Okuma oranının oldukça düşük olduğu ülkemizde, deneme türünde okunan eserlerin bir hayli düşük olduğunu tahmin etmek zor değil. Bunun altında yatan neden, deneme türüyle makalenin karıştırılması olabilir mi? Ya da bilim terimleriyle dolu bir tez gibi mi görülüyor? Birçok okur eskisi kadar olmasa da köşe yazılarını okumayı seviyor fakat ondan çok da ayrı olmayan deneme türüne neden burun kıvırıyor? Bu soruların cevabının ‘evet’ olması kuvvetli muhtemel ama kapsamlı bir araştırma yapmadan yargılamak doğru olmaz. Aslında öykü kitaplarına gösterilen ilgi de fazla değil. Son zamanlarda öykü ön plana çıksa da bunun daha çok yazma heveslisi olanların nezdinde ilgi gördüğünü söyleyebiliriz. İşin açıkçası roman, okurların gözünde zirvede durmaya devam ediyor. Tabii ülkemizdeki okuma oranını düşünürsek ortaya çıkacak sayının komik kaldığını açıklanan her istatistikte görüyoruz.
Deneme okuru az olunca yazarlar da deneme yazmaya fazla yeltenmiyorlar. Özellikle son zamanlarda herkes de bir öykü yazma sevdası almış başını giderken, deneme de neymiş canım. Yazanın okuyandan çok olduğu şu zamanda ne gerek var okumaya. Halbuki ilk yanlış burada başlıyor. Elbet yazmaya hevesli olduğun türleri okuyacaksın ama nasıl yazman gerektiği ya da ne okuman konusundaki eksikliğini nasıl gidereceksin? Tabii ki denemeler okuyarak. Bunun yanında şöyleşi okumanın da gerekli olduğuna dair küçük nir not iliştirmeden geçmek istemiyorum.
Deneme türüne ilginin bu kadar sığ olduğu bir zamanda bu boşluğu doldurmaya gayret eden ve mümkün mertebe okuru bu konuda yazısız bırakmayan bir yazar var. Onur Çalı. Çalı’nın son kitabı Sonra Hayat, 2020 Vedat Günyol Genç Deneme Yazarı Ödülü’ne değer görülmüş ve yakın dönemde kitap Alakarga Yayınları tarafından yayınlanmış.
Sonra Hayat kitabında birbirinden harika yirmi deneme bulunuyor. Onur Çalı’nın Dünlükler’ini takip edenler varsa ne kadar duru bir üsluba sahip olduğunu bilirler. Zaten Dünlükler de başlı başına bir antoloji sayılabilir. Yazdığı tarihten itibaren (2015) okursanız, kitaplar, o dönemin sorunları, kişisel deneyimler gibi inanılmaz bilgiler edinebilirsiniz. Elbet şu an konumuz Dünlükler değil, Sonra Hayat kitabı.
Çalı’nın denemelerinde Çehov’dan Melih Cevdat Anday’a, Nazım Hikmet’ten Pablo Neruda’ya, Salah Birsel’den Heinrich Böll’e birçok yazarla ilgili bugüne kadar duymadığınız güzel hikayeler okuyacaksınız. Bahsettiği isimlerin hepsini burada saymak mümkün değil ama denemeleri okurken kendinize nitelikli bir okuma listesi oluşturmuş olacaksınız. Bunu göz ardı etmeyin ve bahsi geçen her yazarı ve kitabı okuyun mutlaka. Burada Böll’e değinmeden geçmek istemiyorum. “Ölümden Beter Yazgılar, Vonnegut, Böll, Yaşar Kemal” denemesindeki şu paragfa dikkat çekmek istiyorum; “Toni Kan Onwordi pek çok örnek veriyor Böll’ün öykülerinden. Nedir, bu öykülerin hiçbiri, Böll’ün piyasada bulunan tek öykü kitabı ‘Yolcu, Sparta’ya Varırsan Eğer’de yer almıyor. Umarız baskısı olmayan diğer öykü kitapları da yayımlanır bir an önce.” En sevdiğim yazarlardan biri olan Böll ile ilgili temennisine katılmakla birlikte, “Ve O Hiçbir Şey Demedi” uzun öyküsüne dikkatinizi çekmek isterim. Harika bir metin olmakla birlikte mevcut durumda onun tekrar baskıları yapılmamakta. İşin açıkçası yayınevleri, çok sattıkları kitapları yönelirken, nitelikli eserlerin yayınlanmasını bekleyen taraf olma durumda kalıyoruz. Ki, Philip Roth’tan bahsettiği denemesinde bu konuyu daha güzel dile getirmiş Onur Çalı. Aynı denemede Roth’un öykülerinden bahsederken de; “Eğer öykü de yazmış bir romancıyı iyi tanımak istiyorsanız, öykülerine bakın. Malum, ustalık ince işte belli olur,” demiş. Buna katılmamak mümkün değil elbette. Ki yıllardır bir yazarla ilk tanışmamı, eğer varsa, öykü kitabıyla yapmak isterim. Dolayısıyla böyle değerli yazarların öykülerinin yeteri kadar dilimize çevrilmediği aşikar. Mesela ben yıllardır Per Petterson, Gebrand Baker’in öykülerini okumak için bekliyorum. Maalesef henüz dilimize çevrilmedi. Sadece Per Petterson’un bir öyküsünü sağ olsun Onur Çalı çevirip Parşömen Fanzin’de yayımlamıştı.
Çalı, “Oyuna Devam” isimli denemesinde yazma tutkusundan bahsederken Sait Faik’in meşhur ‘Yazmasaydın deli olacaktım,’ sözüne ve asıl altında yatanın yanlış yorumlandığına değinmiş. Bu konuda kendisine katılmakla birlikte sözün hangi öyküde geçtiğini bilmeden güzellemeler yapanların çok olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu denemesinde, Sait Faik’le birlikte Bulgakov ve Sevim Burak’a da değinen Çalı’nın şu paragrafına değinmeden geçmek istemiyorum; “Sözü yormadan söylemeli: Yazmak tek oyunumuz değil, başka oyun alanlarımız da var ve yazmak, yazmak diğer oyunlardan üstün değil. Mesele, ölümlü olmanın bilinciyle kıvranıp saçmaladığımız şu dünyada daha fazla oyun oyanabilmek. Bazı aklıevveller gibi sakın küçümsemeyin oyunu. Oyun oynamak eğlenceli fakat ciddi bi iştir. Bir marangoz, ağaç ölülerinden harikalar yaratırken suratı asık mı olmalıdır? Ama işini ciddiye almazsa da elini hızara kaptırabilir. Oyun tehlikelidir çünkü! Muktedirler de bilir oyunun tehlikesini ve işte tam da bu nedenle türlü yollarla engellemek isterler.” Ne Kadar güzel anlatmış Çalı. Asıl vurgulamak istediği noktaya gelirsek de yıllar boyu türlü coğrafyalarda tiranlar kitapları yakmadılar mı, onları bomba gibi iğreti kelimelerle tanımlayıp korktuklarını belli etmediler mi?
“Yeni Başlayanlar İçin: Kıs(s)a Kı(s)sa İlhan Durusel” isimli denemesinde İlhan Durusel’in yazarlığına dikkat çeken Çalı, şu paragrafında günümüz edebiyat dünyasındaki sorunlara dikkat çekiyor; “Herkesin aynı şekilde giyindiği, aynı biçimde konuştuğu, aynı kiloda olmak için kendini paraladığı, aynı yerlere tatile gittiği, aynı dizileri izleyip aynı hayallere sahip olduğu bir dünyada elbette edebiyat da bu aynılaşmadan payını alıyor. Aynı duyarlılıklar etrafında gezinen, tornadan çıkmışçasına birbirine benzeyen metinlerden geçilmiyor ortalık. Çok fazla kitap yayımlanıyor ve fakat bir eleştiri ortamından yoksunuz. Kitap eklerindeki reklam kokan tanıtım yazıları ve ilanlar iyi yazarlara değil çok satması istenen yazarlara işaret ediyor. Dolayısıyla, okurun has yazarı bulması gittikçe zorlaşıyor.” Neruda’dan bahsettiği denemesinde Neruda’nın O zamanki ortamı salataya benzetmesi üzerine Çalı şunları yazmış; “Üstat bugünleri görseydi bu işin salatayla çözülmeyeceğini, çok büyük keşkek kazanlarına ihtiyacımız olduğunu muhakkak anlardı.” İşin komik tarafı ise bütün bunları, bu işin başındakilerin de söylüyor olması ve o editörler ya da yazarlar bunları dillendirdiğinde kahkaha atmak geliyor içimden. Diyorum ki, böyle olmasına neden olan sizsiniz, paradoks yaratmanızın anlamı yok. Onur Çalı’nın bu hususta değindikleri basitçe geçilmemesi gereken konular. Aslında bu konuda söylenecek epey söz var fakat asıl konumuzdan sapmak, bu değerli kitabı göz ardı etmemize neden olur.
Onur Çalı, Bergamalıdır. Bu güzel isimli, tarih dolu şehirde doğmuş olmasından dolayı mutlu olmakta elbette haklıdır ve zaman zaman yazılarında oradan bahsetmekten, orası ile ilgili yazılara, söylenen sözlere, anılara yer vermekten geri durmaz. Bundan dolayıdır ki küçüklüğümün güzellemesi olan Bergama, Onur Çalı okumaya başlamamla birlikte daha çok kendisiyle özdeşleşti. Ki bu kitapta da Bergama üzerine bir deneme olduğunu söylememe gerek yok sanırım.
Sonra Hayat’ta, keyifle okuyacağınız dolu dolu denemeler var. Eğer denemelere karşı bir önyargınız varsa, onu bir kenara koymalı ve bu kitapla başlamalısınız. Eminimki ardından Parşömen Fanzin’deki Dünlükler’inin sıkı takipçisi olacaksınız. Bakıyorum da buraya kadar okumuşsun. Demek ki seni tatmin eden bir yazı olmuş sevgili okur…
Özdemir Toprak – edebiyathaber.net (6 Ağustos 2021)