmeye çalışılan ancak hayatın her alanında birlikte yaşadığımız özgür bireylerin bir temsilcisi olarak okuyabiliriz.
Durmadan Leyla’da, aşk ve şehvet tanrısı Eros’un, Dişi olarak adlandırılan roman kahramanının aşk hayatını düzene sokma çabası anlatılıyor. Eros ve yardımcıları müdahale ettikçe işler daha da karışıyor ve Dişi’nin aşk hayatı bir türlü düzene girmiyor.
Durmadan Leyla’da iki noktayı eleştirilebilir buldum. Aslı Tohumcu, Dişi ile yakınlaşan ve sırayla rollerini oynayıp kaybolan kişileri derinlemesine anlatmamış. Bunlar, toplumumuzdaki erkekleri sembolize eden tipler olarak romana giriyorlar, rollerini oynuyorlar ve çıkıyorlar. Bir de romanın sonundaki “Tanga da giyerim paçalı don da…” (s.181) diye başlayan tirat bana biraz zorlama geldi. Bu iki nokta kitabın incelikli üslubunun geriye çekilmesine ve didaktik bir mizah kitabı olarak kalmasına neden oluyor.
Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (8 Haziran 2018)